Ana Sayfa Makale Belirsizlik rejimine Üçüncü Yol’dan bakmak- Mehmet Nuri Özdemir

Belirsizlik rejimine Üçüncü Yol’dan bakmak- Mehmet Nuri Özdemir

0
Belirsizlik rejimine Üçüncü Yol’dan bakmak- Mehmet Nuri Özdemir

Belirsizlik ilkesi[1] kuantum fiziğine gönderme yapan bir fizik terimi. Bu ilke, fizikte belirlenimci görüşü[2] alt üst ederek yeni bir düşünme tekniği geliştirdi. Politikaya ve toplumsala yansıması da sarsıcı oldu; bu ilke ile toplumsalı ve siyasalı okumak bazı riskler içerdiği gibi önemli fırsatları da görmemizi mümkün kılan diyalektiksel bir duruma da işaret ediyor. Doğadaki belirlenimlerin ve belirsizliklerin bir bütün olarak topluma uyarlandığı biliniyor. Modern dünyada belirlenim işini tanrı yerine üstlenen aygıt devlettir. Ortaçağda tanrı nasıl ki muktedir ise, nasıl ki her şeyi biliyor ve gözlemliyorsa devlet de öyle olmalıdır; her şey bilinmelidir; nüfus, adres, hastalık, ekonomi, siyaset, güvenlik vs. Her şey modern devlet için birer istatistikten ibaret olsa da sayılabilir, bilinebilir ve öngörülebilir bilgilere sahip olmak devletin mutlak iktidarı için en büyük sermayedir.

Ancak bu belirlenimci araçlar, toplumun daha iyi yönetilmesi ve kontrol edilebilmesi için yetmemektedir; haliyle devlet paradoksal olarak kimi belirsizliklere ihtiyaç duymaktadır. Bahsi geçen belirsizlikler, doğa bilimlerinde olduğu gibi gerçekte bilinmeyen belirsizlikler değil inşa edilen ve kısmen öngörülen suni belirsizliklerdir. Son iki yüzyılın siyasi formu olan ulus devletler, belirlenim ve belirsizlik arasındaki sarkaçta salınan bir siyasal strateji ile yönetiliyor. Türkiye siyasetinden örneklerle devam edelim.

Türkiye siyasetinde sosyal, siyasal ve ekonomik hayatımızı doğrudan etkileyecek olan 2023 seçimlerinin hemen öncesinde üç belirsizlik üretildi. Birincisi HDP’nin kapatılma davası, ikincisi İmamoğlu’na verilen ceza, üçüncüsü ise savaş ve şiddet odaklı kaos. Türkiye’nin üçüncü büyük partisi olan HDP’nin kapatılma davası ile ilgili karardan başlarsak; muhtemelen bu karar Türkiye’nin siyasi tarihi açısından bir milat olacaktır; dahası bu kararın sonuçları bir dönemin bitmesi ve yeni bir dönemin başlaması gibi bir durum yaratabilir. Bu davanın yarattığı belirsizlik tipi, yargının karar sürecinin seçim sathı mailine denk getirilmesiyle HDP’nin seçimlere nasıl gireceğini, cumhurbaşkanlığı konusundaki eğilimini ve seçim sonrası kurulacak hükümetlerle ilişkisini muğlaklaştırarak HDP’yi ve dolayısıyla muhalefeti hataya zorlamayı hedeflemektedir. Davanın Kürt meselesi, savaş ve barış bağlamını da düşündüğümüzde hem yargı kararının, hem HDP fikriyatının karar öncesi ve sonrası alacağı tutumun, Türkiye’nin siyasi gidişatını domine edebilecek nitelikte olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

İkinci belirsizlik yine iktidar destekli yargı kıskacının bir diğer performansı olarak Türkiye’nin en büyük şehri olan İstanbul belediye başkanına verilen ceza. Bu belirsizlik tipi de yeni bir durum değildir; Kürt siyasi hareketi eksenli inşa edilen yargısal ve politik belirsizlik tekniklerinin batıya kaydırılmasının uzantısıdır. Bu kararın alındığı zaman aralığı da hakeza belirsizliği doğrudan besleyen bir yerden kaynağını almaktadır. İmamoğlu’na verilen cezanın onaylanmasıyla muhalefet dinamiklerinin büyük bir dayanışma ve büyük bir oy farkıyla kazandıkları İstanbul belediyesi düşebilir, İstanbul belediye başkanının Cumhurbaşkanlığı adaylığı askıya alınabilir ve ana muhalefet bloğunun iç gerilimi artabilir. Dolayısıyla bu belirsizliğin de çoklu hedefleri vardır.

Üçüncü ve en önemli belirsizlik ise savaş ve şiddetin Demokles’in kılıcı gibi demokratik siyasetin tepesinde tutulmasıdır. Kamuoyunda 2023 seçimlerinin 7 Haziran-1 Kasım arasında olduğu gibi savaş ve şiddet ortamında geçeceğine yönelik ortak bir kanaat var. Güney Kürdistan’da devam eden savaş, Rojava savaşı, Ukrayna savaşı, İran halk direnişi, Taksim patlaması bu kanaati reel olarak iç ve dış siyaset bakımından destekleyen olgulardır. Tüm bu belirsizliklerin aynı yerden planlandığını söylemek iktidara bir övgü olabilir; ancak böyle olmadığını, sistemin takır takır işlemediğini de çok iyi biliyoruz; bu belirsizlikler hem zamanlama hem de etkilediği dinamiklerin benzerliği açısından ortak bir akla hizmet ettiğinin emaresi olarak okunabilir.

Buradan şu çıkarımda bulunabiliriz; devletin şimdiki elitleri öngörülebilir yönetim stratejisini toplumu istediği doğrultuda yönetmek için öngörülemez bir formla işliyor. Zira toplum açısından öngörülemez  bir hayatın yönetilmesi her açıdan zordur; ve öngörülemez bir hayatın örgütlenemeyeceği, örgütlenemeyen bir hayatın da yönetilemez hale geleceği algısı hem konforlu bir biat hem de kaderci bir ruh halinin beslendiği temel noktadır. Her şey belirsizliğe mahkum edilmişse ve bizler hiçbir şeyi değiştirmeye muktedir değilsek “O zaman yapacak bir şey yok; her şeyi oluruna bırakalım” algısı toplumda hakim hale gelir. Bu durum, devletin ürettiği kaderciliğin etkisiyle tüm kurucu-devrimci akıl ve sezginin, eleştirinin, örgütlenme ve dayanışma tarzlarının ve de toplumsal ütopyaların yağmalandığı bir bekleme halinden başka bir şey değildir. Meseleye buradan bakarsak tüm politik, ahlaki ve hukuki doğrularımızı çöpe atmamamız gerekir. Bu denklemde hegemonyanın kendi oyununu kurmak için inşa ettiği belirsizliklerin yapay olduğunu, hem belirsizliklerin kendisini hem de sonuçlarının değiştirilebilir olduğunu bilmek son derece hayati bir meseledir.

***

O zaman tüm zamanların en rasyonel sorusunu soralım: Ne Yapmalı, Nasıl yapmalı? Güncel gelişmelere geri dönersek; muhalif dinamikler İmamoğlu, Encü veya bir başkası şahsında, her kim bu dönem hukuksuzluğa uğrarsa onunla dayanışmak ve yan yana durmak zorunda. Her yana yana gelme pozisyonunun demokrasi cephesine veya antifaşist cepheye güç vereceği kesindir. Altılı masanın anti faşist bir cephe veya gerçek bir demokrasi cephesi olmamasına rağmen, karşılaşacağı çoklu hukuksuzluklara sessiz kalmak genel olarak tüm muhalefet cephesini zayıflatacaktır. Bunun tersi de doğrudur; yani altılı masanın üçüncü seçenekte duran dinamiklerin yaşadığı çoklu hukuksuzluklara sessiz kalması da benzer sonuçları doğuracaktır. Böylesi bir duruma sürüklenmek bir bütün olarak muhalefet dinamiklerini yeni bir Pirus zaferinden öteye götürmeyecektir.

Fakat altılı masaya yaslanmaktaki konforlu eğilimin ciddi riskleri var; bir kere bu eğilim her şeyden öte sosyalistleri, Kürtleri, kadınları ve ezilen diğer kimlik ve mücadele dinamiklerini kendi hikayesinden uzaklaştıran ve asıl tercihleriyle hareket etmesini zayıflatan bir eksen olduğu unutulmamalıdır. Peki üçüncü yol siyaseti bu güçlenme durumunun kalıcı başarısı için, demokrasi cephesinin veya antifaşist mücadelenin gidişatını altılı masanın kurduğu oyuna indirgemeden veya masaya eklenmiş gibi bir görüntü vermeden, kendi gerçek hikayesini zedelemeden ve politik aklının gerisine düşmeden yapabilecek mi? Üçüncü yol siyasetinin veya seçeneğinin –adına her ne deseniz deyin- altılı masanın yaşadığı hukuksuzluklara omuz vermeden önce cevaplaması ve tartışması gereken asıl soru budur.

Üçüncü yol siyaseti veya üçüncü yol seçeneği, altılı masanın yükünün altına girmeden önce, öncelikle kendi konumunu ve koordinatlarını belirlemelidir, üçüncü yol ittifakını görünür kılmalıdır; şayet her olağanüstü durumda veya eşikte, farklı motivasyonlarla bu olağanüstü durumlara dahil olmaya devam ederse doğal olarak üçüncü seçeneği zayıflatma riskini de büyütecektir; asıl tehlike tam da buradadır. Zira üçüncü yolun veya üçüncü seçeneğin zayıflaması demek antifaşist cephenin veya demokrasi cephesinin en büyük darbeyi yemesi demektir. Dolayısıyla üçüncü yolun dinamikleri, bir an önce ortak meselelerde dağınık durmaktan vazgeçerek, öncelikle altılı masada değil, üçüncü yolda yan yana dizilmeyi dert etmelidir; öncelik kendi birliğini sağlamalıdır, böyle bir politik örgütlenme hattı oluşturularak ancak anti faşist cephe veya demokrasi cephesi güçlenebilir. Üçüncü yol dinamikleri bu düsturla hareket ederlerse kurucu bir dinamik olabilir. Zira altılı masanın beklentisi de bu yönlüdür. Bu nedenle üçüncü yol siyasetinin öncelikli işi kendi öz mevzisini güçlendirmektir; olağanüstü durumlarda ise altılı masa ile ortak zeminlerde yan yana geldikten sonra yine durduğu yere hızlıca geri dönen bir stratejinin öznesi olabilmektir.

Üçüncü yol siyaseti-tercihi-seçeneği İmamoğlu’na yönelik yargı kararında mevzi konumlanmasını örgütlü düzeyde başaramadığı için kimi bileşenlerin yaşanan hukuksuzluklar karşısında eksik kalındığı eleştirisi yapmasına, diğerlerinin ise altılı masaya yönelik hukuksuzluklara karşı çıkmayı burjuva muhalefete yedeklenme olarak kodlamasına zemin hazırlamış oldu. Muhalefetin Yavaş’tan vazgeçip İmamoğlu’na kayma hamlesi, altılı masanın iç rekabetleri, Akşener’in İmamoğlu sempatisi, sanki Kılıçdaroğlu’nu bir kesim tamamen aday olarak kabul etmiş de şimdi İmamoğlu öne çıkarılıyor gibi senaryolar ve Kürtleri misafir olarak gören bir anti faşist cephenin varlığı üçüncü yol siyasetini ana muhalefet bloğuna mahkum eden anlayıştan kaynağını alıyor. Üçüncü yol dinamikleri isimlere değil yapılacak toplumsal işe ve sorumluluğa odaklı bir ortak aday perspektifini dile getirmeli ve teşne olmadan dışarıdan konuşmayı, dışarıdan inşa edilebilecek bir aklın taşıyıcısı olmayı tercih etmelidir. Bu dönemde kim haksızlığa uğruyorsa yanında durmak gerekiyor. Fakat “eklenmemek” önemli; eklenmemek diplomasi yapılmasın,  görüşme yapılmasın, keskin sınırlar çizilsin anlamına gelmez elbette.

Belirsizlik rejimi hem altılı masayı, hem üçüncü yol siyasetini hataya zorlama ve kaybettirme rejimidir. Altılı masanın ekonomiye sıkıştırılan ve ülkenin birçok temel meselesini teğet geçen siyasal stratejisine rağmen iktidarın altılı masaya yönelik hukuksuz ve baskıcı pratiklerine karşı ortak zeminlerde yan yana durmaya devam etmeli. Fakat bunu altılı masanın ihmal ettiği gündemleri daha net bir siyaset ile işleyerek yapabilmeli. Nedir bu gündemler? Demokrasi ve rejim sorunu başta olmak üzere, merkezi ve statükocu siyasete karşı yerel demokrasi vurgusu, kayyım rejimi karşıtlığı, Kürt meselesinde siyasal çözüm savunusu, İstanbul Sözleşmesi, iç ve dış barış, ekoloji, emek mücadelesi ve komşularla ilişkiler. Üçüncü yol siyaseti bu temel başlıklarda altılı masadan farklı olarak söz kurabilmenin, politika üretebilmenin ve tutum alarak siyasette görünür olabilmenin yollarını zorlamalıdır. Böylesi bir siyasal eksende durarak kayyım karşıtlığını, çoklu hukuksuzluğu, despotluğu, sultanik ve İslamik rejime yönelik eleştiri ve siyaseti çok daha “etkili” sonuçlar getirecek şekilde yapmak mümkün.

Sonuç olarak üçüncü yolun konumlanması büyük bir avantaj sağlarken yeni depremleri karşılayabilecek tedbirleri de alabilmeli. Belirsizlik rejiminin son hamleleri olarak İstanbul belediye başkanı hakkında alınan yargı kararı ve Ferhat Encü’ye yönelik çirkin polis şiddeti gibi yeni olayları, üçüncü yol dinamiklerinin daha dayanıklı bir politik hat oluşturmakta gecikmemeleri gerektiğinin alarmı olarak okumak gerekiyor. Bu açıdan üçüncü yoldan meselelere bakmanın hem düşünme tekniği hem de örgütlenme ve siyasallaşma meselesi geleceğimiz açısından son derece hayati bir yerde duruyor. Haftaya “belirsizlik rejiminde toplumu savunma” başlığı ile bu konuyu yazmaya devam edeceğiz.

[1] Belirsizlik ilkesi, 1927 yılında Werner Heisenberg tarafından öne sürüldü. Kuantum fiziğinde Heisenberg’in belirsizlik ilkesine göre, bir parçacığın momentumu ve konumu aynı anda tam doğrulukla ölçülemez. (momentum değişimi = kütle değişimi x hız değişimi).
[2] Toplumsal eylemlerin, doğa olaylarındaki gibi mutlak neden- sonuç ilişkileriyle “doğal” olarak belirlendiğini savunan görüştür.

Mehmet Nuri Özdemir kimdir?

MKÜ Eğitim Fakültesi ve Anadolu Üniversitesi Sosyoloji mezunu. 3 yıl sağlık memurluğu, 13 yıl öğretmenlik hayatından sonra 2016 yılında çıkarılan 675 sayılı KHK ile işinden atıldı. Gazete Karınca’da okur-yazar.

kaynak- Gazete Karınca

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here