Ana Sayfa Haberler Bizi Öldürdüler!- Uğur Türe

Bizi Öldürdüler!- Uğur Türe

0
Bizi Öldürdüler!- Uğur Türe

Gabriel Garcia Marquez, Kırmızı Pazartesi romanında roman boyunca tüm roman kahramanlarının hatta okuyucuların bile bildiği üzere Santiago Nasar’ı öldürürler. Hikaye “öldürüleceği bu kadar ortada olan bir kişi öldürülemez” kanaati ile “acaba öldürülür mü?” geriliminin yarattığı iç sıkıntısıyla okunur. Ama Nasar aynen beklendiği gibi öldürülür.

Okuyucu olarak biz de katillerin suç ortağı gibi hissederiz kendimizi. Santiago Nasar deşilmiş karnından taşan bağırsaklarını avucunda taşırken aslında halasına değil hepimize açıklamaktadır failleri can havliyle:

“Beni öldürdüler.”

Neredeyse bu tüm roman boyunca Nasar’ın ölümüne kayıtsız kalan bu organize kayıtsızlığıyla cinayetin bir parçası haline gelen herkesin ve okuyucunun yüzüne acı gerçeği haykırır. Bir vicdan sızısı ve iç rahatsızlığıyla bitirirsiniz romanı.

Türkiye’de yaşamak da “Kırmızı Pazartesi” romanın içinde yaşamak gibidir. Her felaketten sonra yaşarım bu çaresizlik ve suçluluk duygusunu. Hrant Dink öldürüldüğünde de aynı şeyi hissetmiştim ve bu duygu acımı daha da büyütmüştü.

Bildiğimiz, daha önce deneyimlediğimiz ve beklediğimiz şeyler hiç şaşırtmadan bizi öldürür bu coğrafyada. Afetlerle, iş ve kadın cinayetleriyle, terör saldırılarıyla, faili belli olan faili meçhullerle öldürülür dururuz. Afetlerde ise hepimiz birer Santiago Nasar’a dönüşürüz ve çaresizce bağırırız “bizi öldürdüler?”

Sevgili okuyucu işte bu yazı bizi neyin ve kimlerin öldürdüğünü herkesin bildiğini var sayarak “nasıl öldürüldüğümüzü” anlatmaya çalışacak.

Deprem, sel, heyelan, orman yangınları gibi doğal afetlere müdahale planlarında farklı senaryolar üzerine çeşitli algoritmalar eşliğinde hazırlanır ve “en kötü” senaryoya göre hazırlıklıysanız gerçekten afete müdahale etmeye hazırsınız demektir.

Gördüğüm bu afet senaryoları uzmanlarca gerçekten doğru bir projeksiyonla yapılmış ve olacaklar öngörülmüş.

Peki sonra ne olmuş, Afete müdahale etmek için gerekli kentsel ve coğrafi düzenlemeler yapılmamış, organizasyon, ekipman ve liderlik oluşturulmamış ya da kağıt üzerinde “oluşturulmuş” gibi yapılmış.

Çadırlar konteyner şehirler akarsu drenajı hesap edilmeden “boş bulunan” yere kondurulmuş. Konteyner ve çadır kentlerin zemin tesviyesi ve basit altyapı hizmetleri bile yapılmamış çadırlar adeta kamp çadırı gibi kurulmuş. (ki ben kamp çadırı bile kursam araziyi kontrol ederim bulduğum yere kurmam)

Efendim bu “felaket yüzyılın afetiymiş,” “bir yılda yağacak yağmur bir günde yağmış” falan bunlar hikayedir. Normali herkes yönetir iş ekstrem olan tabiat olayında ortaya çıkacak durumu yönetip afet haline gelmesini engellemektir. Kendini en kötü senaryoya göre hazırlamamaktır.

Türkiye Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsünde mastır yaparken Ömer Peker hocamız iyi yöneticiyi şöyle açıklardı: “İyi yönetici iyi bir liderdir. Yönettiği birimde lüzumlu lüzumsuz her şeye karışan personeliyle didişen, protokollerde boy gösteren sağa sola sürekli emir ve talimat yağdıran kişi değildir. Adeta kendini görünmez kılacak şekilde kurumunu iyi yöneten ve sadece kriz anında boy gösterip krizi yöneten kişidir, yani bir yöneticinin kalibresi kriz yönetiminde test edilir.” derdi.

Yani krizleri yönetemiyorsanız kötü yöneticisiniz. Yönetemediğiniz gibi hele birde bu krizlerin nedeniyseniz bu ülkenin insanlarına, coğrafyasına ihanet ediyorsunuz demektir.

Sonuç olarak bizi deprem, bina, sel değil “insan” öldürdü. Yetersiz, sorumsuz, liyakatsiz, vicdansız, ihmalkar insan. Bizi organize bir çapsızlık, kifayetsiz muhterislik öldürdü. Bu insan tipinin kamu otoritesi üzerindeki egemenliği sona ermeden, bunlara hak etmedikleri yerleri teslim etmekten, bunları tercih etmekten vazgeçmezsek onlar öldürmeye biz ölmeye devam edeceğiz.

Öldürülmek istemiyoruz demenin zamanı gelip de gelemedi mi?

Uğur Türe Kamu Yönetimi Bilim Uzmanı, Coğrafya Eğitimcisi ugurture@gmail.com

ugurture@gmail.com

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here