Ana Sayfa Makale Edilgenlik, Pasifizm ve Sistem İçi Siyaset- Nazım Ilgar Akansel

Edilgenlik, Pasifizm ve Sistem İçi Siyaset- Nazım Ilgar Akansel

0
Edilgenlik, Pasifizm ve Sistem İçi Siyaset- Nazım Ilgar Akansel
Veresçagin'in Savaşın Yüceltilmesi (1871) adlı tablosu pasifizmin ilk sanatsal betimlemelerinden biri olarak sayıla gelmiştir.

Sistemin işleyebilmesinin zarurî yolu otoriteye tabi olan bireylerin edilgen, pasif kalması; yurttaşların verili yasaya uygun bir biçimde siyasal faaliyetlerini yürüterek sistemin bünyesinde hareket etmesidir. Esasında iktisadi parametreden bakıldığında çok farklı bir vaziyetten söz edilemez. Kapitalist modernitenin hegemonyasını kurumsallaştırdığı 19. yy.da; bireycilik, rekabet gibi kavramlarla sömürmeye, başkalarını tahakküm altına almaya yönelik bir tipoloji, karakteroloji çizilirken; üretim süreci yeterince gelişmediği için normatif bakımdan sermaye biriktirmek önem taşıyor, tüketici kimliğinden ziyade olumsuzlayıcı anlamda üretici, sömürücü kimliği açığa çıkıyordu. Ağır çalışma koşullarının, tek bir çarktan idare edilmeye ilişkin üretim sürecinde yabancılaşmaya sebebiyet veren monoton, merkeziyetçi endüstriyel üretimin gelişimi artı değerin çok fazla birikmesine sebebiyet verirken; 19. yy.daki girişimci, sömürücü insan karakterolojisi de bu sebepten ötürü değişiklik gösterme durumunda kalmıştı. Sistemi yönetenlerin perspektifinden bakıldığında 20.yy.dan itibaren -üretim süreci yeterli düzeyde gelişmiş bir yapıya büründüğü için- girişimcilere değil itaatkar; sömürülmeye, uzlaşıya açık insanlara ihtiyaç vardı.

Nazım Ilgar Akansel

Dünya ekonomisinin büyük bir kısmına tröstler, karteller, tekeller hakimdir. Bu mevcut iktisadi vaziyetten ötürü, azınlık grubu teşkil eden ve üst yapıyla uzlaşan gruplanmalar entegrasyon sürecini gerçekleştirerek egemen bir güç haline gelirler ve yaygın kamu kanısının aksine rekabet etmekten ziyade ortaklaşa hareket ededek hiyerarşi içinde altlarında hizmet, emek sektöründe çalışan bireylerin ürettiği artı değeri daha fazla sömürmeye eğilim gösterirler. Bu gerçeklik bir yana, tekeller arasındaki işbirliğini de üretim sürecine katılan işçilerin problemsiz bir biçimde çalışmasına da olanak tanıyan itaatkâr, edilgen insan tipolojisidir.

Parlamenter sistemin işleyişine bakıldığında, kapitalist toplumsal formasyonun iktisadi yapısının işleyişinin siyasal yapısının işleyişine de sirayet ettiğini; geçerli olanın bütünsel bakımdan hegemonya kurma savaşımı olduğuna tanıklık ediyoruz. Belirli bir etik normdan ziyade, siyasi işleyişte önemli olan halkların doğrudan demokrasi mekanizmalarıyla kendi kaderini tayin etmesi değil, aldıkları oyu bir tür sermaye haline getirerek bu sermaye aracılığıyla yeri geldiğinde diğer sermayedarlarla uzlaşmak (siyasi partilerle) veya rekabet etmektir. Tekellerin uzlaşmasına benzer bir biçimde görünürde rekabet ederken büyük meselelerde uzlaşarak; halkın siyasete katılımını, iktidar kavramına reel anlamda muhalefet eden yapılanmaların var olmasını engellerler. Türkiye siyasetinden global siyasete yalnızca ana iki siyasi egemen paradigmanın mevcut bulunması, bu gerçekliğin tezahürüdür.

“Türkiye’de Siyasi Parti Programlarında Ekonomik Görüşler” kitabında belirtildiği gibi: “Siyaset, ekonomiyi etkilerken kendisi de ekonomiden etkilenmektedir. Karşılıklı etkileşim dolayısıyla siyaset ile ekonomi arasındaki ilişki her dönemde güncelliğini korumaktadır.”

Siyasal hiyerarşi ve üretim süreci arasındaki diyalektik, söz konusu istenilen insan karakterolojisi olduğunda daha da belirginleşir. Her iki yapı da kapitalist modernitenin sosyal formasyonunun parçaları olduğundan, istenilen insan tipolojisi itaatkar, edilgen bir tiplemedir. Devlete tapınmanın bir başka ifadesi olan merkeziyetçi ulus devletlerin, sermayenin belirginleşmesiyle paralel olarak ortaya çıkması; sermayenin itaatkâr insan ihtiyacından kaynaklanmaktadır.

İtaatkârlığın, edilgenliğin insanı hayattan kopartıcı bir etkisi vardır. Yurttaş; kendisi eyleyen, aktif karar alıcı olduğunda aynı zamanda akıl ve sevgi güçleri gelişecek, toplumla bütunleşecektir. Yayılmak istenen mevcut pasif, edilgen insan tipolojisi; insanı mekanik bir parça hâline getirerek duygularına, emeğine yabancılaştırarak depresif hâle getirmekte, hayatı anlamsız bulmaya sebebiyet vermektedir.

Şirketlere, devlet otoritesine itaatsizlik gereksinimi elzem boyuta ulaşmıştır. Özellikle devlete karşı sivil itaatsizlik, yalnızca bir siyasi duruşu yaratmakla kalmayıp; edilgen, itaatkâr insan karakterolojisinin de yıkılması anlamına gelecektir. Devletin dayattığı ulusal ritüellerin reddedilmesi, sivil insanlara yönelik aleni şiddet uygulayan birimlere dönüt verilmesi başlangıç olarak kabul edilebilir.

Ekonomik parametreden bakıldığında uzun vaadeli, idealist yaklaşım kolektif iradenin, üretim sürecine katılanların toplumsal aklının baskın hâle gelmesi; bu sayede hiyerarşideki üst otoritenin bertaraf edilerek doğrudan demokrasinin geliştirilmesidir. Rojava’daki kooperatiflerin gayesi budur. Kapitalist modernite içinde yapılması gereken kişinin tüketim ve eğlence endüstrisinden benliğini arındırarak ideolojik hegemonyayı reddetmesidir. Bengi tüketici kişiliğin reddiyesi; beraberinde gelişmiş, eyleyen benliğin önünü açacaktır.

Siyasal boyutta yerel yönetimlere dayalı halk demokrasisi, siyasi yabancılaşmayı ortadan kaldırarak halkın devlet bürokrasisinin ötesinde kendi kaderini tayin etmesine olanak tanıyacaktır. Kapitalist modernite içinde yapılabilecek olan unsurlarsa yerel yönetimleri güçlendirerek komünal demokrasinin temellerini atmak ayriyeten ana akım siyasi partilerin yaklaşımlarının reddiyesini vererek yeni bir paradigmanın gelişiminin önünü açmaktır.

Türkiye özelinde siyasi konformizm tehlikesi günbegün artmaktadır. Ana akım siyasi tekeller; anti-Kürt, anti-demokrasi, militarizm, Türk milliyetçiliği gibi hususlarda uzlaşırken Türkiye’deki radikal demokrasi temelinde özgürleşmeyi savunan siyasal oluşum; bürokrasideki uzlaşmacılar ve Kemalist siyasal tekelin yanında olan figürlerle sistemin potasında eritilmeye, kriminalize edilmeye çalışılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti İHA’larla, kimyasal zehirli bombalarla sivil insanların yaşamına mal olabilirken; bu fiili girişimleri protestoya yönelik sivil insanları hedef almayan eylemler ana akım tarafından kınanabilmekte; konfor alanına düşmüş, binlerce faili meçhul cinayeti üstlenen birisiyle kahvaltı etmeyi arzulayan, emperyalist bir devletin savunma cephesinde çocukların ölmesini kutsayan, muazzam bir ön görüyle 31 Mart seçimlerinde doğru tahlilde bulunan şahsı pasifize etmeye çalışan, yıllar önceki açıklamasından ötürü bir anda özür dileme kararı veren figür son 6 ayda binlerce zehirli bombayı halkların üzerine yığanları kınamazken, devlet şiddetine karşı özgürlük mücadelesi verenleri Türk milliyetçilerinin sempatisini kazanmak, Beyaz Türklerin desteğini almak adına kınayabilmekte; mücadeleci gençliği devletin konsolide etmesine izin vermektedir. Cezaevindeki siyasi figürlerden yıllardır haber alınamıyorken, devlet “demokratik” bir tutumla bu şahsın avukatları aracılığıyla sürekli gündemde kalmasına, konformizm çağrısı yapmasına müsaade etmektedir. Bu şahsın Batı emperyalizmi tarafından kutsanması; binlerce tutsağın tutsaklığına müdahale etmeyen, bir şahsın 25 yılda üç kez telefon görüşmesi yapabilmesinde problem görmeyen AİHM tarafından sürekli gündemde tutulmaya çalışılması; Sezai Temelli ile çelişen açıklamalarının ardından Batı emperyalizminin ve Türk Devleti’nin müttefiki KDP’li medya tarafından olumlanması tuhaf tesadüfler arasında yer almaktadır.

Görüldüğü üzere itaatkarlık olgusu kapitalist modernitenin sürerliliği adına zarurî bir öğedir. Bu öğe insanları üretim sürecinde modern köleliğe tabi tutarken, aynı zamanda tüketim fiilinde yabancılaştırmakta, zamanını kapitalizme harcamasına vesile olmaktadır. İtaatkarlık fenomeni bir taraftan üretim sürecinin sekteye uğramasına mâni olurken, aynı zamanda insanları konformistleştirmekte, halkı konsolide ederek ana siyasi ve ekonomik tekellerin zafere ulaşmasına öncülük etmektedir. Yapılması gereken, konformizm tehlikesine karşı itaatsizlik çağrısını sürekli yenilemek; kişilik onurunu, insan iradesini kıran sisteme karşı yeni bir alternatif paradigmanın ortaya çıkmasını sağlamaktır.

Nazım Ilgar Akansel

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here