Ana Sayfa Ekoloji EKOLOJİ HAREKETLERİ KONFERANSI TUTUM BELGESİ: TÜM VARLIKLAR İÇİN ÖZGÜR VE EŞİT BİR YAŞAMI SAVUNUYORUZ

EKOLOJİ HAREKETLERİ KONFERANSI TUTUM BELGESİ: TÜM VARLIKLAR İÇİN ÖZGÜR VE EŞİT BİR YAŞAMI SAVUNUYORUZ

0
EKOLOJİ HAREKETLERİ KONFERANSI TUTUM BELGESİ: TÜM VARLIKLAR İÇİN ÖZGÜR VE EŞİT BİR YAŞAMI SAVUNUYORUZ



Bizler, gezegende yaşamış ve yaşamakta olan tüm varlıklarla birlikte insanlığın da binlerce
yıllık belleğini, birikimini temsil eden her şeyi sınırsızca tüketmeye, ormansızlaştırmaya, fosil
yakıtların ölçüsüz kullanımına ve bunun sonucunda aşırı iklim olaylarına, emeğin
güvencesiz, eşit olmayan yaşama mahkûm edilmesine kadar farklı yüzleriyle yaşadığımız
politik saldırılara karşı mücadelenin parçasıyız.
Bugün, tüm dünyadaki ekoloji direnişlerinin on yıllardır biriktirdiği deneyim ve direniş ruhuyla,
İstanbul’da, 70’den fazla ekoloji örgütünün çağrısı ve 100’den fazlasının katılımıyla bu
tarihsel buluşmayı gerçekleştirdik. Bir çalıştay ve altı webinarı da içeren bir hazırlık
sürecinden sonra bu Konferansa katılan bizler, ekolojik yaşamı esas alan bir program ve
talepler için bir aradayız. Yaşamımızı, toplumu ve siyaseti bu yönde dönüştürmeye kararlıyız.
EKOLOJİK YIKIMIN FAİLİ BELLİ: SERMAYE
Bugün yaşanan ekolojik krizin temel nedeni insanın bir bütün olarak doğayla ilişkisinin
niteliğinin dönüşmüş olmasıdır. Kapitalizm insanları da kapsayacak şekilde doğayı
metalaştırarak var olabiliyor; ekosistemin özel mülkiyet kapsamına alınması, yaşam
alanlarının çitlenmesi, canlı cansız her varlığın metaya dönüştürülmesine tanık oluyoruz.
Kapitalizm, doğanın ve insanların maruz kaldığı her türlü felaket ve zararlardan yeni kazanç
kapıları çıkarıyor. Aynı zamanda patriyarkal kapitalizm kadını da doğayı da benzer
mekanizmalarla tahakküm altına alıyor. Kapitalizmin yarattığı ekolojik kriz, kitlesel iklim
göçlerine neden olan aşırı iklim olaylarıyla toplumları ayrıştırdığı gibi, kadınları bu sürecin
sonuçlarıyla daha fazla karşı karşıya bırakıyor -ağır ve karşılığı ödenmeyen bir toplumsal
yeniden üretim emeği, üreme haklarının kullanımında belirgin eşitsizlikler, üretimden
koparılma, yurt hakkının ihlali gibi.
PANDEMİNİN NEDENİ EKOLOJİK KRİZDİR
Endüstriyel tarım ve hayvancılık, yabanıl yaşam alanlarına müdahale, küresel egzotik
hayvan ticareti ve ormansızlaştırma, pandeminin başlıca nedenleridir. Ekolojik tahribatın
yılda 9,2 milyon önlenebilir erken ölümüne, COVID 19 pandemisi ile resmi rakamlara göre 7
milyon, araştırmalara göre 20 milyona varan önlenebilir ölüm daha eklendi. İşçi cinayetleri,
sosyal cinayetler bir kırım politikası olarak karşımıza çıktı. Ötekileştirilen tüm topluluklar
pandemiden çok daha fazla etkilendi. Sağlık hizmetini üretenler değil, sağlıksızlıktan para
kazananlar egemen oldu. Tamamen kadınlara yüklenen yeniden üretim işlevleri pandemi ile
daha arttı, kadına yönelik her türlü şiddet artış gösterdi.
TÜRKİYE: İKLİM ADALETSİZLİĞİ DERİNLEŞİYOR, HER YER EKOKIRIM SUÇ MAHALLİ
Türkiye’de iklim kriziyle mücadele gibi bir kaygısı olmayan hükümet, fosil yakıtlara, mega
projelere, ekolojik talanlara dayalı politikalarına yakın geçmişte taslağı ortaya çıkan bir İklim
Yasası gündemi ekledi. Taslağı hazırlanan İklim Yasası’nda doğal ve kültürel varlıkların,
uygarlıkların kentlerle buluşmuş hafızasının, doğanın, biyolojik çeşitliliğin, ekolojik sistemin
korunması amacı yok; taslak sorunu “karbon salımının azaltılması” olarak tanımlıyor.
Emisyon Ticaret Sistemi’ni de getirerek karbon ticareti yoluyla sermayeye yeni kazanç
alanları öngörüyor.
Enerji politikaları yönüyle ise 2022 sonunda yayınlanan Türkiye Ulusal Enerji planında fosil
yakıtlardan çıkmak bir yana, kömüre ve doğalgaza bağlı elektrik kurulu gücünün artırılması,
nükleer enerji santralleri kurulması gibi iklim krizini derinleştiren, ekolojik ve sosyal yıkımları
artıran öngörüler var.
Türkiye’de bugün gittikçe hızlanan ekokırım politikaları hüküm sürüyor. Tarım alanları
maden, enerji, inşaat şirketlerine sunularak yok ediliyor, mera alanları vasıf değişikliği ile
nükleer atık sahası olarak tahsis ediliyor. Doğu Akdeniz’de fosil yakıt aramak üzere yaşanan
ekolojik yıkım, eş zamanlı olarak Yunanistan’la Türkiye arasında savaşa bile yol açabilecek
bir gerginlik üretiyor. İnşaata dayalı büyüme betonlaşma ve ormansızlaşmayı, kentlerin
çölleşmesini beraberinde getiriyor. En çevreci belediyenin bile asfalt dökmekte yarıştığı bir
ülkede doğal alanların, koruların, meraların, bostanların korumakla görevli kurumlardan
korunması gerekiyor. Bilimsel ve hukuksal olmayan uygulamalarla kentlerimizde en ufak
yağmurlar doğal afete dönüşüyor, kent yaşamı imkânsız hale geliyor. Yaşamsal bir değer
olan müştereklerimiz özel mülkiyete dönüştürülüyor.
Hiroşima’nın, Çernobil’in, Fukuşima’nın doğada ve insan hayatında yarattığı sonuçlara
tanıklık eden dünyada, Ukrayna’da süren savaşın da paniğiyle nükleer santraller bir gecede
yenilebilir enerji kaynağı sayılıyor. Akkuyu ile birlikte Sinop’ta da nükleer santraller radyoaktif
atıklarıyla birlikte hayatımıza sokulmaya çalışılıyor. Siyanür havuzları ve cehennem
çukurlarıyla Kazdağları’nın altı üstüne getiriliyor. Üçüncü havaalanı, Kanal İstanbul gibi mega
suçlarla etrafımız sarıldı. Akbelen ormanı ve Uludağ’a yönelik her saldırı bizlere yapılıyor.
SEÇİMDE TAVRIMIZ EKOLOJİDEN YANADIR
Biz bir avuç zenginin doğaya, yoksullara, kadınlara, Kürtlere, LGBTİ+’lara, mültecilere,
engellilere yönelik işlediği bu suçlara ortak olmayacağız. Ortak olanları da, olmaya niyet
edenleri de biliyoruz, hesap soracağız.
Önümüzdeki seçimler, daha önceki seçimlerden farklı olarak Türkiye’de bir rejim tercihi
olarak gündeme gelmiş durumda. Yirmi yıllık varlığını ekolojik yıkım ve talanla sürdüren
iktidardan kurtulmak için güçlerimizi birleştiriyor ve politik bir özne olarak seçimlerde ortak
tutum alıyoruz. Türkiye’yi bekleyen seçimleri söz ve karar hakkımızı, irademizi yok sayan
kayyım siyasetine, tek adam rejimine ve onun yarattığı ekolojik ve toplumsal yıkıma son
verilmesi için bir basamak olarak görüyoruz. Bu seçimde ekolojiyi ve kentleri savunanların,
Gezi’de sokağa taşan ve teslim olmayan milyonların iradesi görünür olacak. Savaş yanlısı
tüm kesimlerin ekolojik yıkıma katıldığını, doğanın sömürüsünün yeni savaşlara yol açtığını
unutmayacağız, unutturmayacağız.
Ancak bizler parlamenter düzenlemelerle ya da AKP’den kurtulmakla ekolojik krizin
sönümlenmeyeceğini biliyoruz. O nedenle kentleri, ormanları, dereleri, tüm doğal ve kültürel
varlıkları önümüzdeki seçimin ana gündemi yapacağız. Seçim günü en büyük Halkın
Katılımı Toplantısı olacak. Programında ekolojiye yer vermeyenleri de ekoloji programları
yeşil boyamadan ibaret olanları da biliyoruz ve her adımımızda deşifre edeceğiz. Bu
konferansta kurduğumuz Çalışma Grubumuz, bütün siyasi partilerin ve ittifakların
programlarını ekoloji merceğinden inceleyecek ve siyasi parti ve ittifaklara mesafemizi
ilan edeceğiz.
Ama bununla yetinmeyeceğiz: Seçimden sonra da tüm ekolojik zarar ya da yıkım içeren
müdahaleleri kayıt altına alacak ve ortak olarak müdahale etmemizi sağlayacak
mekanizmaları bugünden başlayarak yaratacağız. Yaşam alanlarını geleceğe taşımak
isteyenlerle yaşam alanlarını talan edip kâra çevirmek isteyenler arasında bir savaşta
olduğumuzun bilinciyle davranacağız.
EKOLOJİ SÖZLEŞMESİ, EKOLOJİK BİR HUKUK VE ANAYASA İÇİN HAREKETE
GEÇİYORUZ
Kapitalist büyümeyi hedefleyen, yaşam üzerindeki kararları ve takdiri devlete havale eden
her Anayasa yaşamı yok etmeyi meşrulaştırır. Yaşamı özgürleştirmek isteyen bizler, ekoloji
hareketleri olarak böyle bir anayasayı müzakere etmiyoruz.
Bolivya, Ekvador, Honduras, Kolombiya, Rojava gibi birçok ülkede yaşam alanlarına sahip
çıkan ekoloji hareketleri ekoloji sözleşmeleri konusunda önemli yol aldılar. Bizler de diğer
toplumsal hareketlerle, direnişin toplumsal gücüyle ekoloji sözleşmesini yaşama geçireceğiz.
Ana ilkelerini direniş alanlarında ve burada tartışmaya açtığımız Ekoloji Sözleşmesi’ni
önümüzdeki süreçte detaylandıracağız. Ekoloji Sözleşmemizin ana ilkeleri şunlar:
➔ Doğanın haklarını, demokrasiyi ve kadın özgürlüğünü, emeğin
özgürleşmesini öne çıkaran bir sözleşme
➔ Sömürgeci ve ırkçı olmayan, cinsiyetçi olmayan, sömürü ve
tahakküme, derinleşmiş ekolojik yıkıma karşı, antikapitalist bir
sözleşme
➔ Aşağıdan yukarı, yerelden genele, direniş, dayanışma ve
enternasyonalizmi esas alan bir sözleşme
➔ Özyönetimci, hakkın sahiplerinin hakkın gelişmesinde birinci
derecede söz sahibi olduğu, yerel ve toplumsal öz örgütlenmelere
dayalı bir sözleşme
➔ Tarihi birikimi ve halkları tanıyan, kültürel hakları ve varlıkları
koruyan bir sözleşme
➔ Doğa ve emek sömürüsüne son verilmesi prensibine dayalı,
ekokırımın suç olarak tanındığı ve cezalandırıldığı bir sözleşme
➔ Seçenlerin seçilmişleri geri çağırma yetkisini tanıyan bir
sözleşme
EKOLOJİK YAŞAMIN TEMEL İLKELERİ
Bizler şirketlerin ve iktidarların tahakkümüne karşı politik bir mücadele olarak ekoloji
mücadelesi veriyoruz.
Talebimiz sadece maddi ihtiyaçlarla sınırlı değil; sadece ekmek değil gülleri de istiyoruz!
Yaşamın özgürleşmesi sadece çalışma saatlerinin azaltılması, ücretlerin uygun seviyede
olmasıyla değil, emek ve onun ürünü üzerinde kontrol sahibi olmakla, güzellikle, yaptığı işten
zevk almakla, emek zamanının da özgürleşmesi ile olur.
Aynı zamanda;
Az sayıda zenginin ve büyük şirketlerin hizmetindeki ekonomi, yeniden halkın ihtiyaçlarının
hizmetine verilmeli; insan aktiviteleri yaratıcılık ve zevk alınan faaliyetlere yöneltilerek, yıkıcı
ekonomik büyüme sınırlanmalı. Paranın iktidarına karşı dayanışma temelli ekonomik
modeller güçlendirilmeli.
Kapitalizm tarafından kuşatılmış olan ve ekolojik yıkımların görünen nedenleri olarak öne
çıkan bilim ve teknoloji kapitalizmin güdümünden, üniversitelerimiz sermayenin
güdümünden, bilim doğa talanını meşrulaştırma ve yeniden yaratma işlevinden kurtarılmalı.
Ormanları, sucul ekosistemleri yok eden, insanı ve doğayı zehirleyen endüstrilerin hiçbir
şekline ekolojik yaşamda yer olmayacak.
Sadece ve sadece “gerekli” nesnelerin üretimi için doğayla barışık şartlarda enerji üretimi ve
tüketimi olmalı.
Bizler, rant tarafından teslim alınan; müşterekleri, doğal alanları, doğal ve kültürel varlıkları
yağmalanan kentlerimizi, yaşamımızı geri kazanacağız; doğanın kente girmesini, kültürel
yaşantının canlanmasını ve ücretsiz kamu hizmetlerini kentleşme politikalarının merkezine
alacağız.
Barınma hakkını insan dahil bütün canlıların yurt edinme ve istediği çevrede engelsiz
yaşama hakkı olarak görüyoruz. İnsanın dokunabildiği insanlar, ayağını bastığı toprak, içtiği
su, soluduğu havanın bulunduğu yaşama alanını, yani yuvasını savunma hakkını
savunacağız. Hiçbir gerekçeyle zorla yerinden edilmelere izin vermeyeceğiz. Ranta değil
barınma hakkına dayalı konut politikaları geliştireceğiz.
Bizler, bütün bunların ayrılmaz bir parçası olarak; savaş ve güvenlik gerekçesiyle ekolojik
dengeyi bozacak siyasi kararlara, ekosistem katliamları, yerel halkın yaşam alanlarından
sürülmesine karşı mücadele vereceğiz. Antimilitarist mücadeleyi büyüteceğiz. Barış içinde
bir gelecek istiyoruz.
İnsan türü dışındaki tüm canlıların da kendi iyi oluşlarını sağlayacak koşullarda büyüme ve
yaşama hakları vardır. Türleri, biyoçeşitliliği korumak için doğal varlıkları hak sahibi birer
özne olarak tanıyacağız.
SONUÇ: HEP BİRLİKTE DEĞİŞTİRECEĞİZ, HEP BİRLİKTE ÖZGÜRLEŞECEĞİZ
Mücadelemiz, yaşanan ekolojik yıkımlara karşı savunmanın ötesinde, bunlara neden olan
kapitalist sisteme son verme mücadelesidir. Bu nedenle güç olma, sahip olma, fethetme
politikaları olmadan doğayla birlikte yaşamanın yeni yollarını üreterek, yaşamı özgür kılacak,
ihtiyaç için üretecek, biyoçeşitliliği, yaşam döngüsünü ve yaşam alanlarını koruyacak,
yadigâr tohumlara dayanan agroekoloji temelli, hayvanların metalaştırılıp sömürülmediği,
somut olmayan kültürel mirasın korunduğu, EKOKIRIMIN, CİNSKIRIMIN VE İŞÇİ
KIRIMININ OLMADIĞI BAŞKA BİR YAŞAMI örmenin zorunlu hale geldiğini biliyoruz.
Bizler tarlalarımızda özgürce çalışmak, çocuklarımıza güzel bir gelecek hazırlamak,
emeğimizin karşılığını almak, fikirlerimizi özgürce dile getirmek istiyoruz. Adalet istiyoruz. Bir
varlığın başka bir varlığa baskı kurmadığı bir yaşam istiyoruz. İnsansızlaştırılan köylerimizde
yaşamı yeniden kurmaya, kendi kendine yeten, sağlıklı hayatı yeniden oluşturmaya
çalışıyoruz. Gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan bir hayat
istiyoruz.
Bu Tutum Belgesi aynı zamanda bir eylem çağrısıdır. Ekolojik yıkımın konferans salonlarında
veya müzakerelerde durdurulamayacağını biliyoruz: Yalnızca kitlesel eylemler ve yerelden
genele uzanan ortak örgütlenmeler değişimi sağlayabilir. Konferansımıza katılan direnişçi
işçilerin dediği gibi; “doğayı sömürenlerle emeği sömürenler aynı”. Bizler ekoloji hareketleri
olarak sermayenin ve devletin saldırılarına karşı tüm mücadeleleri birlikte yürümeye, tüm
varlıklar için eşit ve özgür bir yaşamı birlikte inşa etmeye çağırıyoruz. Yerel direnişleri
birleştirerek bu sistemden çıkabiliriz. Suyun sermaye birikiminden kurtarılması, nehirlerin
özgür akması için, emeğin kurtuluşu için bir araya geleceğiz. Benden çıkıp, biz olacağız.
Genç kuşaklara da bu ekoloji mücadelesinin coşku ve kararlılığını yansıtacağız.


Üç beş ağaç uğruna birlikte mücadele ettiğimiz Gezi’de birbirimize sarılırken, korku ve baskı
hegemonyasının parmaklıklarını aralayıp, içinden geçtiğimiz ışıklı aralık”a, onun
yaratılmasında kol kola verdiğimiz ve cezaevinden bizleri selamlayan dostlarımız Vahap,
Gönül, Mücella, Çiğdem, Mine, Tayfun ve Can’ın içinde olduğu tüm ekoloji ve yaşam
savunucularına selam olsun. “Yaşamın özgürlüğüdür hem derdimiz, hem kararımız”.
Yaşasın tüm varlıkların özgür, eşit ve şenlikli yaşam hakkı!
Birlikte kazanacağı

21 Ocak 2023, İstanbul

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here