“… Onunla ilgili her şeyi üstükkörü okudum. Onunla yaşamı şöyle ya da böyle paylaşanlardan hep uzak durdum.Ancak 30 yıl sonra, onunla ve onun kısacık yaşamıyla yüzleşme cesaret buluyorum. Bu çalışma ona bir borcumdu, ödemek istedim. “
Ayrıntı YayınlarıYakın Tarih dizisinden Şubat 2018’de çıkan ikinci baskının 34-35-36 sayfalarındaki doğduğu köy olan Oce’deki çocukluk günlerini paylaşıyoruz.
(…)
Cihan sık sık hayvanların ağılına gider onları kaşır, okşar ve severdi. Annesinin az yem verdiğini düşünür, onlara bağlardan daha çok yem toplar getirir ve yedirirdi. Hayvanların hepsinin bir adı vardı: Güldalı, Nazargül, Sevdali vb.
Ahırda teke varsa, onu boynuzlarından tutup kızdırır ve sonra onunla oynamaktan keyif alırdı… Koca ağaçları uygun mevsimlerde budar, taze dal ve yapraklarını hayvanlara yem olarak taşırdı. Onları sık sık otun bol olduğu yerlere götürür otlatırdı. Eğer çok yorulmuşsa denizi hak etmiştir. Annesi onu denize yüzmeye gönderirdi.
Cihan Alptekin ve Deniz Gezmiş, Bursa Cezaevi |
Denize genelde öğlene kadar çalıştıktan sonra gidilirdi. Aşağı yukarı 50 dakika yol inilir ve çıkılırdı. Herkes o saatte gidince yollar kalabalıklaşır, özellikle üniversiteli gençler çok ciddi siyasi tartışmalara girerlerdi. Cihan onları dinleyerek yürümeye bayılırdı. Yolun nasıl bittiğini anlamazlardı. Dönüşte de aynı şekilde dönerlerdi.
Ermenice ve Rumcadan köyün dilinde hâlâ kullanımda olan sözcükleri kullanarak konuşmaya bayılıyorlardı. Okula gittiklerinde ve konuştukları dilin gerçeğiyle karşılaştıklarında o sözcüklerin sözlüklerde olmadığının farkına varmışlardı. Demek ki o sözcükler sadece onların yaşamının bir parçasıydı ve paylaştıkları ortak bir şeydi.
Çok yorulmuyorlardı, “zezgel” oluyorlardı veya “ğheçağhuş” veya “perenktuş” oluyorlardı. Öyle oldular mı da bir iş yapmaya “adiguş” edemezlerdi. Fındık toplarken veya bir iş yaparken “şepşepun” başladı mı ıslanmamak için eve “sagirtirlerdi”.
Cihan Alptekin Trakya köylüleriyle
Başkalarının bahçelerinden elma, armut, kiraz çalacaklarsa “ferağhti” veya “çeşkar”lardan atlamak gerekirdi. Kızdıklarında karşılarındakini dövmezlerdi “geğhladuş” veya “ceğhtuş” ederlerdi. Aman Tanrım şehirlilerin söylemiydi. Onlar “astezu mani” veya “geleyigeloğ” demeyi tercih ediyorlardı.
Hayatım ne demekmiş, “kankulum” veya “güli” demek varken. Güzel bir iş yaptıklarında bir büyüğün erkek çocuklara “tukulunu yeyim” kız çocuklarına da “ciciğini yeyim” demelerinin keyfi nerde vardı? Küçük çocuklara gel seni omuzuma alayım demezlerdi, “kuguşuma” gel derlerdi. Şaşırdıklarında “astezumanı”, “astezugeli”; zorlandıklarında “elunun kori” derlerdi.
Erkeklere seslenirken “do”, kadınlarla seslenirken “ka”yla başlamak gerekirdi. Kurnazlık yapanlar “ğhitipiyoz”, akıllı davranmayanlar “ancumeldi”. Çok akıllı davranmamışlarsa “uzutmuş” olurlardı. Çünkü dişi hayvanlar erkeği aramaya başladılar mı uzuturlardı.
Çok konuşanlar ya “çeğhçeğan”dı ya da “terteran”dı. Onları azarlarken de “terteruş” etme veya “afkurma” yani havlama derlerdi. Hapşırmazlardı, “purdunuş” ederlerdi. Bebeler emeklemezlerdi, “poçuş” ederlerdi.
Dağların, tepelerin hepsinin bir adı vardı: Hortolum, Salahpur, Zıprane, Vetkar, Oğnapur, Bagrepos, Zemag Bağhenoğ, Egenoğ, Çekeloğ, Sugul, Pokut, Kağhane, Gölap, Oce, Masorot, Agreseket, Kenoyin… Her yerde bir anıları vardı.
Cihanın kardeşi Oğuz’un adı “Ğhocika”ydı. Öküz yavrusu demekti. İkiz kardeşleri Zafer ve Muzaffer “Kotif’tiler, küçük teke demekti. Çok hareketli, çalışkan insanlar “Aklecut” gibiydiler çünkü “Aklecut” çekirge demekti. Cihanın adı “Aklecut”tu.[*]
Cihan’la beraber dokuz kardeştiler. Cihan dördüncü kardeşti. Annesinin Ali Rıza’ya olan derin ilgisini pek olağan karşılardı. Çünkü o ağabeydi. Fakat kendinden küçük kardeşi Oğuz’u için için kıskanırdı.
Soldn itibaren, Hale Özgür Kıyıcı, Nuran Alptekin, Semra Alptekin (yeğeni), Diler Alptekin (yengesi), Mustafa Lütfü Kıyıcı, oturan: Aysun Alptekin (kardeşi) mezarının başında
Oğuz biraz narin yapılıydı. Zayıf ve çelimsiz olduğu için evde hiçbir sorumluluk üstlenmezdi. Annesi onun beslenmesine çok özen gösterirdi. Oğuz çok şımartılmıştı. Evin işlerine pek katkı yapmazdı. Başına bir şey gelse, yolda düşse bile, sorumlusu ya Cihan ya da bir başka kardeş olurdu. Cihan nasıl kıskanmasındı.
“Her işi bana yaptır. İyi yiyecekleri ona yedir, değil mi? Daha hiçbir şey yapmayacağım. Görürsün. Sana yardım etmeyeceğim, etmeyeceğim işte diyerek annesine, sızlanırdı zaman zaman.
3. Cihan bu sözcüklerle konuşmayı çok severdi. Köye adımım atar atmaz herkesle bu sözcüklerle konuşurdu.
Annesi onu İçinden çok haklı bulsa da pek açık vermez orta yolu bulmaya çalışırdı.
“Ne yani, sen aç mı kalıyorsun. Var da vermiyor muyum? Hangi anne çocuklarını ayırır. Görmüyor musun onun zayıflığını” derdi.
(…)
Annesinin ve ablasının ağır yükünü hafifletmeye çalışır onların yaşamını kolaylaştırmak için elinden geleni yapardı. Annesi sebzeliklere, tarlaya gübre taşıyorsa Cihan evde oturamazdı. Mutlaka onun yükünü sırtlar götürürdü. Okuluna dönmeden ailenin kışı rahat geçirmeleri için ablalarıyla beraber her işi yapardı.
Arkadaşlarını toplar kışlık odunu keserler ve taşırlardı. Hayvanların kışlık yiyeceklerini hazırlamaya yardım ederdi. Bazen özellikle yorulunca kardeşlerini eve yardım etmemekle suçlardı. Fındık toplamaya gidilirken Nuran genelde evde kalır onlara öğle yemeği hazırlar, öğlende yiyecekleri alır öyle giderdi.
Bir gün Cihan, Nuran’ı fındık toplamaktan kaçmakla suçladı. Nurten ablası çözüm olarak onun evde kalmasını ve Nuran’ın fındık toplamaya gitmesini önerdi. Cihan kabul etti. Evde uyduruk kaydırık bir şeyler hazırlayıp fındık bahçesine geldi. Hiç sesi çıkmıyordu. Ertesi gün fındık toplamak için evden ilk çıkan Cihan’dı.
Ya annesine yaptığı şakalar. Annesinin topu topu gördüğü iki Türk filmini çay bahçelerinde çay toplarlarken ona defalarca anlattırırlar onun filmi anlatışıyla, arada yaptığı yorumlarla eğlenirlerdi… Annesi hiç kızmaz, filmleri anlatması istendiğinde hiç gocunmadan defalarca anlatırdı. Çünkü her anlatışında filmi izlerken yaşadığı mutluluğu yeniden yaşardı sanki.
Ardından Cihan annesine türküler söylerdi. Türküye diğer kardeşlerde katılırdı.
Ayşe, ne güzel gözlerin var.
Gözlerin senden
Sevmesi benden,
Ayrılamam ben senden.
Ayşe ne güzel saçların var
Saçların senden
Taramak benden
Ayrılamam ben senden…
Türkü böyle sürüp giderdi.
Bazen annesinin yanlış kullandığı kelimelerle öykü kurardı.
“Annem çok arnomal (anormal) bir kadın. Ardeşen’de kotluk (koltuk) alırken adamlarla kavga etti.”
Bir gece mahalleden ağabeyler onu denize balık avlamaya götürdüler. Sabaha karşı döndüler. Bir süre sonra bir gürültü koptu. Cihan in aşağı, diye bağırıyordu anne. Nuran koşup baktığında. Cihan evin hiç kullanılmayan üstü tavana açılan kilerin duvarlarına tutunarak tırmanıyordu. Kilerin bir yanı evin dış duvarını oluşturduğu için Cihan bahçeye düşebilirdi. Annesinin çığlıklarını duymuyordu. Uykudaydı. Anne merdivenlerden çatıya koşana kadar Cihan tırmanmıştı bile. Bir şeyler aranıyordu. Anne onu telaşlandırmadan sordu. “Cihan ne yapıyorsun?” Cihan hemen yanıtladı. “Balık avlıyorum da.” Bu olay günlerce gülme konusuydu.
Nuran Alptekin Kepenek |
Nuran ve Cihan aradaki bir buçuk yıl yaş farkına karşın ikiz gibi büyüdüler. İlkokulu kendi köylerinde varolan iki odalı (sınıflı) bir okulda beraber okudular. Nuran Beşikdüzü Öğretmen Okulu’nu bitirdiğinde Cihan Lise 2’deydi. Beraber aynı evi paylaşıp kardeşini okuturken Nuran evlilik nedeniyle Amerika Birleşik Devletleri’ne (ABD); Cihan suyun öteki ucu İstanbul’a hukuk eğitimi için gitti. İlk ayrılık böyle başladı.Nuran, ABD’den döndükten sonra eğitimini devam ettirdi. Öğretmenlik yaparken ve çocuklarını büyütürken, önce Gazi Eğitim Enstitüsü İngilizce Bölümü’nü bitirdi ardından Hacettepe Üniversitesi Dil Bilimi Bölümü’ne girdi. ODTÜ İngilizce Eğitimi Bölümü’nde yüksek lisans yaptı. Evli, iki çocuklu. bia |