Ana Sayfa Haberler Muhalefetin aday sınavı: Kim olsa kazanacak mı?- Evren Balta

Muhalefetin aday sınavı: Kim olsa kazanacak mı?- Evren Balta

0
Muhalefetin aday sınavı: Kim olsa kazanacak mı?- Evren Balta

Özyeğin Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Evren Balta, seçmenin yüzde 60’a varan büyük bir çoğunluğunun iktidara kesinlikle oy vermek istemediğini belirterek, “Bu muhalefetin başarısı değil, iktidarın başarısızlığıydı. Türkiye’de muhalefetin başarısı farklı nedenlerle hoşnutsuzluğunu ifade eden bu grupların oylarının aynı kanaldan akmasını sağlayacak siyasal mekanizmaları inşa etmekten geçiyordu. Bugün partiler neden Altılı Masa’da kendi sayısal oranlarına göre temsil edilmiyorlar sorusunun bundan bir yıl önce yanıtı netti” diye yazdı.

Anket şirketlerinin ne derse desin, bu tarz kritik seçimlerin büyük sürprizlere gebe olabileceğini kaydeden Balta, “Muhalif seçmen cennetin kapılarını açmak için değil, cehennemin kapılarını kapaması için Altılı Masaya onay verdi. Böylesine kritik bir seçimi kazanabilmek için seçime yarın kazanacakmış gibi bir güvenle ve aynı anda hiç kazanamayacakmış gibi bir endişe ile hazırlanmak gerekiyor.” ifadelerini kullandı.

“2022 başında yeni bir dönemin başlangıcı olarak bir araya gelen muhalefet partileri, geldiğimiz noktada bu uzlaşma dağılmış değil ama yaralanmış bir görüntü sergiliyor. Bu yaranın temel nedeni ise somut politika yapım sürecinin ilk adımı olması gereken aday belirlemede ciddi bir tıkanma görüntüsü veriyor olması.”

2022 başladığında iktidardan muhalefete hemen herkesin ortak kanısı ne olursa olsun siyasette yeni bir dönemin başladığı yönündeydi. İktidar bloğunun oyları bir düşme seyrine girerken muhalefet bloğunun oyları yükseliyordu. Muhalefet bloğu 2022 Şubat ayında kendisinden bekleneni yapmış ve Türkiye siyasi yelpazesinin pek çok farklı kanadını temsil eden siyasi partilerin tek bir şemsiye altında ve aynı masa etrafında bir araya geldiğini açıklamıştı.

Muhalefeti bir araya getiren

Muhalefeti her şeyden önce mevcut rejime olan itiraz bir araya getirmişti. Kimileri için bu itiraz Türkiye’nin seküler kimliğini kaybetmesine yönelikti. Din kamusal hayatın temel belirleyici ilkesi haline gelmişti. Kimileri için itiraz kişiselleşmiş otoriter sisteme yönelikti. Türkiye tek parti rejimini sonlandırdığı 1945 yılından beri askeri darbe dönemleri hariç görülmemiş bir otoriterleşme süreci yaşıyordu ve bütün demokratik değerlerde dibe vurmuş durumdaydı.

Kimileri için ise itiraz iktidar bloğunun büyümeye dayalı (örtük) toplumsal sözleşmenin gerekliliklerini yerine getirmemesi ile ilgiliydi. Nitekim Türkiye çok uzun zamandır tanık olmadığı büyük bir ekonomik krizin içinden geçiyor, ücretler açlık sınırının altına orta sınıflar için bile düşüyor ve yoksul sayısı neredeyse her gün katlanarak artıyordu.

Üstelik iktidar Türkiye’nin farklı kimlik bileşenleri için iktidara gelirken verdiği sözleri tutmamıştı. Ne Kürtlerin ne Alevilerin ne de gayrimüslimlerin eşit, özgür vatandaşlık ve adil temsil taleplerinin karşılık bulacağı kurumsal mekanizmaları hayata geçirmişti. 2015 sonrasında ise Kürt seçmenden aldığı desteği kendisine tamamen kaybettirecek baskı politikalarına tam gaz geri dönmüştü.

Muhalefetin başarısı değil, iktidarın başarısızlığı

Kısacası seçmenin artık yüzde 60’a varan büyük bir çoğunluğu şu ya da bu nedenle iktidar bloğuna kesinlikle oy vermek istemiyordu. Bu muhalefetin başarısı değil, iktidarın başarısızlığıydı. Türkiye’de muhalefetin başarısı farklı nedenlerle hoşnutsuzluğunu ifade eden bu grupların oylarının aynı kanaldan akmasını sağlayacak siyasal mekanizmaları inşa etmekten geçiyordu. Bugün partiler neden Altılı Masa’da kendi sayısal oranlarına göre temsil edilmiyorlar sorusunun bundan bir yıl önce yanıtı netti. Hiç kimse tek başına farklı noktalardan yükselen itirazları tek başına aynı yere kanalize edecek ve seçim kazanacak güce sahip değildi. Altılı Masa cehennemin kapılarını kapatma mekanizması olarak seçmenden onay aldı.

Farklı yerlerden rejime itiraz yükselten seçmen de en başından kendisini tam olarak asla ifade etmeyecek ama itirazını bir nihayete erdirecek bu uzlaşmanın farkındaydı. Bu uzlaşmayı onayladı. Brezilya seçimlerinde Bolsanaro karşısında oluşan seçim bloğunun popülerleştirdiği slogandaki gibi bu seçim “cennetin kapılarını açma seçimi değil, cehennemin kapılarını kapama” seçimi olacaktı. Ya da Lula’nın kazandığı seçim zaferinin ertesinde ifade ettiği gibi beklenti “siyasi partilerin, kişisel çıkarların ve ideolojilerin ötesinde/üstünde kurulan bir hareketin” zafer kazanmasıydı.

Bu uzlaşmanın Türkiye siyasal tarihinin en önemli uzlaşmalarından biri olduğunun altını çizeyim hemen. Farklı siyasal geleneklerin birbiriyle eşit ortaklar olarak yuvarlak bir masanın etrafına oturmasının uzlaşı kültürünün çok da serpilip gelişmediği siyasal coğrafyamızda muazzam bir değeri olduğunu vurgulayarak devam edeyim.

Bugün hangi noktadayız?

Ancak geldiğimiz noktada bu uzlaşma dağılmış değil ama yaralanmış bir görüntü sergiliyor. Bu yaranın temel nedeni ise bir vizyon eksikliği ya da bir hükümet programının yokluğu değil. Hiç kuşkusuz pozitif bir gündeme sahip olmak son derece önemli. Ama bu konuda mevcut uzlaşmaya büyük bir toplumsal kredi açıldığını düşünenlerdenim ben. Altılı Masa topluma bir takım somut politikalar önermemesi üzerinden değil, herhangi somut politika yapım sürecinin ilk adımı olması gereken aday belirlemede ciddi bir tıkanma görüntüsü veriyor olmasından dolayı yara alıyor.

Aday belirleme sürecinin sürekli olarak ertelenmesi, hatta bu işin muhalefet içi bir kutuplaşmaya dönüşmesi, aday belirleme tartışmasının sürekli ortada olup hiçbir şekilde nihayete ermiyor olması muhalif enerjiyi emiyor. O enerjiyi seçimlerdeki asıl rekabete dönük bir enerji olmaktan uzaklaştırıp, muhalefetin kendi içinde yürüttüğü bir seçim rekabetine harcatıyor. Seçmeni kendi içerisindeki seçim öncesi bir rekabetin onay mekanizması haline getiriyor.

Duygusal siyasal kutuplaşmanın norm olduğu, kapalı kapılar arkasında alınan kararların siyaseti belirlediği bir toplumsal iklimden çıkma arzusuyla hareket eden ve değişim bekleyen herkes için bu durum elbette olağanüstü büyük bir hayal kırıklığı. Bu hayal kırıklığı hem muhalif seçmen içerisinde hem de kararsız seçmenler arasında “kazanamayacaklar” hissini büyütüyor. Bu hayal kırıklığını yaşayan herkes aynı soruyu soruyor: Neden? Toplumun büyük bir çoğunluğu sonuçta ortak bir siyasi arzuda birleşiyorsa, bu tıkanma ve gerilim neden?

Muhalefetten neden hala aday yok?

Bu sorunun ilk yanıtı sistemsel. Altılı Masa’nın kazanması için birlikte destekleyecekleri aday, sistemin hem çoğunlukçu hem de aşırı yetkilendirilmiş yürütme erkine dayanan yapısı nedeniyle seçildiği anda seçilen kişiyi siyasi olarak en meşru figür haline getirecek. Cumhurbaşkanı halk tarafından doğrudan seçilen; halkın yüzde ellisinden fazlasının desteğini alan yegâne siyasi figür olacak. Türkiye başka bir kurumsal uzlaşma sağlayıncaya kadar (ki bunun ne zaman, nasıl ve hangi şartlarda sağlanacağı pek çok farklı denkleme bağlı) tek kişi tarafından yönetilecek. Bu tek kişi, hele de parlamentoda çoğunluğun alınmadığı bir durumda, Türkiye’nin bütün önemli siyasal kararlarından sorumlu olacak. Geçiş dönemi adaylığı hoş bir vaat olabilir, ancak bu seçilen kişinin ülkeyi yönetmek zorunda kalacağı gerçeğini değiştirmiyor.

Altılı Masa bu sistemi dönüştüreceğini söylese bile bu sistemin dönüşmesi için gereken zaman diliminde cumhurbaşkanının nasıl ve hangi yetkilerle, hangi kurumlarla ve hangi denetim mekanizmaları ile ülkeyi yöneteceğini bilmiyor. Dolayısıyla yetki tek bir kişiye büyük bir belirsizlik üzerinden devrediliyor. Bu varlığını siyasal iktidara talip olma üzerinden tanımlayan herhangi bir siyasal parti için büyük bir tehdit. Bu noktada Altılı Masa’nın güçlendirilmiş parlamenter sistem nasıl olacaktan daha ziyade öncelikle cumhurbaşkanlığı sisteminde cumhurbaşkanın yetkilerinin nasıl kullanılması gerektiği konusunda uzlaşması önemli.

Karizmatik mi, işbirlikçi lider mi?

Bu sistemsel sorunla bağlantılı ikinci sorun ise hangi tipte bir lider arandığı konusunda kafaların karışık olması. Altılı Masa karizmatik aday mı yoksa birleştirici aday mı sorusuna kendi kafasında dahi net bir yanıt veremiyor. Karizmatik liderlik popülist siyasal iktidarlar döneminin yükselen anlayışı. Karizmatik liderler genellikle güçlü iletişim becerilerine sahip, seçmenlerle doğrudan duygusal bağlantı kurma yeteneği olan, zorlu görevleri üstlenebilen kişiler. Tam da bu kişisel özellikleri nedene seçmenle güven ve sadakat uyandıracak şekilde doğrudan ve kolay değişmeyen duygusal bir bağ kuruyor ve kendi etraflarında bir “topluluk” oluşturuyorlar.

Karizmatik liderliğin en temel avantajı ortak biz vizyon yokluğunun yarattığı boşluğu doldurma enerjisine sahip olması, toplumsal enerjiyi program değil duygular üzerinden siyasi değişime kanalize edebilmesi. Türkiye gibi çok uzun bir zamandır karizmatik bir lider tarafından yönetilen ülkelerde bu liderlik tarzı hem kurumsal kültürü hem de seçmenlerin liderlerden beklentilerini dönüştürüyor. Tam da bu dönüşüm nedeniyle karizmatik olmayan liderlerin karizmatik liderler karşısında seçim kazanma olasılığı düşüyor. Ayrıca bir ortaklığın inşa edilemediği durumlarda karizmatik liderlerin ülkeyi, özellikle geçiş dönemlerinde, yönetmesi tam da etrafında yarattığı topluluk ve duygu birliği üzerinden daha kolay.

Toplumsal mobilizasyon mu, kolaylaştırıcı mı?

Bu tarz bir liderlik tarzının siyasal karşıtı ise kendini değil grup ve kurum dinamiklerini ön plana çıkaran, karar alırken hem örgüt içinde hem de toplumsal olarak uzlaşmaya önem veren, geri bildirime açık olan liderlik tarzları. Grup için bağlılığı ve sahipliği farklı fikirlere verilen değer ve saygı üzerinden kuran, daha ılımlı, rasyonel ve kişisel cazibesiyle değil ilkelere ve kurumlarla yöneten liderler bunlar. Bu tarz liderlik biçimlerinin demokratik kültürü güçlendirici bir etki yaptığı bilinse de otoriter kültürlerden çıkış için yeterli enerjiyi sağlayıp sağlayamayacağı ve çıkış sonrasında dağınık muhalefet üzerinden ülkeyi yönetip yönetemeyeceği ana tartışma konusu.

Ama kanımca buradaki en önemli sorun Altılı Masa’nın hem Türkiye’nin hem de masanın ihtiyacı olan lidere kendi arasında karar verememiş olması. Rakamları ve kimin kazanacağını bir kenara bırakarak soruyorum: Altılı Masa adayının toplumla duygusal bağ kurmasını ve o duygusal bağ üzerinden hem seçim hem de sonrasında yüksek bir toplumsal mobilizasyon sağlamasını mı önceliyor yoksa adayının hem Altılı Masa’nın kendi içinde hem de Altılı Masa ve toplum arasında arabulucu rolü oynayacak bir kolaylaştırıcı olmasını mı istiyor?

Eğer masa hangi ismi değil, hangi özellikleri aradığı konusunda karar verebilseydi, ne adaylar sahip olmadıkları özelliklere sahipmiş gibi davranmak zorunda kalacaklardı ne de adaylık süreci bu kadar gerilime sahne olacaktı.

Hangi aday kazanır?

Adayın belirlenmesindeki üçüncü sorun ise kimin kazanabileceği konusundaki tartışmalar. Bu soruya yanıt verirken sayısız anket şirketinin kafamızı çok karıştırdığını ve anketler ne derse desin bu tarz kritik seçimlerin büyük sürprizlere gebe olabileceğini de söylemek isterim. Anket firmalarının tam da tahmin edemediği sonuçların sayısız örneği ile dolu seçimlerin tarihi. 2016 seçimlerinde hemen bütün anket şirketleri Trump’a karşı Hillary Clinton’ın çok kolay bir seçim zaferi kazanacağını söylerken Trump seçim kazanmıştı örneğin. Anketler Brezilya’da Lula’nın Bolsonaro’ya karşı neredeyse 15 puan farkla seçimi kazanacağını öngörürken, Lula kıl payı farkla seçim kazandı.

Üstelik kampanya sırasında adayın performansı, siyasal partilerin örgütlerini adayın arkasında ne kadar mobilize ettikleri, adayın Altılı Masa’nın etrafındaki bütün siyasal partilerin içine sinmesi, adayın Altılı Masayı oluşturan bütün partilerin seçmenleri ile diyalog yeteneğinin yüksekliğinin gibi faktörlerin seçimlerin sonucuna doğrudan etkili olacağını biliyoruz. Ancak bu faktörlerin tamamının sonuca eşitsiz ve birleşik etkisini şimdiden bilmemiz imkânsız. O nedenle anketler kim (daha kolay) kazanır sorusunu yanıtlarken seçmenin arzusuna dair bize bir bilgi verse de, hepimiz sadece bir tahmin yapıyoruz.

“Kim olsa kazanacak” mı?

Kimi siyasetçilerin aday belirleme sürecinde “kim olsa kazanacak” diye düşündüğü ve öyle ise neden biz kazanmayalım öncülünden hareket ediyor olduğu çok açık. Bu gruplar “muhalefetin adayı kim olmalı?” sorusunu çoktan karar verilmiş ve her hâlükârda kazanacağı düşünülen bir adayı muhalif seçmenin seçimlerden önce onaylaması için soruyorlar. Anketler üzerinden seçmenden gelen bilgi siyasetçiler tarafından nasıl olsa aday belli olduğunda herkes bizim gösterdiğimiz adaya oy vermek zorunda kalacak, o yüzden bu bilgiyi önemsemeyelim şeklinde yorumlanıyor. Ve tam da bu durum seçmeni sadece bir onay merciine ve siyasal rekabeti de seçimlerde yapılacak bir faaliyet olmaktan çıkarıp, büyük oranda muhalefet içi bir rekabete dönüştürüyor. Rekabetin içeriye dönmesi ise toplumsal ve siyasal kutuplaşmayı iktidar ve muhalefet arasında olmaktan çıkarıp, muhalefetin kendi içinde motivasyon kaybettiren bir dinamik haline getiriyor.

Üstelik herhangi bir seçimin çantada keklik görülmesi seçim kaybetmenin en önemli nedeni kanımca. Nasıl olsa kazanacağız tutumu yerine, bu seçimi kaybediyor olsaydım kazanmak için ne yapardım sorusunu sormak gerekiyor. Neticede muhalefetin bugün aldığı oy çoğunluğu, dağınık protesto oyları, muhalefet etrafında pozitif gündemde duygusal bir birleşme yok. Dağınık protesto oyları özellikle seçim yaklaştığında çok çabuk yön değiştirebilir.

Ve Kürt oyları

Türkiye’de mevcut başkanlık sistemine geçilmesinin bir nedeni popülist siyasal iktidarların yürütmeyi merkezileştirme eğilimi ise bir diğer nedeni de Kürt siyasetinin parlamentoda artan varlığının yasama ve yürütme süreçlerinde sahip olduğu (ve olmaya devam edeceği) veto etkisinin önüne geçme arzusuydu.

Ancak Kürt oyları yüzde 60 muhalefet ve yüzde 40 iktidar şeklinde halihazırda bölünen oy dağılımında “kral/kraliçe yapıcı”. Türkiye’nin Erdoğan karşıtlığı üzerinden yaşanan mevcut bölünmesinde yaklaşık yüzde 10 olan Kürt oyları hangi blokla hareket ederse o kazanıyor. Başkanlık sistemi Kürt oylarının parlamentodaki etkisini azaltırken, aynı sistemin yüzde elli çoğunluğa dayanan başkanlık seçim yöntemi Kürt oylarına olağanüstü bir güç vermiş durumda.

Bu durum Altılı Masa’yı oluşturan partileri milliyetçi seçmeni ürkütmeyecek ama Kürt oylarına da talip olabilecek bir aday belirlemek gibi yapısal bir zorunluluk ile karşı karşıya bırakıyor.

Bu yapısal bir zorunluluk olduğu kadar Türkiye’nin otoriterlikten çıkış kapısının da anahtarı.

Aday stratejisi güven ilişkisini zedeliyor

Son olarak aday belirlemenin zorlukları konusunda burada bütün tartıştığım sorunlara parti içi dinamikleri eklemek isterim. Kendisine çok da açık şekilde yapılmayan tartışmalara mecburen uzaktan bakan seçmenlere gözüken siyasal partilerin iç tartışmalarının, gerilimlerinin, gündemlerinin aday belirleme sürecini gölgelediği yönünde. Kişisel hırslar, kendi ekibinin kazanması arzusu, kendi partisinin daha fazla güç elde etme isteği mevcut durumda yukarıda tartışmaya çalıştığım ana meselelerin önüne geçmiş gibi gözüküyor. Bu süreçte herhangi bir bireysel rasyonalite (ya da küçük grup rasyonalitesi) kendisi için en iyiyi hedeflerken, aslında kendisinin de kaybedeceği kolektif bir irrasyonaliteye zemin hazırlıyor.

Altılı Masa bu yılın başında kurulduğunda kolektif aklın temsilcisi olma iddiasındaydı. Temel iddiası ülkeyi ilelebet yönetmek değil, seçim kazanmaktı. Seçim kazanmanın da ilk ve en önemli şartı yukarıda tartıştığım temel sorunların düşünüldüğü, kapsayıcı bir aday belirme süreci olacaktı. Bugün biz kimi önünüze koyarsak koyalım siz gidip tıpış tıpış oy vereceksiniz şeklinde güçlü bir biçimde hissedilen siyasal strateji kurulan güven ilişkisini zedeliyor. Altılı Masa’nın aldığı yaraları sararak ve daha da güçlenerek devam etmesi için aday belirleme sürecinin yeniden ortak aklı ve ortak iyiyi öncelemesi lazım. Bunun için de seçilecek cumhurbaşkanından beklentinin ne olacağını, hangi tür liderlik tarzına siyasal olarak ihtiyaç duyulduğunu, seçilecek adayın arkasında masa etrafındaki bütün parti örgütlerinin birleşerek harekete geçip geçmeyeceğini tartmaları gerekiyor.

Muhalif seçmen cennetin kapılarını açmak için değil, cehennemin kapılarını kapaması için Altılı Masaya onay verdi. Böylesine kritik bir seçimi kazanabilmek için seçime yarın kazanacakmış gibi bir güvenle ve aynı anda hiç kazanamayacakmış gibi bir endişe ile hazırlanmak gerekiyor.

Yazar: Evren Balta /  12 Aralık 2022, Pazartesi 

Bu yazı yetkinreport.com sitesinden alınmıştır…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here