Nazım’ı anlatabilmek ne kadar zor. O kendini tüm dünyaya bir ömür süren serüveni ile öyle bir anlatmış ki, ölümsüzlüğünü ilan etmiş saygıların en yücesini hak etmiş bir insan sever önünde bugün bir daha saygı ile duruyoruz.
3 Haziran 1963 tarihinde kaybettiğimiz, Nazım’ı burada tekrar bilinen hayatı ve kesitlerini ifade ederek anmayacağız. Onun değerli düşüncelerini, sözlerini ve birkaç şiirini dile getirmeye çalışacağız. Bugün Nazım’ın birkaç şiirine karşı yazdığım naçizane Nazirelere de yer vereceğim.
Nazım mesela, zor olanı çok başka anlatmış:
- “Gitmek sadece bir eylemdir, unutmak ise kocaman bir devrim.” n.h.r.
Unutmak yüreğine yerleştirdiğin ve hatta kendini bulduğun nice güzel insanlar ile geçirdiğin yaşamın en müstesna anlarını yok etmektir. Bir varlığı bu doğadan dışlamak gibi, içinden söküp atmak basitçe deyim ile bile kendini ondan yoksun bırakmaktır. Devrim kimselerin kalkışamadığı insanlığın en özgür iradesinin vücuda geldiği ve yaşamı güzel kılmak için vazgeçmesi gerekenlerden vaz geçtiği ve ömrünü sadece kendine doğru kabul ettiğin eylemlerin peşine düşmek ise, unutman gerekenleri unutursun.
- “İnsanların kanatları yok, insanların kanatları yüreklerinde” n.h.r.
Kanatlar doğanın uçabilen varlıklarına ait ise, insanların kanatları olmadan uçabilirler mi? Yüreklerinin kanatları ne kadar güçlüdür; insanın duyguları, inançları, düşünceleri, kararları, aşklarının peşinden uçmak veya peşine takarak uçmak öyle mümkün ki… Hazerfen Ahmed Çelebi 1632 yılında Galata Kulesinden kanat takarak uçup Üsküdar Doğancılar Meydanına inmiş olması sadece kanatların varlığı ve lodos havanın yardımı ile uçmuş olduğu söylemi yeterli midir? Yüreğini ortaya koymasa, güvendiği kanatların sadece yüreğindekiler olduğuna inanıp uçma cesaretine erişmesinin temelinde yüreğinin çağırdığı yere gittiği gerçeği yatmaktadır. Bu sözü ilk duyduğumda özümsemişim. O anlarda elimden dökülenler ise aşağıda:
“uçmak isterim aha işte böyle
ardımda bırakarak gökyüzünü
sarılır mısın ha bana şimdi şöyle
ardında bırakarak eski yüzünü
kavuşur musun benimle yağmura sise güneşe
sadece sen ve ben iki yanda kollarımız pür neşe
martıların evine misafir olurduk ilk gecede
çarşafımız bulut yorganımız ten fısıltı sesimizde
ne gam ne tasa ne de cam acayip kalınlıkta
rüzgar o hızıyla uçursa gitsek karanlıkta
kalsa sevgimiz derin iz bırakıp semalarda
uçsak uçsak uçsak defalarca”
(a.t.)
Yani, diktiğin zeytin ağacının meyvesini her sene yemek için yüreğin hiç durmadan yaşamı itecek ileriye, her gün her hafta, her ay…taa ki, memecik zeytini ile edeceğin kahvaltılara ulaşıncaya kadar… her sene meydan okuyarak…
- ”Umuda bin kurşun sıksa da ölüm, unutma! Umuda kurşun işlemez gülüm.” n.h.r.
Kurşun dediğin bir kahpenin elinden çıkan metal parçası, sadece çarpışma hızlı olur. Deler geçer mi, yok çarpışmadır sadece, kapışmadır, dalaştır kahpenin sözü, derstir senin sözün. Umudu küçümseyen kahpeler var ya, bir hedef için bin kurşun atarlar, ama ıskadır hepsi, orada burada sıktıkları palavralar gibi. Hele sen bir gül için çarpıştıysan, ne kelime ölüm, bin kere hedeftir o kanatlı yüreğin.
- “Toprak, sevdiklerimizi aldığı için mi böyle güzel kokar.” n.h.r.
Koku, insanların bu hayatta var olduklarının en duyusal çıktısıdır. Bebeğin olur koklamaktan bıkmazsın, hiç büyümesin istersin geceler boyu içine çekersin artık içindedir, her yerde her an tanırsın uzaktan bile. Sevdiğini koklarsın içine almak için, çiçekleri koklarsın bu doğanın armağanıdır, içindeki sıkıntıları varsa kötü duyguları atarsın. Toprağı koklarsın, güneşin sıcaklığını bir duvar kenarında oturup toprak üzerine özümsemeye çalışırsın. Hissedersin kaybettiklerini, toprağın o insansı kokusuyla…
Bugün pazar
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
Bu kadar benden uzak bu kadar geniş
Bu kadar mavi olduğuna şaşarak
Kımıldamadan durdum
Sonra saygıyla toprağa oturdum
Dayadım sırtımı duvara
Bu anda ne düşmek dalgalara
Bu anda ne kavga ne hürriyet
Bu anda ne düşmek dalgalara
Bu anda ne hürriyet ne karım
Toprak, güneş ve ben
Bahtiyarım
N.H.R.
- “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçe sine” n.h.r.
Hayatın en temel kuramı canlıların bireysel özgürlüğüdür. İnsan doğduğu toplum içinde, daha ilk gününden itibaren toplumsal kurallara, aile geleneklerine göreneklerine boyun eğerek gelişimini sürdürmek zorundadır. Ağaç, Ormanın harika bir parçası olarak başı göğe erercesine dik kusursuz, ödünsüz gelişir ve doğadaşları ile birer kardeştirler. İmreniriz, heybetli ağaçlara, el sürmeden seyrederiz, Ormanın büyüsüne kapılırız. Ağaç gibi hür olmayı ancak kardeşlerimizin varlığını kabul ederek ve saygımızı içtenlikle birbirimize akıtarak yaşamak isteriz. Kimsenin el sürmesini istemez, baltalara karşı direniriz.
- “İçimde mis kokulu kızıl bir gül gibi duruyor zaman”. n.h.r.
“Zaman, her gün kafamıza vurmak istiyor, düşün kaç gün daha buralardasın” diye gıcık ediyor. Sanki her şey zamanın duracağı anı bekliyor ilk günden beri; Demokles kılıcı gibi aniden biterim diyor. Ancak bu diyarda zamanı uzatmak, değerli kılmak, zamanı bir gül içine tıkıp kokusu bitmezcesine yaşam süresini o kokuya bağlamak gerek. Bulup kokusuyla birlikte yüreğinize alın. için o kızıl gülü
zaman
senin için üzgünüm
kaçarsan kaç
seni takip etmeyeceğim
peşine kimi takarsan tak
ben yokum
ben kendi vakitlerimi yarattım
saat yok
güzel anlar var
sevdiğim anlar
bana ve bana ait olanlara dair
hasret yok
geride hiç bir şey
bugün sadece
ve belki yarın
eğer yarın bugünden güzelse
bugün yarın
(a.t.)
*******************
Nazım Hikmet’in bazı şiirlerine yazdığım Nazireleri burada sunuyorum.
DÖRT GÜVERCİN
geldi dört güvercin suda yıkanmak için
su mahpushane yalağındaydı
ve güneş güvercinlerin gözünde
kanadında, kırmızı ayağındaydı
girdi dört güvercin
yıkanmak için
suyun içine
ve kederli toprakta dört insan
baktı dört güvercine
güvercinler hep beraber güneşi taşıyıp
kırmızı ayaklarında uçabilirler
durdurmaz onları demir ve duvar
güvercinlerin yumuşak kanatları var
ve kanatlar şimdi burada, şimdi damın üzerinde
insanların kanatları yok
insanların kanatları yüreklerinde
dört güvercin
güneşe varmak için
yıkandı, uçtu sudan
n.h.
NAZİRE – DÖRT GÜVERCİN
yok artık
ne güvercin ne de su
vurmuyor güneş beynime
işte dışarıdayım
temiz hava nafile
insanlar kederli bitmezcesine
kanat yok
ne sırtta ne yürekte
toprak yok ne bahçeye ne kefene
güneş hala dürtüyor iki huzme
diyorum ki anneme üzülme
işte dışarıdayım güneşte
lokma yok
ne cepte ne cepken de
ben kenarda bir garip yazar
imam küreği kazar da kazar
gidiyoruz henüz alaca
gidiyoruz azar da azar
a.t.
****************
KALDI
kaldı işte
çayımız bardakta
çocukluğumuz sokaklarda
mutluluğumuz kursağımızda
sevdiklerimiz uzaklarda
gülüşlerimiz fotoğraflarda
n.h.
NAZİRE – KALDI
gülüşün fotoğraflarda
sevdiğin uzaklarda
kursağında mutluluğun
sokakta çocukluğun
bardağın yarısında çayın
kalıyor işte
kalıyor da sen neredesin
uzaklarda ve fotoğraflarda yoksun
sokaklar boş yoksun
mutsuzluğun sanki yarım bardak çay gibi
kalıyorsun benden uzak
ey hayat
benden uzak durma
can verdiklerinden ayrı kalma
ümit verdiklerine gerçeği anlat
pisliklere dök çamaşır suyunu
kötüyü uzak kıl
ey hayat
yakın ol içimizde
ne ben sensiz
ne sen insansız olamazsın
ha gayret
a.t.
***************
EN GÜZEL
en güzel deniz:
henüz gidilmemiş olandır.
en güzel çocuk:
henüz büyümedi.
en güzel günlerimiz:
henüz yaşamadıklarımız.
ve sana söylemek istediğim
en güzel söz:
henüz söylememiş olduğum sözdür.
n.h.
NAZİRE – EN GÜZEL DENİZ
ben denizi hemen görmek istiyorum
çocuklarımızın da büyürken denizin güzelliğinin farkında olmasını
en güzel çocuklar onlar
bize gurur verecekler
bizim yaşayamadık diye hayıflandıklarımızı onlar yaşasınlar
henüz söylenmemiş sözler artık merak konusu olmaktan çıktı
konuşmak gerek akşam oluyor
güneş doğarken hep karartma uygulanıyorsa
bir kurşun atmalı perdeye perdeciye
söyle usta söyle be, çıksın şu gıcık boğazlarımızdan
a.t.
*******************************
ÇOK YORGUNUM
çok yorgunum beni bekleme kaptan
seyir defterini başkası yazsın
çınarlı, kubbeli, mavi bir liman
beni o limana çıkaramazsın
n.h.
NAZİRE – ÇOK YORGUNUM
yorgunluğum çok koştuğumdan değildir
gittiğim yoldan dönememenin bedelidir
hasretimin yüreğime işlemesidir
şimdi gidemem o mavi limana
kalem tutmaz elimi adımı yazmam deftere
kaptan sen götür adımı seslen çınar yanı kubbeden
hasretimi oku minareden
oku ki duyulsun hep var olacağım
yazdıklarım onlara bu derin gönlümden
a.t.
Nazım Hikmet, kendisinin dediği gibi, sadece gitti. Onun için devrim yapmadık Onu unutmadık.
Toprak çok güzel kokuyor, sanki Nazımın parfümü bu… O’nun içindeki mis kokulu gül hiç olmasın hep yaşasın. O bu güzel insanların ormanında en değerli Ulu Ağaçlardan birsidir.
En güzel deniz O’nun yüzdüğü deniz idi, ama O çok yorgun idi. Seyir defterinde de kalamadı.
3 Haziran günü; 1963 te 4 Güvercin eşliğinde yüreği kanatlı olarak en güzel denizin üzerinden uçtu gitti…
Attilla Turnaoğlu
