Ana Sayfa Duyurular [Özel Röportaj] Senem Gülbudak “ İyi ki  benim babam, ustam, ışığım bedenini, canını halkına emanet etmiş”

[Özel Röportaj] Senem Gülbudak “ İyi ki  benim babam, ustam, ışığım bedenini, canını halkına emanet etmiş”

0
[Özel Röportaj] Senem Gülbudak “ İyi ki  benim babam, ustam, ışığım bedenini, canını halkına emanet etmiş”
Abdullah Gülbudak - 1983

Devrimci öğretmen Abdullah Gülbudak TÖB-DER YK üyesi tutukluluğu süresince sık sık DAL’da ağır işkencelerden geçirildi ve Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nde 15 Mayıs 1983 de katledildi. Hafızalrımızdan silinmek istenen tarihimiznin neferlerinden Abdullah Gülbudak öğretmenimiz aramızdan ayrılalı 39 yıl oldu. Abdullah Gülbudak kötülüklere karşı mücadele etti. Bugün insanlık hala kötülüklerle karşı karşıya haksız tutuklamalar katliamlar devam ediyor.Abdullah Gülbudak’ı saygıyla anıyoruz- Telgraf

Abdullah Gülbudak Anısına arkadaşımız Hüner Buğdaycıoğlu’nun Senem Gülbudak ile yapmış olduğu Özel Röportajı yayınlıyoruz.

Senem Gülbudak

ÇOCUKTULAR,

12 eylül de çocuk olmayı, çocukları anlatmak en zoru. Annesi babası konuşsun diye işkencehanelere alınan,  görüş günleri anne babalarını görebilmek için heyecanla hazırlanıp cezaevi önlerindeki kötü muameleden nasibini alan, senelerce yalnız kendi kendine büyüyen 12 eylül tanığı çok çocuk var.  Sadece cezaevi ortamıyla tanışanlar da değil, 12 eylülü dışarıda da hissettiler hep. Mesela, adı Deniz, Mahir, Özgür,Ulaş…olan o kadar çok çocuk vardı ki, yakınları sokakta parkta, onlara isimleriyle seslenemedi.  

Abdullah Gülbudak, TÖB-DER yönetim kurulu üyesiydi. 12 Eylül darbesinden birkaç ay sonra sivil polisler evine geldiğinde, evde sadece biri 9 diğeri 10 yaşlarında iki çocuğu vardı. Çocuklar babalarının öğrettiği parolayı biliyorlardı ama çocuktular, boş bulunup kapıyı açtılar. Babalarının arkadaşları olduğunu söyleyen sivil giyimli kişilerden hiç şüphelenmemişlerdi.

Fotoğraf- Senem Gülbudak arşivi

Abdullah Gülbudak eve geldiğinde  polisler onu evde bekliyordu. Tutukluluğu süresince sık sık DAL’da ağır işkencelerden geçirildi.Mamak Cezaevi’nin ağır koşulları  altında  sağlığını yitirdi.TÖB- DER davasından aldığı cezanın infazı için gönderildiği Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nde 15 Mayıs 1983 günü öldü. Cenazesi 19 Mayıs’ta toprağa verildi. Otopsi raporunda “kalp yetmezliği ve damar tıkanıklığı” nedeniyle öldüğü yazıyordu.

O çocuklardan o zamanlar 9 yaşında olan Senem Gülbudak’la ,12 Eylül ana davası sırasında tanıştık. Müdahilliği kabul edildi ve her duruşmayı o hep gülen yüzüyle takip etti. Ama Senem’le babasını konuşmak, ona yaşadıklarını sormak en zoruydu, konuştuk.

HB:  Babanız ve kardeşinizle birlikte yaşıyordunuz değil mi ?

SG: Evet, babam tarih öğretmeniydi. TOB-DER genel merkez yöneticiliğine seçildiği için, Giresun’dan Ankara’ya yerleşmiştik.12 Eylül darbesi olduğunda, annem henüz bebek olan küçük kız kardeşimle Trabzon’da idi. Biz, babam ve Kemal Uzun’la Ankara’da kalmış, evde onların kaçak yaşamlarına eşlik ediyorduk.

HB: O sıra 12 eylül darbesi yapıldı

SG: Darbeden sonra  babam alınacağını hesaplıyordu, önlem olarak kardeşime ve bana  bir parola öğretmişti. Kışa doğru bir gün kapı çalındı, oyuna dalmış, babamın bize öğrettiği parolayı yerine getirmeyi unutmuştuk. Babamın arkadaşları olduklarını söyleyen sivil giyimli şüphe çekmeyen kişilere kapıyı açtık. Eve girdiler ve kitaplardan başlayarak her yeri dağıttılar, kardeşimle o zaman fark ettik. Babam eve geldiğinde her şey için çok geç kalınmıştı. Polisler eşliğinde evden çıkmadan önce kulağımıza bize neler yapmamız gerektiğini fısıldadı. O gece kardeşimle evde yalnız kaldık, sabahladık, haliyle çok korktuk. Düşünün iki çocuk Ankara’da bir kış gecesi evde nasıl tek başına yalnızlığa terk edilebilir? Başımıza her şey gelebilirdi. Devlet, o tarihlerde Çocuk Hakları Sözleşmesini imzalamamıştım diyebilir ama bireylerin yasal hakları çerçevesinde , yükümlülüklerini bu iki korunmasız çocuk için yerine getirebilmeliydi.Ertesi sabah, babamın dediği gibi yaptık, biz iki çocuk yürüyerek bir memleketlimizin  evini bulduk. Onlar bizi memleketimiz olan Fatsa’ya gönderdi. Annemse yaşadığı travmalar nedeniyle akıl sağlığını yitirmişti. Böylelikle  biz, Fatsa’da  dede ve ninemizin yanında bir süre kaldık.

HB: Babanızı görebildiniz mi bir daha ya da haberleşebildiniz mi ?

SG:Cezaevinden mektuplaşırdık babamla.Benim sık sık serzenişlerime rağmen, mektupları geçte olsa ulaşırdı, kusurun onda olmadığını kabullenemezdim bir türlü. Ziyareti için aylar sonra geldik Ankara’ya. Mamak’ta görüş günleri sınırlıydı. Görüş günlerinde saatlerce Mamak’ta kapıda beklerdik. Cezaevi bahçesi ailelerin askerle cebelleşmesine sahne olurdu sıklıkla. İçerde mahkumlarla görüşmek isteyen aileler için görüş günleri psikolojik işkenceye dönüşürdü. Babamla tel kafesin önünde görüşürdük. Son gördüğümde  saçları kazınmış,yüzü solgun ve zayıflamıştı.Ayrılırken askerin ona çok ağır bir laf söylediğini hatırlıyorum.Babamın arkası dönük beni görmediği bir profilden maruz kaldığı bu tablo karşısında, bu durum çok ağrıma gitmişti.Bu onu son görüşüm oldu.

HB:Haberi nasıl öğrendiniz ?

SG: Kardeşimle beni 19 Mayıs  tatili için İstanbul’a halamların yanına göndermişlerdi. Haberi aldıklarında halamlarda bir gariplik olduğunu hissetmiştik. Apar topar memleketimize geri dönmüştük. Bizden bir şeyler sakladıklarını köy evimizin önündeki kalabalığı gördüğümüzde anladık.   Akrabalar bana ve kardeşime sarılıyor, herkes ağlaşıyordu. Babamın tabutu oradaydı. Yüzünü açarak bana öptürmüşlerdi.Babamın ölü bedenini öpmek beni çok ürkütmüştü.Günlerce etkisinden kurtulamadım,sürekli kabus görüyordum.Bu nedenle uzun süre mezarına gidemedim.Tırnaklarımı yemem, altımı ıslatmam  o dönemlere rastlar. Ama onun ışığıyla tüm bunların üstesinden de gelmeyi başarmıştım.

HB: Böyle büyümeye başladınız, mahkeme salonunda  yargıçlara , ben hiç büyüyemedim demiştiniz.

SG: O günden bugüne değin dağılmış bütün puzzle ın parçalarını topluyorum. Gelecekte de o puzzle o resim hiç tamamlanmayacak biliyorum.

H.B:Daha sonra hayatınıza nasıl devam ettiniz?

 Ailenin tüm bireyleri adeta her birimiz ayrı ayrı diyarlara savrulmuştuk. Aile büyükleri, beni amcamın, erkek kardeşimi halamın, henüz çok küçük olan kız kardeşimi de teyzemin bakım ve gözetimine verdiler. Eğitimimize onların yanlarında devam ettik. Ardından üniversiteyi bitirerek kendi yolumuzu çizdik. Kimliğimle, geçmişimle en sert yüzleşmemi üniversite ve mesleğe ilk başladığım yıllarda yaşadım. Yıllarca ‘Neden biz? Neden benim babam? sorusunu kendi kendime sormuş  ve bir türlü uygun dönütleri alamamıştım kendi iç dünyamda. Şimdi mi ? “ İyi ki  benim babam, ustam, ışığım bedenini, canını halkına emanet etmiş” diyorum.

HB: Babanıza ait  ilk  mektupları kurtardığınızı söylemiştiniz.

SG: Bizim büyük dede öldükten sonra eski ev yıkılacaktı, köy ziyaretim esnasında babamın mektupları geldi aklıma. Köyde yıkılmakta olan harabe evin içinden mektupları  kurtardım. Orada emin ellerde olduğunu düşünmüştüm oysaki.

HB:  Sonra babanızın DAL’da, Mamak’ta yaşadıkları ve Ulucanlar cezaevinde ölümü ile ilgili gerçekleri aramaya başladınız, buldukça hangi gerçeklerle karşılaştınız ?

SG: Babam, genel merkez yöneticisi olması nedeniyle TOB-Der davasından 8 yıl ceza almıştı. Ayrıca Dev-Yol ana davada da yargılanıyordu. Referandum sonrası 12 Eylül davasının açılacağını duyduğum andan itibaren onu tanıyan, gerek emniyette, gerekse DAL, Mamak ve Ulucanlar sürecinde yaşadığı işkence ve kötü muamelelere tanık olabilecek yol arkadaşlarına ulaşabildim. Tanık arkadaşlarının verdikleri bilgiler ışığında babama dair pek çok bilgiye ulaştım. TÖB-DER  yöneticisi olduğu için babamın özellikle hedef alındığı , her gün koğuştaki sayımlarda ve gün içerisinde coplama, her türlü aşağılama, mahkumların üzerine köpek salma gibi insanlık dışı pek çok uygulamanın sistematik olarak yaşandığını öğrendim. 12 Eylül ana davası müdahili olarak başvururken, tanıklık yapacak arkadaşlarının listesini mahkeme heyetine sunmuştum. Babamın ölümüne ilişkin gizleri ortaya çıkarmak elbette kolay olmadı. Ulucanlar Cezaevine naklinin ardından rahatsızlandığı, revire kaldırıldığı, revirde tedavisiz bekletildiği,orada yaşamını kaybettiği, geçiştirici ilaçlarla (Linkosin.Becozim-C v.s) tedavi edildiğini ortaya çıkardık. İhmal ve işkence sonucu hayatını kaybettiği sonradan yapılan inceleme ve otopsi raporuna göre ayan beyan görünüyordu. Otopsi raporu da  11.5.1983  tarihinde revire kaldırıldığı ve hayatını kaybettiği, 15.5.1983 tarihine kadar bekletilerek ölüme terk edildiğini  doğruluyordu.

Fotoğraf- Senem Gülbudak arşivi

HB: Abdullah Gülbudak’ı bize anlatır mısınız ?

SG: Babam çok özel bir insandı. İlk satranç ustamızdı. En iyi oyun arkadaşımdı, horoz dövüşü oynardık birlikte. Bana ilk aldığı kitap ‘Küçük Kara Balık’tı. Sonrasında da kardeşimle bana ilk kitap setimizi hediye etmişti. Bizi haftalık çocuk dergilerine abone yapmıştı. Cezaevinden bile hep takibini yapardı. Ama itiraf etmeliyim ki arada kaytarırdık.Ondan gizli Teksas, Tommiks, Agatha Christie serilerini çok yutmuşuzdur. Çok iyi bir aşçıydı. Onun pişirdiği yemeklerin tadı hala damağımdadır. İlk türkülerimi, marşlarımı  ondan dinledim. Cezaevinin duvarlarında da onun yanık sesinin yankılandığını mahpus arkadaşlarından duymuşluğum vardır.O benim babam ve kahramanımdı.

Yarın: 12 eylül de, gözaltında ilk  kaybedilen Cemil Kırbayır’ı kardeşi Michael Kırbayır  ve Yakınlarını  Gözaltında kaybeden Cumartesi Annelerinin mücadelesi.

Abdullah Gülbudak, TÖB-DER yönetim kurulu üyesiydi. 12 Eylül darbesinden birkaç ay sonra sivil polisler evine geldiğinde, evde sadece biri 9 diğeri 10 yaşlarında iki çocuğu vardı. Çocuklar babalarının öğrettiği parolayı biliyorlardı ama çocuktular, boş bulunup kapıyı açtılar. Babalarının arkadaşları olduğunu söyleyen sivil giyimli kişilerden hiç şüphelenmemişlerdi.

 Abdullah Gülbudak eve geldiğinde  polisler onu evde bekliyordu. Tutukluluğu süresince sık sık DAL’da ağır işkencelerden geçirildi.Mamak Cezaevi’nin ağır koşulları  altında  sağlığını yitirdi.TÖB- DER davasından aldığı cezanın infazı için gönderildiği Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nde 15 Mayıs 1983 günü öldü. Cenazesi 19 Mayıs’ta toprağa verildi. Otopsi raporunda “kalp yetmezliği ve damar tıkanıklığı” nedeniyle öldüğü yazıyordu.

O çocuklardan o zamanlar 9 yaşında olan Senem Gülbudak’la ,12 Eylül ana davası sırasında tanıştık. Müdahilliği kabul edildi ve her duruşmayı o hep gülen yüzüyle takip etti. Ama Senem’le babasını konuşmak, ona yaşadıklarını sormak en zoruydu, konuştuk.

HB:  Babanız ve kardeşinizle birlikte yaşıyordunuz değil mi ?

SG: Evet, babam tarih öğretmeniydi. TOB-DER genel merkez yöneticiliğine seçildiği için, Giresun’dan Ankara’ya yerleşmiştik.12 Eylül darbesi olduğunda, annem henüz bebek olan küçük kız kardeşimle Trabzon’da idi. Biz, babam ve Kemal Uzun’la Ankara’da kalmış, evde onların kaçak yaşamlarına eşlik ediyorduk.

HB: O sıra 12 eylül darbesi yapıldı

SG: Darbeden sonra  babam alınacağını hesaplıyordu, önlem olarak kardeşime ve bana  bir parola öğretmişti. Kışa doğru bir gün kapı çalındı, oyuna dalmış, babamın bize öğrettiği parolayı yerine getirmeyi unutmuştuk. Babamın arkadaşları olduklarını söyleyen sivil giyimli şüphe çekmeyen kişilere kapıyı açtık. Eve girdiler ve kitaplardan başlayarak her yeri dağıttılar, kardeşimle o zaman fark ettik. Babam eve geldiğinde her şey için çok geç kalınmıştı. Polisler eşliğinde evden çıkmadan önce kulağımıza bize neler yapmamız gerektiğini fısıldadı. O gece kardeşimle evde yalnız kaldık, sabahladık, haliyle çok korktuk. Düşünün iki çocuk Ankara’da bir kış gecesi evde nasıl tek başına yalnızlığa terk edilebilir? Başımıza her şey gelebilirdi. Devlet, o tarihlerde Çocuk Hakları Sözleşmesini imzalamamıştım diyebilir ama bireylerin yasal hakları çerçevesinde , yükümlülüklerini bu iki korunmasız çocuk için yerine getirebilmeliydi.Ertesi sabah, babamın dediği gibi yaptık, biz iki çocuk yürüyerek bir memleketlimizin  evini bulduk. Onlar bizi memleketimiz olan Fatsa’ya gönderdi. Annemse yaşadığı travmalar nedeniyle akıl sağlığını yitirmişti. Böylelikle  biz, Fatsa’da  dede ve ninemizin yanında bir süre kaldık.

HB: Babanızı görebildiniz mi bir daha ya da haberleşebildiniz mi ?

SG:Cezaevinden mektuplaşırdık babamla.Benim sık sık serzenişlerime rağmen, mektupları geçte olsa ulaşırdı, kusurun onda olmadığını kabullenemezdim bir türlü. Ziyareti için aylar sonra geldik Ankara’ya. Mamak’ta görüş günleri sınırlıydı. Görüş günlerinde saatlerce Mamak’ta kapıda beklerdik. Cezaevi bahçesi ailelerin askerle cebelleşmesine sahne olurdu sıklıkla. İçerde mahkumlarla görüşmek isteyen aileler için görüş günleri psikolojik işkenceye dönüşürdü. Babamla tel kafesin önünde görüşürdük. Son gördüğümde  saçları kazınmış,yüzü solgun ve zayıflamıştı.Ayrılırken askerin ona çok ağır bir laf söylediğini hatırlıyorum.Babamın arkası dönük beni görmediği bir profilden maruz kaldığı bu tablo karşısında, bu durum çok ağrıma gitmişti.Bu onu son görüşüm oldu.

HB:Haberi nasıl öğrendiniz ?

SG: Kardeşimle beni 19 Mayıs  tatili için İstanbul’a halamların yanına göndermişlerdi. Haberi aldıklarında halamlarda bir gariplik olduğunu hissetmiştik. Apar topar memleketimize geri dönmüştük. Bizden bir şeyler sakladıklarını köy evimizin önündeki kalabalığı gördüğümüzde anladık.   Akrabalar bana ve kardeşime sarılıyor, herkes ağlaşıyordu. Babamın tabutu oradaydı. Yüzünü açarak bana öptürmüşlerdi.Babamın ölü bedenini öpmek beni çok ürkütmüştü.Günlerce etkisinden kurtulamadım,sürekli kabus görüyordum.Bu nedenle uzun süre mezarına gidemedim.Tırnaklarımı yemem, altımı ıslatmam  o dönemlere rastlar. Ama onun ışığıyla tüm bunların üstesinden de gelmeyi başarmıştım.

HB: Böyle büyümeye başladınız, mahkeme salonunda  yargıçlara , ben hiç büyüyemedim demiştiniz.

SG: O günden bugüne değin dağılmış bütün puzzle ın parçalarını topluyorum. Gelecekte de o puzzle o resim hiç tamamlanmayacak biliyorum.

H.B:Daha sonra hayatınıza nasıl devam ettiniz?

 Ailenin tüm bireyleri adeta her birimiz ayrı ayrı diyarlara savrulmuştuk. Aile büyükleri, beni amcamın, erkek kardeşimi halamın, henüz çok küçük olan kız kardeşimi de teyzemin bakım ve gözetimine verdiler. Eğitimimize onların yanlarında devam ettik. Ardından üniversiteyi bitirerek kendi yolumuzu çizdik. Kimliğimle, geçmişimle en sert yüzleşmemi üniversite ve mesleğe ilk başladığım yıllarda yaşadım. Yıllarca ‘Neden biz? Neden benim babam? sorusunu kendi kendime sormuş  ve bir türlü uygun dönütleri alamamıştım kendi iç dünyamda. Şimdi mi ? “ İyi ki  benim babam, ustam, ışığım bedenini, canını halkına emanet etmiş” diyorum.

HB: Babanıza ait  ilk  mektupları kurtardığınızı söylemiştiniz.

SG: Bizim büyük dede öldükten sonra eski ev yıkılacaktı, köy ziyaretim esnasında babamın mektupları geldi aklıma. Köyde yıkılmakta olan harabe evin içinden mektupları  kurtardım. Orada emin ellerde olduğunu düşünmüştüm oysaki.

HB:  Sonra babanızın DAL’da, Mamak’ta yaşadıkları ve Ulucanlar cezaevinde ölümü ile ilgili gerçekleri aramaya başladınız, buldukça hangi gerçeklerle karşılaştınız ?

SG: Babam, genel merkez yöneticisi olması nedeniyle TOB-Der davasından 8 yıl ceza almıştı. Ayrıca Dev-Yol ana davada da yargılanıyordu. Referandum sonrası 12 Eylül davasının açılacağını duyduğum andan itibaren onu tanıyan, gerek emniyette, gerekse DAL, Mamak ve Ulucanlar sürecinde yaşadığı işkence ve kötü muamelelere tanık olabilecek yol arkadaşlarına ulaşabildim. Tanık arkadaşlarının verdikleri bilgiler ışığında babama dair pek çok bilgiye ulaştım. TÖB-DER  yöneticisi olduğu için babamın özellikle hedef alındığı , her gün koğuştaki sayımlarda ve gün içerisinde coplama, her türlü aşağılama, mahkumların üzerine köpek salma gibi insanlık dışı pek çok uygulamanın sistematik olarak yaşandığını öğrendim. 12 Eylül ana davası müdahili olarak başvururken, tanıklık yapacak arkadaşlarının listesini mahkeme heyetine sunmuştum. Babamın ölümüne ilişkin gizleri ortaya çıkarmak elbette kolay olmadı. Ulucanlar Cezaevine naklinin ardından rahatsızlandığı, revire kaldırıldığı, revirde tedavisiz bekletildiği,orada yaşamını kaybettiği, geçiştirici ilaçlarla (Linkosin.Becozim-C v.s) tedavi edildiğini ortaya çıkardık. İhmal ve işkence sonucu hayatını kaybettiği sonradan yapılan inceleme ve otopsi raporuna göre ayan beyan görünüyordu. Otopsi raporu da  11.5.1983  tarihinde revire kaldırıldığı ve hayatını kaybettiği, 15.5.1983 tarihine kadar bekletilerek ölüme terk edildiğini  doğruluyordu.

Fotoğraf- Senem Gülbudak arşivi

HB: Abdullah Gülbudak’ı bize anlatır mısınız ?

SG: Babam çok özel bir insandı. İlk satranç ustamızdı. En iyi oyun arkadaşımdı, horoz dövüşü oynardık birlikte. Bana ilk aldığı kitap ‘Küçük Kara Balık’tı. Sonrasında da kardeşimle bana ilk kitap setimizi hediye etmişti. Bizi haftalık çocuk dergilerine abone yapmıştı. Cezaevinden bile hep takibini yapardı. Ama itiraf etmeliyim ki arada kaytarırdık.Ondan gizli Teksas, Tommiks, Agatha Christie serilerini çok yutmuşuzdur. Çok iyi bir aşçıydı. Onun pişirdiği yemeklerin tadı hala damağımdadır. İlk türkülerimi, marşlarımı  ondan dinledim. Cezaevinin duvarlarında da onun yanık sesinin yankılandığını mahpus arkadaşlarından duymuşluğum vardır.O benim babam ve kahramanımdı.

Röportaj- Hüner Buğdaycıoğlu

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here