Ana Sayfa Makale Sahte haberler çağında gazeteci Karl Marx’ı herkese tanıtmalıyız – Naren Singh Rao

Sahte haberler çağında gazeteci Karl Marx’ı herkese tanıtmalıyız – Naren Singh Rao

0
Sahte haberler çağında gazeteci Karl Marx’ı herkese tanıtmalıyız – Naren Singh Rao

Karl Marx, modern çağın en ufuk açıcı düşünürlerinden biridir. Radikal düşünceleri, insan yaşamının tüm alanlarını sayısız şekilde etkiledi. Düşüncelerinin modern epistemoloji ve medeniyet üzerindeki etkisi, çağdaş zamanlarda hiçbir düşünürün, onun yazılarına atıfta bulunmadan, toplum, ekonomi, politika veya kültür hakkında derinlemesine düşünemeyeceği gerçeğiyle ölçülebilir.

Gerçekte, Marx, onu felsefik olarak ‘yeterli’ (!) bulmadıkları için geleneksel filozoflar tarafından bir ‘filozof’ olarak görülmedi. Benzer şekilde, geleneksel sosyologlar tarafından da bir “sosyolog” olarak görülmedi, çünkü onlara göre Marx “saf” bir sosyolog değildi!

Bununla birlikte, on yıllar boyunca, yazıları her tondan akademisyenin yenilenmiş ilgisini çekmiş ve şimdi sosyal bilimler müfredatında okunmakta ve takdir edilmektedir. Örneğin, Marx günümüzde sosyolojide Emile Durkheim ve Max Weber gibi ‘saf’ sosyologların yanında, klasik sosyolojik düşünürlerden biri olarak öğretiliyor.

Bununla birlikte, Marx, gazeteciler ve medya akademisyenleri tarafından bir gazeteci olarak geniş çapta hâlâ kabul görmüyor. Bu, muhtemelen, tarih, ekonomi politik ve sosyoloji gibi konularda karmaşık ve titiz araştırmalarla değil, yüzeysel olanla uğraşmaya alışkın olan ana akım kurumsal medyada var olan belirgin bir önyargı ve miyopinin yaygınlığından kaynaklanıyor olabilir. Marx’ın bir gazeteci olamayacak kadar “bilimsel” ve “politik” olduğu varsayılıyor!

Gerçekte, gazeteci Marx’a karşı kayıtsızlık, bizatihi onun gazetecilik çalışmalarının ve mirasının, genellikle dünyanın herhangi bir yerindeki gazetecilik okullarında ve haber merkezlerinde öğretilmemesiyle açıklanabilir. Gazetecilik ve kitle iletişimiyle ilgilenen bazı yüksek öğrenim kurumlarında, radikal bir çerçeveden Marksist bir eleştiri getirmek ya da medya ve toplum, medya ve çatışma bölgeleri veya medya ve halk hareketleri gibi kavramlar üzerinde yeniden düşünmek neredeyse bir küfürdür. Örneğin, Marx’ın çeşitli önemli teorilerinden (emek değer teorisi dahil), Hindistan da dahil olmak üzere değişik kitle iletişim ve gazetecilik kurumlarındaki lisans ve lisansüstü çalışmalarda kasıtlı olarak uzak durulur.

Gazeteciliğin Marx’ın asıl işi olmadığı doğrudur. Marx özünde bir bilim insanıydı. O, ilerici, radikal ve dogmatik olmayan duruşu nedeniyle zamanının ana akım Alman akademik topluluğu tarafından sosyal olarak dışlandığı için gazeteciliği, hayatta kalmada ekonomik zorunluluk olan bir meslek olarak seçmeye mecbur bırakıldı.

Nitekim Marx, bir profesyonel gazeteci olarak, 1842’den 1865’e kadar hayatının ilk döneminde inatla gazetecilik yaptı. Bu dönemde, Rheinische Zeitung ve Neue Rheinische Zeitung adında iki ilerici ve düzen karşıtı gazete yayınladı ve 19. yüzyılın önde gelen gazetelerinden biri olan The New York Tribune’un (Avrupa) büro şefi olarak görev yaptı, analitik gazeteciliği ve o zamanlar hakim olan ‘kuruş basının’ (penny press/ucuz ve tabloid basın) hegemonyasına muhalefetiyle büyük saygı gördü.

Ayrıca, Marx, The People’s Press, Die Revolution ve Die Presse dahil olmak üzere çeşitli gazete ve dergilere siyasi, sosyal ve ekonomik konularda geniş kapsamlı yüzlerce makale yazdı. Nitekim, 1851 Fransız darbesinin ardından gelişen Louis Napoleon Bonaparte’in diktatörlüğünü anlatan, politik olarak derin ve tarihsel olarak aydınlatıcı metni olan, Louis Bonaparte’ın Onsekizinci Brumaire’i, bütün zamanların en temel, en derin gazetecilik eserlerinden biri olmaya devam ediyor.

Benzer şekilde, Marx, sömürge Hindistan’ı üzerine birkaç ufuk açıcı, isabetli makale yazdı. İyi bilinen makalelerinden bazıları şunlardı: “Hindistan’daki Britanya Egemenliği”, “İngiliz Pamuk Ticareti” ve “Britanya’nın Hindistan’daki Egemenliğinin Gelecekteki Sonuçları”.

Gerçek şu ki, Karl Marx, tüm biçimlendirici entelektüel kariyeri boyunca, gazetecilik aktivizmi nedeniyle zamanının iktidar seçkinleri tarafından geniş ölçüde hedef alındı, takip edildi ve cezalandırıldı. En önemlisi, birçok kez kaçmaya ve yıllarca sürgünde yaşamaya zorlandı.

Gerçekte bir gazeteci olarak Marx, özgür basın davasını savundu. Zamanının her acil sorununda aralıksız olarak radikal makaleler yazmakla kalmadı, aynı zamanda gazetecilikle ilgili olarak özgür basın savunuculuğu yaptı. Hiç şüphesiz, toplumda basının varlığının çok önemli olduğuna ve dolayısıyla tamamen özgür kalması gerektiğine inanıyordu.

Bu bağlamda, onun özgür basın konusundaki duruşunun, özgürlükçü okulun özgür basın görüşüne oldukça benzer olduğunu belirtmek önemlidir. Elbette bu, 20. yüzyılın “komünist” ülkelerinde, tamamen devlete bağımlı olan basının statüsüyle keskin bir tezat oluşturuyor. O özgür basının davasını şu sözlerle savunuyordu:

“Özgür basın halkın ruhunun her yerde uyanık olan gözüdür, bir halkın kendine inancının somutlaşmış halidir, bireyi devlet ve dünyayla bağlayan anlamlı bağdır; maddi mücadeleleri entelektüel mücadeleye dönüştüren ve ham malzeme biçimlerini idealleştiren somutlaşmış kültürdür. Halkın kendine dürüstçe itirafıdır… Halkın kendini içinde görebileceği ruhsal aynadır. Kömür gazından daha ucuz, her kulübeye sağlanabilen Devletin ruhudur. Çok yönlüdür, her yerde bulunur, her şeyi bilendir.”

Ayrıca, bir gazeteci iken, Marx hararetle bir basın yasası için kampanya yürüttü. Basın yasası mekanizmasına sahip olmanın baskıcı sansür rejimine karşı en iyi savunma olduğuna tereddütsüz inanıyordu. O bu konuyu şöyle tartıştı:

“Basın hukukunda özgürlük cezalandırılır. Sansür yasasında özgürlük cezalandırılır. Sansür yasası özgürlüğe karşı bir şüphe yasasıdır. Basın yasası, özgürlüğün kendisine verdiği bir güven oyudur. Basın yasası, özgürlüğün kötüye kullanılmasını cezalandırır. Sansür yasası, özgürlüğü bir istismar olarak cezalandırıyor. Özgürlüğe bir suçlu muamelesi yapıyor, yoksa polis gözetiminde olmak her alanda aşağılayıcı bir ceza olarak görülmüyor mu? Sansür yasası bir yasanın sadece biçimine sahiptir. Basın yasası ise gerçek bir yasadır.”

Nitekim, Marx’taki gazeteci, sayısız yolla, içindeki politik aktivisti şekillendirdi ve bunun tersi de geçerliydi. Örneğin, Rheinische Zeitung ve Neue Rheinische Zeitung gibi kendini adamış gazetelerine editörlüğü esnasında, işçi sınıfını sonraki devrimlere (Halkların İlkbahar Zamanı olarak da bilinen 1848 devrimleri) giden yolda yorulmadan eğitmeye çalıştı.

Bu anlamda, filozof Marx’ın gazetecilik aktivizmi aracılığıyla Feuerbach üzerine on birinci tezini uygulamakta zorlandığı iddia edilebilir:

Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli şekillerde yorumlamışlardır; önemli olan onu değiştirmektir.

Şüphesiz, şirketler tarafından yönetilen, ana akım haber medyasının çoğunun Hindistan’da olduğu gibi sürekli olarak bilgiyi (ve dezenformasyonu) 24 saat boyunca, anlık habercilik (ve yanlış bildirme), sahte haber ve egemen düzenin destekleyicisi olarak propaganda yoluyla devamlı olarak köpürttüğü çağdaş “köpürtme gazetecilik ” zamanlarında, – Marx’ın gazetecilik mirası, yani anlık ve yüzeysel olanın ötesine geçen ve karmaşık ve dönüştürücü; siyasi, sosyal ve kültürel olayların alt metnini özenli, titiz bir entelektüel dikkat ve dürüstlükle ortaya çıkaran analitik gazetecilik peşinde koşması büyük önem taşıyor.

Gerçekten, bilgili, nesnel ve analitik gazeteci Karl Marx’ın yeniden canlandırılıp herkese tanıtılmasının ve onun gazetecilik geleneği ruhunun her yerde uygulanmasının tam zamanı.

(*) Çevirinin 12 Mayıs 2021’de The Wire’da yayınlanan orijinali için tıklayınız.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here