Gala, Salvador Dali
“İnsanlarda tek sıcak kanun,
üzümden şarap yapmaları,
kömürden ateş yapmaları,
öpücüklerden insan yapmalarıdır.
İnsanlarda tek zorlu kanun,
savaşlara, yoksulluğa karşı
kendilerini ayakta tutmaları,
ölüme karşı yaşamalarıdır.
İnsanlarda tek güzel kanun,
suyu ışık yapmaları,
düşü gerçek yapmaları,
düşmanı kardeş yapmalarıdır.
Hep var olan kanunlardır bunlar,
bir çocukcağzın tâ yüreğinden başlar,
yayılır, genişler, uzar gider
tâ akla kadar.” (Asıl Adalet, Paul Êluard, Çeviren: A. Kadir)
Ünlü Dadaist ve sürrealist şair Paul Êluard, 1895 yılının son günlerinde Fransa’da, Sen nehrinin kıyısındaki Saint Denis’te doğdu. 17 yaşındayken tüberküloz tedavisi için dönemin gözde sağlık merkezlerinden Davos’a gitti. Burada aynı tedavi için bulunan Yelena Dimitriyevna Diyakonova ile tanıştı. Bu, tutkulu, kararlı, kültürlü genç ve güzel Rus kadını onu çok etkiledi. Ona “hayatımın galası” dedi. Yelena artık bu isimle anılır olacaktı. İlk aşk şiirlerini onun için yazdı. Belki de tüm aşk şiirlerini onun için yazacaktı. Tanışmalarından beş yıl sonra, dünyanın Sovyet devrimiyle çalkalandığı 1917 yılında Êluard’la evlenen Gala, sadece ona değil, Dali’ye de Aragon’a da Max Ernst’e de Breton’a da ilham verecekti.
Êluard ve Gala’nın bir yıl sonra bir kızları oldu. Ona Cecille adını verdiler. Üç yıl sonra 1921’de Köln’de Dadaizm’in ve sürrealizmin en önemli temsilcilerinden Alman ressam ve heykeltıraş Max Ernst’i ziyaret ettiler. Gala, bu ziyarette ressama modellik yaptı. Bu sırada aralarında gelişen tutku gizli saklı olmayacak, yaşanan aşk üçgeni herkesçe bilinecekti.
1929’da Êluard ve Gala bu kez genç Katalan ressam Salvador Dali’yi İspanya’nın küçük bir sahil kasabası olan Cadaqués’te ziyaret etti. Gala ve kendinden 10 yaş küçük bu genç ve yetenekli ressam arasında tutkulu bir aşk başladı. Êluard’ı terk eden Gala, üç yıl sonra Dali ile resmi olarak evlendi ve Dali’nin tek kadın modeli ve ana ilham kaynağı olarak ömrünün sonuna kadar onunla yaşadı.
Êluard ise Gala’yı hiç unutamadı. Dali ve Gala önce İspanyol İç Savaşı’ndan, ardından II. Dünya Savaşı’ndan kaçmak için dünyayı dolaşırken Êluard, Cumhuriyetçilerin safında İspanya İç Savaşına katıldı. Almanlar Paris’i işgal ettiğinde de direnişçilerin safındaydı. Toz duman olmuş dünya unutturmuyordu ama aşkını. Ona yazdığı mektuplarda “Sensiz bir hiçim ben” diyor, geri geleceği günü umutla bekliyordu. Bir gün ona bir şiir yazmaya karar verdi. İçindeki tutkulu aşkı anlatmak için dönemin sürrealist ve Dadaist şiir kalıpları yetersiz kalacaktı. Zaten Dadaizmi terk edeli çok olmuştu, sürrealizmin kurucusu olduğu halde bu günlerde onun kurallarını da yetersiz bulmaktaydı. Od türünde (dörtlükler halinde lirik bir Yunan şiir türü) yazmaya karar verdi. Bu öyle bir şiir olacaktı ki tüm dünya bu aşkın karşısında saygıyla eğilecekti. Bir destan kadar uzun olacak bu şiirin son dizesinde sevdiğinin adını haykıracak herkese ilan edecekti aşkını. Kim bilir belki de okuduğunda Gala, dayanamayacak ona geri dönecekti.
Bir gün Paris’te her zaman gittiği kafede oturdu ve garsondan boş bir kâğıt getirmesini istedi. Artık şiire başlamalıydı. İlk satırlar döküldü ardından:
“Okul defterlerime
Sırama ağaçlara
Kumlar karlar üstüne
Yazarım adını
Okunmuş yapraklara
Bembeyaz sayfalara
Taş kan kâğıt veya kül
Yazarım adını;”
Günler günleri kovalıyor gerek evinde gerekse de kafede hep bu şiir üzerinde çalışıyordu. En sonunda aşağıdaki dörtlüklerle 20 dörtlüğü tamamladı.
Yaldızlı tasvirlere
Toplara tüfeklere
Kralların tacına
Yazarım adını
Ormanlara ve çöle
Yuvalara çiğdeme
Çın çın çocuk sesime
Yazarım adını
En güzel gecelere
Günün ak ekmeğine
Nişanlı mevsimlere
Yazarım adını
Gök kırpıntılarına
Güneş küfü havuza
Ay dirisi göllere
Yazarım adını
Tarlalara ve ufka
Kuşların kanadına
Gölge değirmenine
Yazarım adını
Fecrin her soluğuna
Denize vapurlara
Azgın dağın üstüne
Yazarım adını
Bulutun yosununa
Kasırganın terine
Tatsız kaba yağmura
Yazarım adını
Parlayan şekillere
Renklerin çanlarına
Fizik gerçek üstüne
Yazarım adını
Uyanmış patikaya
Serilip giden yola
Hıncahınç meydanlara
Yazarım adını
Yanan lamba üstüne
Sönen lamba üstüne
Birleşmiş evlerime
Yazarım adını
İki parça meyvaya
Odama ve aynaya
Boş kabuk yatağıma
Yazarım adını
Obur köpekçiğime
Dimdik kulaklarına
Acemi pençesine
Yazarım adını
Kapımın eşiğine
Kabıma kacağıma
İçimdeki aleve
Yazarım adını
Camların oyununa
Uyanık dudaklara
Sükütun ötesine
Yazarım adını
Yıkılmış evlerime
Sönmüş fenerlerime
Derdimin duvarına
Yazarım adını
Arzu duymaz yokluğa
Çırçıplak yalnızlığa
Ölüm basamağına
Yazarım adını
Geri gelen sağlığa
Kaybolan tehlikeye
Hatırasız ümide
Yazarım adını
Bir tek sözün şevkiyle
Dönüyorum hayata
Senin için doğmuşum
Seni haykırmaya”
1942 baharında şiire son noktayı koymaya, artık sevdiğinin, Gala’nın adını yazmaya gelmişti sıra. Ama bir türlü yazmak gelmedi içinden. Çünkü onunla dolaştığı caddelerde Naziler vardı artık. Kapının eşiğinde, şehrinin meydanlarında Naziler vardı. Artık bu şiiri yazdığı kafeye de gidemiyordu. O an anladı ki ihtiyacı olan şey Gala değildi. Eli varmadı onun adını yazmaya. Ve en çok haykırmak istediği, en çok ihtiyaç duyduğu şeyi yazdı:
“Hürriyet!”
Ve tüm dünyada insanlar onun bu şiirini meydanlarda okudular. Cephelerde direnişçilere güç verdi bu şiir. Yukarıdaki çeviri Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat’a ait. Ama Türkiye’de herkes Zülfü Livaneli’nin o muhteşem bestesiyle “Ey Özgürlük” adıyla biliyor bu şiiri.
Êluard, daha sonra bu şiir hakkında şöyle diyecektir: “… Sonunda sevdiğim kadının adını açıklamayı düşündüm. Ama aklımdaki tek kelimenin hürriyet olduğunu çabucak anladım. Böylece sevdiğim kadın bedenlendi. Ondan daha büyük bir arzu… Bunu en yüce arzumla karıştırdım ve bu kelime, hürriyet, tüm şiirimde yalnızca kendini işgalden kurtarmaya yönelik çok basit, çok sıradan, çok uygun bir iradeyi ebedileştirmek içindi”
Êluard, işgal altındaki Paris’te en yüce arzusunu, en çok ihtiyacı olan şeyi haykırıyor son dizesinde. Sahi, bugün sizin en çok ihtiyaç duyduğunuz şey ne?