Makale Telgrafın Telleri

Taşlara kuvvet-Meryem Özyürek Gülbudak

Bahçede gördüklerine inanamadı. Başka yere geldiğini düşündü bir an ama ıhlamur ağacı koca şemsiye gibi önünde duruyordu. Her taraf kar yağmış gibi bembeyazdı. Ayaklarını sürüyerek ilerledi. Domatesler gri, biberler, kahverengi,

 mor patlıcanlar, kül rengiydi. Karpuzlar ıhlamurun dallarında, kavunlar çitin üstündeydi. Fasulyeler sırıklarıyla birlikte bayılmış yerlerde yatıyordu. Biraz ötedeki üzüm bağının yerini yakılmış kütükler almıştı. Her taraf kirli beyaz bir tozla kaplıydı. Kocaman tepe durduğu yerden göçmüştü. Daha fazla yürüyemedi. Mısırların içinden küçük bir yılan akıverdi önünden. Oracığa yığıldı kadın. Göz pınarları kederlerini akıttı. Çığlıkları odaya doldu.

Kocası şaşkın, kadını omzundan sarstı:

“Ne oluyon, ne bağırıp duruyon? “ deyince, ağır ağır yatakta doğruldu Döndü Nine.

 Gözlerini ovaladı. Yapağıya dönmüş saçlarını topladı. Sarı hercai oyalı yemenisini boynundan başına doğru kaldırdı. Sağına soluna döndü. Sonra da kireç gibi yüzünü buruşturup kocasına boş gözlerle uzun uzun baktı:

“Bahçe… Bahçe bozulmuş…” dedi kısık sesle… Yutkunarak kalkıp koşarcasına evden çıktı.

Bahçeye vardığında önce kırmızı güller gülümsedi ona. Parlak yeşil biberler göz kırptı, sonra da mısırlar sarı sarı püskül saçlarını sallayarak selamladı onu. “Kötü bir rüyaymış.” dedi Nine.

Karşıdaki tepe, buğular içindeydi. Üstüne örtülmüş tülle taşın griliği, katılığı gitmiş ışıkların fırçasıyla tel tel, buğulu, gelin gibiydi.

Kafam da buğulu böyle. “ Şu yaşıma geldim böyle kabus görmedim.” dedi nine. Musluğa yanaştı buz gibi suyu defalarca çarptı yüzüne. Avluya yöneldi. Kulağı seslerde, bekledi.

Şimdi tepe, tüllerini çıkarıp kenara koymuş, eteklerindeki orman, sonbaharın cümbüşüyle ağaçlarını renkten renge boyamıştı. Yeşil çamların arasında kırmızı, sarı, mor, turuncu giyinmiş ağaçlar düğüne gelmişler, birbiriyle güzellik yarışındalar sanki. Tepenin arkasında yarım tepsi güneş ortaya çıkmaya çalışırken bulutların saldırılarından kurtulamıyordu. Nine, çok sevdiği bu manzarayı seyretti uzun uzun. Şu güzellikler beni yaşatıyor. Bir de insana bak, dedi içinden.

 Ocağın küçük bölümüne çelik çaydanlığı koydu. Kavanozdan iki kaşık siyah çayı küçük çaydanlığa akıttı. Alttakinin ibiğinden çıkan buğular eline ulaştı. İrkildi. Aklı yine tepeye gitti. Kocasına seslendi: “Kalk herif! Birazdan ıslığı duyarız. Duyarız da…” Saçsız başını kaşıyan mavi gözlü küçük adam akortsuz boğuk bir sesle: “Zabahın köründe ne diye uyandırdın? Derdin ne gadın ?”

“Birazdan gelirler. Gitmeden bir çay içseydik.

“Gelirlerse gelsinler. Hem gitsen ne olacak bu dizlerle?

Sözleri bitmeden güçlü bir ıslık sesi duyuldu. Kadın erkek çoluk çocuk köylüler tepeye koşuyordu. Aşağıdaki küçük dere her şeyden habersiz coşkuyla akıyordu.

Döndü Nine, telaşla evden çıktı. Yetişememek kaygısıyla çiçekli şalvarını topladı ama adımlarını zor atıyordu. “Ah bu dizler!  Bugün bari… “dedi. Bir yandan da yolda bulduğu irili ufaklı taşları yeleğinin ceplerine doldurmaya başladı.

Bu kez birden çok ıslık korosuyla tepeden taşlar yağmaya başladı şantiyenin üstüne. Dünyanın taşı ceplerden, eteklerden çığlıklarla naralarla havalanıp, dağı oyup taş çıkarmaya hevesli makinaların tepesine iniyor,  ürkütücü sesler dağların arasında yankılanıyordu. Bir gencin elinden fırlayan elma büyüklüğündeki beyaz taş, gencin kolundan aldığı enerjiyle havalandı. Dozerin ön camını tuzla buz etti.

Yaşlı dede iki eliyle kafası büyüklüğündeki taşa heyecanla bir şeyler fısıldadı.Sonra aşağıya savurdu.

Kısa zamanda yağmur gibi yağan taşların yarattığı kabusla taş ocağı açmaya gelen bütün iş makinaları orayı terk etti. Köylüler kazanmanın kıvancını yanlarına alıp daha evlerine dönmemişlerdi ki yeni bir haber geldi.

Döndü Nine’nin dizleri onu tepeye çıkaramadı. “Bir taş kadar olamadım.” diye dövünürken kamyonların ve dozerin şantiyeye jandarmalar eşliğinde yürüdüğünü gördü. Çiçekler içindeki pazen şalvarını belinden yukarı çekti, yeleğinin düğmelerini açtı biraz rahatlatır diye. Kara lastik ayakkabılarının içine dolan çakılları silkeledi.

 “Bu adamlara bu taşlar kar etmedi. Geldiyseniz…” deyip yanlarına yürüdü.

Köylüler ıslıklarla yine tepedeydi. Taşlar hazırdı. Dozerin sesi geliyor ama kendisi görünmüyor, şantiye alanına bir türlü giremiyordu.

Köyün boz renkli köpeği, olan biteni anlamak ister gibi tepeden aşağıya hızla vadiye indi. Öfkeli jandarmaların arasından geçerek, dozerin önüne yatan seksen yaşındaki seksen kiloluk Döndü Nine’nin yanağını yaladı. Nine köpeğin yanağını okşadı usulca.

MERYEM ÖZYÜREK GÜLBUDAK
2/6 /1955 tarihinde Samsun’un Havza ilçesinde doğdu. Samsun Öğretmen Okulu ve Samsun Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümlerinde oku
Yetmişli yıllarda başladığı öğretmenliği, Samsun’da, Rize’de, İzmir’de  eğitimin her kademesinde çocuklar ve gençler arasında geçti Severek yaptığı işinde eğitim emekçileri mücadelesine de katıldı. O zamandan beri yaşadığı yerlerin insanından, hayvanından ve doğasından ne fışkırdıysa resimledi ve yazdı. Ve kadınlar… Kadın halleri ve mücadelesi hem hayatının hem de ilk kitabı KARADENİZ  SAKLA  BENİ ’nin kaynağı oldu. Gazetelere ve dergilere öyküler ve düşünce yazıları yazdı. Kadın Yazarlar Derneği ile Bornova Emekli-Sen’de edebiyat  ve resim atölyelerine katıldı. Buralarda hazırlanıp yayınlanan  SÖZ KESMEK KINA YAKMAK NİKAH KIYMAK, KONAN GÖÇEN KADINLAR, EZİLMİŞ ÜZÜM TADINDA ÖYKÜLER adlı ortak kitapların seçici kurullarında emek verdi; öyküleri yer aldı. Fanzin hazırlama çalışmalarına katıldı. Yazmanın ve resim yapmanın insanları özgürleştirdiği yaşamı güzelleştirdiği inancıyla bu uğraşlarını İzmir’de sürdürüyor.
KARADENİZ  SAKLA BENİ (2016) ve KIRKYAMA (2018) adlı iki öykü kitabı yayınlandı.

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir