İskoçya’nın Glasgow kentinde ilk oturumu 31 Ekim 2021 de başlayan COP26 İklim Zirvesi 12 Kasım 2021 de iklim değişikliğiyle mücadele için acil adım atma çağrısı ile sona erdi.
Zirvenin son gününde konuşan Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, 2005 Paris Anlaşmasında varılan “küresel ısınmayı 1,5 dereceyle sınırlandırma hedefine büyük ihtimalle ulaşılamayacağı öngörüsünde bulundu. COP26’da suçlamalar, restleşmeler gölgesinde ortaya çıkan gerçek, havanda su dövme durumu anlayacağınız, Greta Tunberg’in deyimi ile “bla bla bla..”. Bu arada dünyanın en kirletici ülkesi Çin’in COP26’ya katılmadığını da hatırlayalım.
İnsanoğlunun yaşamı daha iyi hale getirmek için çıktığı yolculukta, yapıp etmeleri ile doğayı, yaşamı, kendini ne hale getirdiğini görüyor musunuz? Yıl 2021, eylemlerinin sorumluluğunu görmekten, üstlenmekten ve anlamaktan o kadar uzakta ki.
Toplumsal bir varlığız, kurduğumuz ilişki ağı içinde, yaptıklarımız, ettiklerimiz ile birbirimizi belirliyor, değerlerimizi, değer atfetmelerimizi bu süreçte buluyor, şekillendiriyoruz.
İnsan, özgür iradesi temelinde kendini ifade edebildiği, toplumda kabul gördüğü, yaratıcılığını geliştirebildiği, emeği ile toplumun kalkınmasına gelişmesine katkıda bulunabildiği, ailesinin yaşama standartlarını yükseltebildiği, kuralların herkese eşit uygulandığı, savunma mekanizması geliştirmek zorunda kalmadığı koşullarda iyidir, morali de yüksektir, öz güveni de gelişir. Yaşananlara değer atfetme, değer verme bakımından pozitif bir tutum içinde bulur kendini.
İnsan, işsiz kaldığı, ailesinin geçimini sağlayamadığı, çevresine yük olduğunu hissettiği, kültürel kimliğini tehdit altında hissettiği, inançlarının, tercihlerinin hep sorgulandığı, adaletin olmadığı, vicdanların dumura uğradığı, çatışma ortamı içine çekildiği, yaşadığı travmayla kimsenin ilgilenmediği yerde sakatlanır. Kimseye güvenmez, başkalarının zararına olsa da bulduğu her fırsatı lehine çevirmeye çalışır. Önyargı biriktirir, çatışmacıdır, zorbalaşır. Geliştirdiği savunma mekanizmaları ile kendini bozar.
İnsan, yaşadığı bir olaya, bir duruma toplum içinde kurduğu ilişkiler ağı içinde; inançları, önyargıları, ihtiyaçları üzerinden bir değer atfeder, sonuçta bu bir ezber halini alır. Bu ezberler bütünü o topluluk için verili bir anda ahlakiliğinin ölçütünü verir. Ama bu, o topluluğun, insani etik değerler bakımından her zaman daha iyiye, güzele gittiğini, doğa ile insanın barış içinde bir arada daha iyi yaşamasına katkıda bulunduğunu göstermez.
İşkence, baskı, zulüm, psikolojik taciz, tecavüz, asimilasyon, tehcir, soykırım; bütün bunlar yapanı da bozar, maruz kalanı da. Demem o ki, birbirimize sıkı sıkıya bağlıyız, insan sonuçta ne yapıyorsa kendine yapar.
Hal böyle iken gözlem ve deney sonuçlarını aklın süzgecinden geçirmekle, aklını etkili biçimde kullanmakla her fırsatta övünen insanoğlu, yapıp ettikleriyle yaşamı nasıl çürüttüğünü, yozlaştırdığını nasıl görmez, nasıl farkına varmaz?
Amaç yaşamı kolaylaştırmak, istikrar içinde daha huzurlu yaşamak, kendini gerçekleştirmek, daha iyi, daha yaratıcı olmak değil miydi? Nasıl oluyor da çıktığımız yolculukta ürettiğimiz, kullandığımız araçların esiri oluyoruz?
Son elli yılda bilimsel teknolojik devrim ile ortaya çıkan olağanüstü bilgiyi, teknolojiyi, iletişim ve ulaşım olanaklarını bir düşünün. Bu süreçte üretilen insanlığı yok etme araçlarını, silahları, doğaya boca edilen onca plastiği, salınan karbonu, toprağa, suya verdiğimiz zararı düşünün. Bütün bunlarla insanın doğaya, yeryüzündeki yaşama kültürüne verdiği zarar ortada.
Yaşanan durumu, toplumsal çürüme olarak tanımlamak, yerinde olur.