Ekoloji Makale

Türkiye’de yenilenemeyen enerji: JES’ler

Albert Einstein’ın “Her şey enerjiyle alakalıdır ve her şey yalnızca bundan ibarettir.” diyerek enerjinin önemi, gerekliliği ve sürekliliğine ilişkin ortaya koyduğu bu sözleri ile enerji; bugün dünya toplumlarının en çok üzerinde konuştuğu, uğraştığı ve ilgilendiği bir sorun olmuştur. Enerjiye ve onun nakil yollarına sahip olma savaşı ise günümüz dünyasının en önemli sorunlarından birisi olmaya devam etmektedir. Endüstriyalizmle başlayan doğaya, toprağa, suya kısacası dünyaya zarar vermenin giderek önlenemez bir noktaya gelmesi; kapitalist sistemin doğrudan sorumluluğunu ortaya koymuştur. Fosil yakıtlardan elde edilen enerjinin küresel iklim krizinin en önemli nedenlerinden birisi olması gerçeği karşısında enerjinin elde edilmesinin yeni yolları konuşulmaya başlanmış ve uygulamaya konulmuştur. Fosil yakıtlardan elde edilen (termik-nükleer) enerjilere alternatif olarak ortaya konulan YENİLENEBİLİR ENERJİ SİSTEMLERİ ise tüm dünyada kapitalizmin ekonomik krizinin enerji alanlarından doğru çözümüne yardımcı olacak bir görüntü sergilemektedir.

“Doğanın kendi içinde bir dönüşüm halinde devamlı olarak bulunan enerjiyi elde etme sistemleri” yenilenebilir enerji sistemleri olarak tanımlanmaktadır. Yenilenebilir enerji türlerinden JES’ler (Jeotermal Enerji Santralleri) de Ege Bölgesi’nde son on yılda alabildiğince yaygınlaşmış, doğaya ve insanlara verdiği zararlarla Büyük Menderes Havzası ve yakınlarındaki Denizli-Aydın-Manisa ovalarındaki verimli toprakları, doğayı ve insanlarının geleceğini karartmıştır.

Burada iki önemli konu vardır. Birincisi; toprağın binlerce metre altından rezervuarlardan (çanak havuzlardan) elde edilen AKIŞKAN KAYNAK, ikincisi de elde edilen bu akışkanın REENJEKSİYON (geri basım) yoluyla rezervuara geri basılarak yapılan YENİLENME sürecidir. Her ikisinin tam olarak yapılabilme koşulları YENİLENEBİLİRLİK tanımını ortaya koymaktadır. JES’lerde esas olan sistem, onlarca kuyu kazılarak yerin ortalama 1000-3500 metre derinlerinde yaklaşık en az 147°C’den yüksek sıcaklıktaki akışkanın bulunabilmesidir. Ege Bölgesi’nde aranan sıcaklık da ortalama 200-220°C’dir. Çünkü 147°C’nin altındaki akışkandan elektrik enerjisi elde edilememektedir. Jeoloji mühendislerinin açıklamasına göre her kuyu kazımı sırasında yaklaşık 10.000 m²’lik bir alandaki toprağa zarar verilmektedir. Yaklaşık 1000-3500 metre derinlikle yapılan bu kazımlar sonrası milyonlarca yılda oluşan yer altındaki toprağın ekosistemi de bir hançer gibi delinmektedir. Denizli-Aydın-Manisa illerindeki birinci sınıf verimli arazilerde yüzlerce kuyu açılmış dolayısıyla yüzlerce hançer yer üstü ve yer altı toprak ekosistemine zarar vermiştir. Bilim insanları 1 santimetrekarelik verimli toprağın yaklaşık 150 yılda oluştuğunu söylemektedir. Sadece kuyu kazma işleminin dahi toprağa ve bunun üzerinde tarım yapan ve elde edilen ürünlerden yararlanan binlerce insana verdiği zararların altını çizmek gerekmektedir.

JES’lerde teknik olarak adını aldığı yenilenme süreci şöyle olmaktadır. Ortalama 1000-3500 metre derinliklerden çekilen 200-220°C’lik akışkan borularla yukarı alınmakta, gerekli teknolojik sistemlerden geçirilerek elektrik enerjisi elde edilmekte, enerji elde edildikten sonra AKIŞKAN alındığı rezervuara (çanağa-havuza) yine aynı derinliğe geri gönderilmektedir. Buna REENJEKSİYON veya GERİ BASIM denilmektedir. JES’e YENİLENEBİLİR ENERJİ adını veren ve çok önemli olan işte bu DÖNGÜDÜR. Fakat gerçek olan şu ki; bu reenjeksiyon döngüsü Türkiye’de suiistimal edilmekte ve neredeyse hiç yapılmamaktadır. Yenilenebilir enerji tanımında “SÜREKLİ YENİLENEBİLEN DOĞAL SÜRECİN” ana unsurlarından ve en önemlisi olan reenjeksiyonun (geri basımın) yapılmaması, bunun denetiminin olmaması, kapitalist enerji şirketlerinin aşırı kar etme hırsı, şirketlerin bunu yaparkenki doğaya ve insanlara karşı sorumsuzluğu, JES’lerin YENİLENEBİLİR-TEMİZ ENERJİ olma özelliğini ortadan kaldırmaktadır.

Özetle söylemek gerekirse Türkiye’de elde edilen JES’ler yer altından akışkanı (doğal kaynak) alma-teknolojik sistemlerle enerji elde etme-en önemlisi akışkanı geri basma döngüsünü; YENİLENME DÖNGÜSÜNÜ tamamlamamaktadır. Bu yüzden ortaya çıkan sonuçları itibariyle yenilenen-yenilenebilir enerji değildir.

Dünyadaki JES’lerde reenjeksiyon yapılan kuyulardaki koruma borularında oluşabilecek her türlü çatlak, delik, sızıntılara karşı “MEKANİK KUYU BÜTÜNLÜĞÜ TESTLERİ” uygulanmaktadır. Sadece JES’ler için değil aynı zamanda petrol – doğalgaz kuyuları için de bu testler yapılmaktadır. Reenjeksiyon sırasında koruma borularında bir sorun tespit edildiğinde (çatlak-yırtık-sızıntı yapma) tamir edilebiliyorsa tamir edilmekte, tamir edilemiyorsa da bu kuyular gerekli tedbirler alınarak kapatılmaktadır. 2016 yılında dünyada yapılan tespitlere göre son 100 yılda açılmış olan 1,8 milyon petrol ve gaz kuyularının %35’inde sorun saptanmıştır. Petrol ve gaz kuyularından çok daha zorlu koşullarda çıkarılan, daha sık asitleme yapılan ve ısı gerilimine sahip olan jeotermal akışkanlar için “MEKANİK KUYU BÜTÜNLÜĞÜ TESTLERİ” olmazsa olmaz türünden bir denetim mekanizmasıdır. Türkiye’de ise bu denetimlerin yapılabilmesi bunun nasıl yapıldığının kontrol edilebilmesi, mevcut mevzuatlar, bürokratik işleyiş ve yönetim anlayışından dolayı mümkün değildir. Zaten Türkiye’de bunun mevzuatı ve denetlenmesi halen mevcut değildir.

Bu alanda çalışmış ve bilim insanlarımızın 2500 metre derinliğe reenjekte edilme işleminin maliyetinin yaklaşık 2,5 milyon dolar olduğunu söylemektedir. Bu maliyet hesabı Türkiye’deki JES sermayesinin aç gözlülük, kural tanımazlık konusundaki istekliliğinin önemli nedenlerinden biri olarak sayılmalıdır. Reenjeksiyon sisteminin tam anlamıyla yapılıyor olması önemlidir ama çok daha önemli olan bunun denetlenebilir olmasıdır. Denetlenme-kontrol mekanizması yoktur. Bilinir ki denetleme-kontrol mekanizması yoksa yasanın da var olmasının hükmü yoktur. Bu alandaki çalışmaları sürdüren insanlarımızın önerdiği ise şu olmuştur: Yer altı içme sularının ve yer altı sulama sondaj sularının laboratuvara yollanıp analiz edilmesidir. Toprak analiz raporlarını da bunu ekleyebiliriz.

Türkiye’de 346 adet jeotermal alan bulunmaktadır. Bu alanlardan sadece 43 tanesi (%12’si) enerji için üretime uygundur. Enerji üretimine uygun %12’lik alanın da %80’i Batı Anadolu’da (Ege’de) bulunmaktadır. Çok sayıda kontrolsüz yapılan AKIŞKAN çekimleri jeotermal rezervuar havuzlarında ÇEKİM-GERİ BASIM dengesini bozmaktadır. Çok sayıda JES’e ruhsat verme, rezervuarların kendini yenileyememesi yani tükenmesi sonucuna neden olacaktır.

JES’lerin en önemli zararları arasında hava-su-toprak kirliliğini söyleyebiliriz. JES’lerin çoğunun yer aldığı Aydın, Türkiye’deki jeotermal sahaların %85’ini içerir. Faaliyet sürdüren JES’lerin %50’si de yine Aydın’dadır. Bugün Avrupa ülkelerinde jeotermale bağlı elektrik üretiminin %24’ü sadece Aydın’da üretilmektedir. Aydın ili yüzölçümü ise Avrupa’nın 10.000’de 7’si kadardır. Bu kadar sıklıkta yapılan JES’lerden sonra halka tarım yapacak alan kalmamaktadır. Kanser, solunum yolu hastalıkları ve endokrin-metabolizma-beslenme sorunlarından kaynaklanan ölümler Menderes Havzası yakınlarında oturanlar için Türkiye ortalamasının çok üstündedir.

JES’lerin akışkanları ve gaz salınımları su, toprak ve hava kirliliğine yol açarak geçimlik tarım yapanları mağdur etmektedir.

Ülkemizdeki toplam enerji üretiminin %1,2’si JES’lerden, bunun 0,9’u ise Ege Bölgesi’nden elde edilmektedir. JES’ler Aydın-Denizli-Manisa’da verimli tarım alanları üzerine kurulmuştur. Binlerce dönüm verimli arazi üzerinde kurulan ve hemen hemen hepsi de Büyük Menderes Havzası yakınlarında faaliyetini sürdüren JES’ler; normalin 190 katına varan BOR ve 250 katına varan ARSENİK ihtiva eden akışkan sularıyla bölgedeki su-hava-toprağa tam bir felaket getirmektedir.

Ülkemizin en verimli tarım arazilerinin üstüne yasal mevzuatlara bile uyulmadan kurulan, akışkanı rezervuardan çekme-elektrik üretme-reenjeksiyon (geri basım) yapma sürecini yani yenilenme sürecini tamamlanmadan yapılan enerji üretim sisteminin en önemli ayağı YENİLENME süreci işlememektedir. Tüm bu anlattıklarımızdan ortaya şöyle bir sonuç çıkmaktadır:

TÜRKİYE’DEKİ JES’LERE YENİLENEBİLİR ENERJİ DEMEK MÜMKÜN DEĞİLDİR.

Bir tercih yapmak zorundayız. Doğanın doğayla, doğanın insanlarla kurduğu ekolojik sistem içerisinde tercihimizi hep doğadan yana yapacaksak ülkemizde üretilen toplam enerjinin %1,2’si için sayıları beşi geçmeyen enerji şirketlerinin bu talanlarına DUR demeyecek miyiz? Aydın-Denizli-Manisa illeri içindeki verimli tarım arazileri ve milyonlarca yılda oluşan ekosistemi savunacaksak, toplum sağlığını savunacaksak ortaya şöyle bir sonuç çıkıyor: Jeotermal akışkanlar kendi yerinde, sahasında, yuvasında kalsın. Çünkü Türkiye’deki faaliyet halindeki JES’ler YENİLENEBİLİR ENERJİ ÖZELLİĞİ TAŞIMAMAKTADIR.

K A Z M A s ı n l a r   B I R A K s ı n l a r !

Not: Bu yazım sırasında görüşlerinden faydalandığım Dr. Metin Aydın’ın, Elektrik Müh. Cevat Uçman’ın, Ziraat Müh. Mahmut Nedim Barış’ın ve Büyük Menderes İnisiyatifi gönüllülerinin emeğine saygılarımla.-Horozun Gagası

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir