Ana Sayfa Duyurular SÖYLEŞİ | Van Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Mustafa Avcı ile kayyum siyasetini konuştuk

SÖYLEŞİ | Van Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Mustafa Avcı ile kayyum siyasetini konuştuk

0
SÖYLEŞİ | Van Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Mustafa Avcı ile kayyum siyasetini konuştuk

Telgraf Uzun soluklu, mücadelenin simge isimlerinden Van Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Mustafa Avcı İle Pandemi koşullarında gerçekleştirdiğimiz röportajla AKP’nin Kayyum politikalarını siyasi, hukuksal, uluslararası sözleşmeler yönüyle detaylı olarak konuştuk.

Geniş çerçevede gerçekleştirdiğimiz röportaja geçmeden önce Mustafa Avcı kimdir? sizlere kısaca tanıtmak istiyoruz.

1956 Van/Erciş’te doğdu. İlk ve orta tahsilini Erciş’te, Yüksek tahsilini Van’da yaptı. Sırasıyla Malatya, Mardin ve İstanbul’da 27 yıl öğretmen olarak çalıştı.

Kamu Emekçilerinin sendikal hak ve özgürlükler mücadelesi sürecinde Eğit-Sen, MYK üyeliği, EĞİTİM-SEN kurucu üyeliği, KESK GYK/MYK üyeliği görevlerinde bulundu. KESK Genel Sekreterliği görevini yaptı.2005 yılında kamudan emekli oldu.

DTP (Demokratik Toplum Partisi) kurucu üyeliği ve merkez yöneticiliği, DTP/BDP İstanbul il eş başkanlığı, HDP(Halkların Demokratik Partisi) PM/MYK üyeliği görevlerinde bulundu.

Farklı dönemlerde milletvekili ve belediye başkan adayı olarak seçim kampanyaları yürüttü. 31 Mart 2019 yerel yönetim seçimlerinde Van Büyükşehir Belediye Eş Başkanı olarak seçildi. Seçimin üzerinden henüz 3,5-4 ay geçmiş iken 19 Ağustos 2019 tarihinde Siyasi İktidarın Belediyelere Kayyum atama politikaları sonucu görevden uzaklaştırıldı. Yerine Kayyum atandı.

Van’da 260.495 seçmenin %53,83’den oy alarak Bedia Özgökçe Ertan ile birlikte belediye başkanı seçildiler.

Mustafa Avcı Seçilmiş Belediye başkanlarının görevden alınmasını irade gaspı olarak görüyor ve bu hukuksuzluğu darbe olarak nitelendiriyor. Ve halen seçilmiş olarak halkın arasında fiili olarak görevini yaptığını ifade ediyor.

15 Temmuz darbe girişimi sonrası siyasi gelişmelerle kayyumlar arasında nasıl bir ilişki var. Bu konu hakkındaki düşünceleriniz nedir?

Söze doğrudan ‘’Kayyum siyasi darbedir, İrade gaspıdır;’’ diye başladı. Ve şu şekilde özetledi:

Türkiye’de 15 Temmuz 2016 günü gerçekleşen darbe girişimi ile ülkenin tümünde yönetsel düzeyde bir değişim meydana gelmiştir. Allahın Lütfü olarak görülen bu darbe girişimi ardından hükümet tarafından yapılarak hayata geçirilen hukuki düzenlemeler sonucunda, ekonomik, toplumsal ve siyasal gelişmelerin yanında, belediyeleri ilgilendiren bir gündem de doğmuş ve devlet örgütlenmesi içinde yaşanan bu değişimin yerel yönetimlere de yansıması kaçınılmaz olmuştur. Gerçekleşen bu değişimlerin temelinde olağanüstü hal ilanı yer almaktadır.

Olağanüstü hal ile kayyım atamalarına zemin mi hazırlanmıştır?

Anayasa’nın 120. maddesi ile 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 3. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin verdiği yetkiye dayanılarak, Milli Güvenlik Kurulu’nun tavsiye kararı üzerine 20 Temmuz 2016 tarihinde Bakanlar Kurulunca kararlaştırılmış ve ülkenin tümünde 21 Temmuz 2016 tarihinden itibaren 90 gün süreyle olağanüstü hal ilan edilmiştir.  Olağanüstü hal ilanının ardından Hükümet, Anayasa’nın 121. maddesine dayanarak çok sayıda Kanun Hükmünde Kararname (KHK) aracılığıyla çeşitli düzenlemeler gerçekleştirmiştir. 1 Eylül 2016 tarihinde Resmi Gazete ’de yayımlanarak yürürlüğe giren 674 sayılı KHK ile Olağanüstü Hal döneminde belediyeler ile ilgili de önemli değişiklikler gerçekleşmiştir. Kamuoyunda sıklıkla “belediyelere kayyım atanması” olarak sözü edilen düzenlemeler bunun üzerine hayata geçmiştir.

Kayyım konusuna ilişkin olarak, biri Özel Hukuk’u, diğeri de Kamu Hukuku’nu ilgilendiren iki farklı kanun incelendiğinde, göze çarpan ilk hususun, kayyımların gerçek kişiler ya da özel hukuk kurallarına tabi tüzel kişiler olduğu görülür. Gerçek kişilere ve şirketlere ilişkin hukuksal durumlar için kullanılan kayyım kavramının yerel yönetimler için kullanılıp kullanılamayacağı oldukça tartışmalıdır.

Belediyelere kayyım atanması hangi hukuksal gerekçeye dayandırılıyor?

 Kamuoyunda sıklıkla “belediyelere kayyım atanması” olarak tartışılan konu, aslında “terör ve terör örgütlerine yardım ve yataklık” suçlamasının yapıldığı durumlarda, çeşitli nedenlerle görevine devam edemeyecek olan belediye başkanlarının yerine “vesayet makamınca” atama yapılmasıdır. Belediye başkanlıklarına vesayet makamınca atama yapılmasına ilişkin ilk yasama girişimi “Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” ile başlamıştır. Bu tasarıda, “terör” suçu nedeniyle görevden uzaklaştırılan belediye başkanı, başkanvekili ve meclis üyelerinin yerine, Belediye Yasası’nın 57. maddesi ve İl Özel İdaresi Kanunu’nun 40. maddesinde yerel hizmetlerde aksama olması durumunda vesayet makamının yargı kararına dayanarak, yerel yönetimlerin görev ve sorumluluk alanında bulunan hizmetleri yerine getirebileceği düzenlenmektedir. Ayrıca Belediye Kanunu’nda 2008 yılında yapılan bir değişiklikle tüzel kişiliği sona eren belediyelerde vesayet makamlarına hizmetlerin aksamaması için koordinasyon sağlama ve gerekli tedbirleri alma yetkisi verilmiştir. İçişleri Bakanı ve vali tarafından görevlendirme yapılmasına yönelik bu düzenleme ilk kez 2 Ağustos 2016’da TBMM’ye sunulan kanun tasarısı, 25 Ağustos 2016’da TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilmiş ve 7 Eylül 2016’da yürürlüğe girmiştir. Aslında görevden uzaklaştırılan yerel seçilmişlerin yerine vesayet makamınca başkan vekili ve meclis üyesi görevlendirilmesine ilişkin madde, görüşmeler sırasında muhalefet temsilcilerinin itirazları üzerine tasarı metninden çıkarılmıştır. Ama daha sonra kanun metninden çıkarılan ilgili düzenleme, genişletilmiş kurallarla birlikte, 4 Eylül 2016’da çıkarılan 674 sayılı KHK ile yürürlüğe sokulmuştur. 674 sayılı KHK hem Belediye Kanunu’nda hem de İçişleri Bakanlığı Teşkilat Kanunu’nda çeşitli düzenlemeler yapılmasını zorunlu kılmıştır. Kamuoyunda belediye başkanlıklarının yerine görevlendirme yapılması biçiminde öne çıkarılan düzenleme, aslında belediye meclis üyelerini de kapsamaktadır. Böylece yerel yönetimlerin özerkliğine doğrudan bir müdahale olarak gerçekleşen atamalara ilişkin bir düzenleme olmanın ötesinde, KHK’da yerel yönetimlerin varlık nedenlerine müdahale olarak yorumlanabilecek biçimde, Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlıklarının (YİKOB) güçlendirilmesiyle ilgili kuralları da içerince iş daha da karmaşıklaşmaktadır.

Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlıkları (YİKOB) Nezaman  ve hangi amaçla kurulmuştur  bu konuda bilgi verimisiniz?

İlk kez 2012 yılında çıkarılan 6360 sayılı On Dört İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Yedi İlçe Kurulması Hakkında Kanun’da yer almış ve 30 büyükşehirde kurulmuştur. 6360 sayılı kanunla büyükşehir belediyesi kurulan yerlerde il mülki sınırları ile büyükşehir belediye sınırları birleştirilmiş ve daha çok kırsal alanlarda çalışmalar yapan İl Özel İdareleri kaldırılmıştır. YİKOB ’un kurulmasıyla, büyükşehirlerde İl Özel İdareleri’nin kaldırılmasından kaynaklanabilecek kentsel hizmet aksaklıkların önlenmesi amaçlanmıştır. Bu başkanlıklar merkezi yönetimin temsilcisi olan valinin sorumluluğu altında görevlerini yerine getirmektedir. 674 sayılı KHK’da yer alan düzenlemeler ile YİKOB ’un yetkileri ve mali kaynakları arttırılarak kendilerine tüzel kişilik verilmiştir. Daha önce İl Özel İdareleri’nin sahip olduğu, ilin gereksinmeleri çerçevesinde, gerektiğinde her türlü yatırımı ve kamu hizmetini yapma yetkisi, yeni kurulan YİKOB ’a devredilmiştir. Bu bakımdan, yönetsel anlamda bir merkezileşmeye gidilmiştir. Başkanlıklar kendilerine tanınan görev ve sorumlulukların yanında, bakanlıklar ve diğer merkezi yönetim kuruluşlarının isteği doğrultusunda ilde yapılacak yatırım, yapım, bakım ve onarım işlerini de üstlenebilmektedirler. Bunların yanında, en önemli yenilik, “ildeki kamu kurum ve kuruluşlarınca yürütülmesi gereken yatırım ve hizmetlerin aksadığının ve bu durumun halkın sağlığını, huzur ve esenliğini ve kamu düzeni ile güvenliğini olumsuz olarak etkilediğinin tespit edildiği durumlarda”, YİKOB ’lar aracılığıyla bu hizmetleri valilerin yerine getirebileceğine ilişkin kuraldır.   Belediye Kanunu’nun 57. maddesiyle getirilen hizmetlerde aksama konusuna ilişkin yeni düzenlemeler de bu fiili durumu destekliyor. Normal koşullarda, hizmetlerde yaşanan bir aksamanın ortaya çıkması durumunda, İçişleri Bakanının başvurusu üzerine, öncelikle Sulh Hukuk Yargıcı tarafından bu durumun tespit edilmesi durumunda, belediye başkanından hizmetin yerine getirilmesi istenir. Bu isteğin yerine getirilmediği durumlarda, valinin yetkili kılınması söz konusudur. Bu maddeye 674 sayılı KHK ile eklenen ayrıksı bir kuralla, terör ve şiddet olaylarıyla mücadelenin olumsuz olarak etkilendiği ya da etkileneceği durumlarda, yargı kararına gerek duyulmaksızın, doğrudan vali tarafından, aksayan hizmetlerin belediyelerden alınıp valinin belirleyeceği kamu kuruluşları tarafından yerine getirileceği belirtilmektedir (KHK, m. 39).

Mahkeme kararına dayanmadan hizmetlerin aksatıldığına kim karar veriyor?

Her ne kadar genel kurallara ek olarak, aykırı durumlarda uygulanmak üzere getirilmiş olsa da bu değişiklik hukuki yönden sorunludur. Mahkeme kararına dayanmaksızın hizmetin aksadığını saptamak ve seçimle işbaşına gelmiş bir belediye başkanı ya da belediye kurumunun yerine geçerek kamu hizmetlerini üstlenmek,1982 Darbe Anayasasında yer alan “İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır” ilkesi ile bile çelişmektedir. Çünkü yerinden yönetim kavramı, “kanunlar uyarınca oluşturulmuş yönetim organlarının, yine kanunların belirlediği ya da merkezi yönetime bırakılmamış birtakım işlevleri görebilmeleri için tüzel, siyasal ve akçal yetkilerle donatılmaları” anlamına gelmektedir. Gerçekleştirilen düzenleme ile merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasında, kanunla yerel yönetimlere bırakılmış birtakım işlevlerin merkezi yönetim tarafından üstlenilmiş ve Anayasa’da belirtilen amaçlarla kullanılması öngörülen vesayet denetiminin ötesine geçilerek bir hiyerarşik ilişki kurulmuştur.

Normal koşullar altında, Türkiye’de belediye başkanının görevinin son bulması süreci nasıldır?

Normal koşullarla ilgili kurallar Anayasa’da (m. 127) ve Belediye Kanunu’nda (m. 45 ve 46) yer almaktadır. Anayasa’nın 127. maddesinde, “mahalli idarelerin seçilmiş organlarının, organlık sıfatını kazanmalarına ilişkin itirazların çözümü ve bu sıfatı kaybetmeleri konusundaki denetimin yargı yolu ile olacağı” belirtilmektedir. Ancak, görevleri ile ilgili bir suç nedeniyle haklarında soruşturma veya kovuşturma açılan yerel yönetim organlarını veya bu organların üyelerini, İçişleri Bakanı, geçici bir önlem olarak, kesin karar verilinceye kadar görevlerinden uzaklaştırabilir. Fakat bu hukuk kuralının verdiği yetkinin istenmeyen yerel yöneticiler aleyhine sonuçlar doğuracak biçimde kullanılmasını önlemek için söz konusu kararın her iki ayda bir yenilenmesi gerekmektedir.

Belediye başkanlığı görevinin son bulması, belediye başkanı istifa ettiğinde, seçilme yeterliliğini yitirdiğinde ya da hakkında kesinleşmiş mahkumiyet kararı bulunduğunda gerçekleşir. Bu ve benzer durumlarda, seçilmiş üyelerden oluşan belediye meclisleri, üyeleri arasından yeni bir başkan seçerler. Bu kuralın tek istisnası, Belediye Kanunu’nun 46. maddesinde yer alan “belediye başkanlığının herhangi bir nedenle boşalması ve yeni belediye başkanı veya başkan vekili seçiminin yapılamaması durumunda, seçim yapılıncaya kadar, belediye başkanlığına büyükşehir ve il belediyelerinde İçişleri Bakanınca, diğer belediyelerde ise, vali tarafından görevlendirme yapılacağına” ilişkin kuraldır.

Kanun koyucu, belediye başkanlarının seçilme yeterliliklerini yitirdiği durumlarda, Belediye Kanunu’na göre belediye meclisinin, belediye başkanının seçim dönemini aşacak biçimde kamu hizmetinden yasaklanma cezası alması durumunda bir “başkan”; başkanın görevden uzaklaştırılması, tutuklanması veya seçim dönemini aşmayacak biçimde kamu hizmetinden yasaklama cezası alması durumunda ise bir “başkan vekili” seçeceğini belirtmektedir (m. 44). 674 sayılı KHK’nın 38. maddesinde yer alan düzenlemedeyse belediyelerde, seçilmiş kişilerin terör veya terör örgütlerine yardım ve yataklık suçları nedeniyle görevden uzaklaştırılması veya tutuklanması ya da kamu hizmetinden yasaklanması veya başkanlık sıfatı veya meclis üyeliğinin sona ermesi gibi durumlarda yerlerine seçilme yeterliliğine sahip kişilerin görevlendirileceği belirtilmektedir. Bu görevlendirmeyi vesayet makamı olarak, büyükşehir ve il merkezi belediyelerinde İçişleri Bakanı, diğer belediyelerde de vali yapar. Yürürlükteki kurallara bakıldığında, 674 sayılı KHK ile getirilen yeni düzenlemenin terör veya terör örgütlerine yardım ve yataklık suçlarıyla sınırlandırıldığı görülür. Bu bakımdan, seçilmiş yerel temsilcilerin görevlerine devam etmelerine engel oluşturan başka durumlarda, genel kural seçimlerin yenilenmesidir.

Yeni düzenlemeyle, ‘’terör’’ suçlarında bu genel durumu uygulamak yerine, ayrıksı olan atama yoluna gidileceği hangi kurala bağlanmıştır?

Vesayet makamının atama yapma yetkisi “terör” konusu ile sınırlı olan ayrıksı bir düzenlemedir. Kanun koyucu terörle bağlantılı olduğu gerekçesiyle görevden uzaklaştırılan veya tutuklanan bir belediye meclisi üyesinin istifa etmesi durumunda da yeni düzenlemeyle getirilen kuralların uygulanacağını belirtmiştir. Yeni düzenlemem, terör faaliyetleri ile bağlantılı olan durumlarda, yalnızca belediye başkanlarının değil, tüm seçilmiş yerel yöneticilerin yerlerine atama yapılacağı konusunda kesin bir tavır ortaya konulmuştur. Öyle ki, bu düzenlemeler çerçevesinde atama yapılan belediyelerde, belediye işlerinin seçilmiş yerel yöneticilere bırakılmaması için, belediye meclisinin, encümenin ve komisyonların görev ve yetkilerinin ancak encümenin memur üyeleri tarafından yerine getirilebileceği belirtilmiştir. Bu düzenleme, belediye encümeninde yer alan seçilmiş üyelerin encümenin yerine getirdiği işlerden el çektirildiği anlamına gelmektedir. Bunun gibi, bütçe ve muhasebe iş ve işlemlerinin valilik onayı ile Defterdarlık veya Mal Müdürlüğü’ne devredilmesinin de önü açılmaktadır. Bu durumda, yerel özerkliğin önemli ölçüde sınırlandığı söylenebilir. Çünkü, Belediye Kanunu’na göre, yeniden seçim yapılıncaya kadar, belediye işleri ancak atanmış memurlarca yürütülür (m. 31). Belediye işlerinin herhangi bir süre öngörülmeksizin seçilmişlerin elinden alınması Anayasa’da yer alan yerinden yönetim ilkesine de aykırı bir durumdur.

“Terör” konusunda KHK’yla yapılan son düzenlemede somut olarak ne diyor?

KHK’nın yürürlüğe girmesinden önce gerçekleştirilen yönetsel bir işlemle görevden uzaklaştırılmış olan belediye başkanı, başkan vekili ve meclis üyelerinin yerlerine seçim yapılmış olsa bile, yeni düzenleme esaslarınca yerlerine on beş gün içinde vesayet makamı tarafından atama yapılacağı belirtilmiştir. Seçilmiş yerel meclislerin yaptığı bir seçimin sonucunu kanun kuralıyla yok saymak yerel özerklik anlayışı ile bağdaşmamaktadır. Ancak bunun daha ötesinde, yapılan bir hukuki düzenlemenin geriye yürümezliği ilkesi de çiğnenmiş olmaktadır. Evrensel hukuk düzeninde, yürürlüğe giren hukuk kurallarının geriye yürümeyeceği koşulu ilk ve en temel hukuk ilkelerinden biridir. 674 sayılı KHK ile belediyelerin destek oldukları terör eylemlerine ilişkin bu kadar geniş düzenlemeler yapılmasına karşın, terör eylemi ve şiddet kavramları yeterince açık biçimde tanımlanmamıştır. Bu kavramlar oldukça farklı bağlamlarda kullanılabilmektedir. Daha önce de belirtildiği gibi, terör eylemleri ve şiddete ilişkin olarak yargısal denetim, oluşturulan denetim mekanizmasının dışında bırakılmaktadır. Seçimle işbaşına gelmiş yerel temsilcilerin kesinleşmiş bir mahkeme kararı ile cezalandırılmış olmaksızın görevden uzaklaştırılması söz konusudur. Siyasal iktidarın değerlendirmelerinin mahkeme kararlarının yerini alması sonucunda, her zaman yetkinin kötüye kullanılabileceği durumlar ortaya çıkabilir, çıkmıştır.

Şu ana kadar kaç belediyede kayyum uygulaması yapılmıştır.?

674 sayılı KHK’nın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren geçen süre içinde, çoğunluğu ekseriyeti Kürt Coğrafyasında ve BDP üyesi olmak üzere (1. Kayyum döneminde) 88 belediye eş başkanı ve 151 belediye meclis üyesi İçişleri Bakanınca görevden uzaklaştırılmış ve yerlerine vesayet makamlarınca başkan vekili ve meclis üyesi görevlendirilmiştir. Görevden uzaklaştırılan belediye eş başkanlarının ve belediye meclis üyelerinin yerine yenilerinin atanmasıyla ilgili kararların arkasında hiçbir haklı gerekçe yoktur. Yine belediye organlarında başkan vekili ve meclis üyesi görevlendirilmesi yapılan yerlerde, merkezi yönetim, belediye meclislerine, görevden uzaklaştırılanların yerine yeni belediye başkanı ya da belediye başkan vekili seçme şansı tanımamıştır. 674 sayılı KHK’dan kaynaklanan yetkilerin kullanıldığı belediyelerde boşalan görev yerlerine atananlar ezici çoğunlukla vali yardımcıları ya da kaymakamlardan oluşmaktadır. Ayrıca, siyasal iktidar, yerel temsilcilerin değiştirilmesi için yerel seçimlerin yenilenmesi yoluna gitmeyi de düşünmemiştir.

Seçimlerin yenilenmesinin düşünülmemesi, belediye eş başkanlarına ve belediye meclis üyelerine olan güvensizliğin yanında, seçmenlere yönelik olumsuz bir bakış açısının var olduğunun da göstergesi de değil mi?

Bu konunun, yönetsel bir konu olan yerel özerklik sorunu olmasının ötesinde daha büyük siyasal boyutları vardır. HDP, söz konusu atamalara ilişkin olarak yaptığı açıklamasında, “yerel yönetimlere ilişkin uygulamaların iktidarda olan AKP’nin, bu belediyelerin bulunduğu coğrafyada siyasi dengeyi kendi lehine değiştirmek için olağanüstü hal fırsatını kullanmaya çalıştığı” tezini savunmuştur. Vesayet makamlarınca atama yapılan yerleşim yerlerinde, 2014 yılında yapılan yerel seçimlerin sonuçlarına göre, DBP’li belediye başkanları en az %39,08 ve en çok %81 oy almışlardır. Bu yerleşim yerlerinde, DBP’nin genel oy ortalaması %50’nin üzerindedir. AK Parti bu yerleşim yerlerinde ikinci sırada olmakla birlikte, oy oranları arasında oldukça büyük fark vardır. AKP, mesnetsiz suçlamalarla belediye eş başkanlarını görevden alarak aslında sandıkta başaramadığını devlet zoruyla ele geçirmeye çalışmaktadır.

Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile 674 sayılı KHK ile gerçekleştirilen düzenlemeler arasında nasıl ir uyumsuzluk var?

Belediye Kanunu’na eklenen, yerel yöneticiler yerine vesayet makamlarınca atama yapılabilmesine ilişkin kural, olağanüstü hal sonrasını da kapsamaktadır. Ancak, hukuk metodolojisine ilişkin tartışmalara ek olarak eleştirilmesi gereken en önemli konu, belediyelere yönelik uygulamaların yerel demokrasinin temel ilkeleri ve Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın düşünsel özü ile uyum içinde olmamasıdır. Şart, yerel özerklik kavramını tanımlarken, yerel hizmetlerin “doğrudan, eşit ve genel oya dayanan gizli seçim sistemlerine göre serbestçe seçilmiş üyelerden oluşan ve kendilerine karşı sorumlu yürütme organlarına sahip olabilen meclisler veya kurul toplantıları tarafından kullanılacaktır” ifadesini kullanmaktadır. Genel hukuk kuralları çerçevesinde, eğer bir belediye başkanı ya da meclis üyesi görevden   uzaklaştırılıyorsa yerine gelecek kamu görevlilerinin tekrar seçimle belirlenmesinde zorunluluk vardır. Belediye Kanunu’nda bu durumu düzenleyen kurallar vardır (m. 46). Ancak, ilgili KHK düzenlemesinde yerel yönetim birimlerine atanan kamu görevlilerinin görev süreleri belirtilmemekte ve Olağanüstü Hal’in kalkması ile seçimlerin gerçekleştirileceğine ilişkin bir kural da yer almamaktadır. Bu nedenle, vesayet makamlarının görevlerine son verilen seçilmiş yerel temsilcilerin yerine atama yapması yerel özerklik kavramının özü ile çelişmektedir. Demokratik düzenlerde kamu hizmetlerini yerine getiren kişilere ve kurumlara herhangi bir suçlamanın yöneltildiği durumlarda, suçun belirlenmesi ve cezalandırılması ancak mahkemelerin yetki alanı içinde olan konulardır. Özellikle, yerel yönetimler söz konusu olduğunda, korunması gereken yerel özerklik ilkesi konusunda daha titiz olunması şarttır. Türkiye’de uygulamaya konan son KHK düzenlemeleriyle birlikte yönetsel yapı içinde yer alan vesayet makamları, yerel yönetimler üzerinde neredeyse hiyerarşik bir amir konumuna yükseltilmişlerdir. Doğrusu demokratik sistemleri sair tehditlerden korumaya çalışırken de demokratik yönetim ilkelerinin, temel insan hak ve özgürlüklerine saygının ve hukukun üstünlüğü gibi evrensel ilkelerin dışına çıkılmamalıdır.

Önceki seçimler döneminde kayyum atandı, şimdi yine aynı siyaseti AKP devam ettirdi. Bu durumda Birinci Kayyum dönemi ile ikinci kayyum dönemini neler oldu?

31 Mart 2019 yerel seçimleri sürecinde AKP lehine devletin tüm kurumları ve kaynakları seferber edilmiş durumdaydı. Yine 1. Kayyum uygulamalarına yüksek oranda bel bağlanmıştı. Halkın iktidar lehine tutum değiştirdiğine inanıyorlardı. Bunların yanında devletin zor gücü kullanılarak rakip adayların çalışmaları baskı altına alındı. Valilikler, kaymakamlıklar, il emniyet müdürlükleri ve garnizon komutanlıkları AKP il ve ilçe başkan (lık) ları gibi çalıştı. Buna rağmen halkın ekseriyet çoğunluğu tercihini Halkların Demokratik Partisi (HDP)’inden yana koydu. Bu sonucu hazmedemeyen merkezci, tekçi iktidar zihniyeti bir kez daha Kayyum rejimine sarıldı. HDP yönetimindeki belediyelere hem de seçimin üzerinden henüz 3-3,5 ay geçmişken kayyum atamaya başladı. Bu pratikle aslında 1. Kayyum döneminde yalan, yanlış ve mesnetsiz argümanlara dayanarak kendince yaratmış olduğu toplumsal algıyı da boşa çıkarıyordu. 2. Kayyum atama pratiğiyle bir kez daha demokrasi, hak ve özgürlükler büyük yara alıyordu. 2. Kayyum gerekçelerini kendi seçmenine bile anlatamadılar. Bu durum, seçme ve seçilme hakkına yönelik ve hukukla bağdaşır bir yanı olmayan yasaklayıcı zihniyeti teşhir etmeye yetti. Özellikle de seçilen adaylara mazbatalarının verilmemesi (3’ü Van’da olmak üzere toplam 6 belediyemiz bu yöntemle gasp edildi. Büyük oy oranıyla kazanılan belediyelerde mazbatalar ikinci parti olan AKP adaylarına verildi.) Yine mazbatalarını aldıktan sonra haklarında hiçbir soruşturma bile olmamasına rağmen belediye eş başkanlarının görevden alınarak yerlerine kayyım atanması ve hukuka aykırı şekilde tutuklanması aynı zamanda bir siyasi partinin milyonlarca seçmenine saygısızlıktır ve insan hakkı ihlalidir. Kürt illerinde belediye eş başkanlarının görevden alınması ve belediye meclislerinin işlevsizleştirilmesiyle aslında 31 Mart’ta yapılan yerel seçimlerin sonuçlarının da fiilen iptal edilmiş olduğunun ifadesidir.

2. Kayyum dönemi, 19 Ağustos 2019 tarihinde üç büyük kentin (Mardin, Diyarbakır ve Van) önde gelen HDP’li belediye eş başkanlarının görevden alınmalarıyla başladı. Sonrasında adım adım diğer il, ilçe ve belde belediye eş başkanları görevden alındı. Yazı kalem alındığı tarihte 2’si ilçe 4’ü belde belediyesi olmak üzere toplam 6 belediyenin dışında 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde HDP’nin kazanmış olduğu 65 belediyeden 45’i gasp edilmişti. Genel olarak yerelle özelde de Van’la hiçbir ilgisi olmayan, halkın seçmediği, tanımadığı, hesap soramadığı kayyumların kendileri zaten sorundur. Kayyumlar, sorun çözmek üzere değil, sorun yaratmak üzere atanan memurlardır. Kayyumla birlikte meclisin de işlevsiz hale getirilmesi demek halkın hakkı olan kaynakların denetimsiz bırakılması ve çarçur edilmeye müsait hale getirilmesi demektir. Değişik birimlerde ve değişik boyutlarda da olsa hemen her gün bir yerde bir kirlilik patlak veriyor ve kokusu çevreye yayılıyor. Pastadan pay kapma kavgası gelişince kamuoyuna da yansıması oluyor. Mardin, Diyarbakır ve Van’da gelişen de budur. Kendi kirlilikleri, hesaplaşmaları ve menfaat çatışmaları üzerine konuşurken; Halkın özgür iradesiyle seçilmiş bizleri (belediye eş başkanlarını) töhmet altında bırakmaya çalışmak hiçbir etik değerle bağdaşmaz. İl idaresinin tüm yetkilileri kendilerinde iken Kayyumun “Van’da herkesin bir şeyler çarpmaya çalıştığını” söylemesi inandırıcı gelmiyor. (Herkes derken partimiz ve seçilmişlerimizi de kastetmesi ahlaksızlıktır, asilsizdir ve kabul edilir değildir.  Sormak istedik bu vb. açıklamalarla acaba bir şeylerin üstü mü örtülmeye çalışıyor? Değilse aslında bu açıklama yapılan talan ve yolsuzlukların belgesidir. O halde konuşmak yerine gereği yapılırsa daha inandırıcı olmaz mı? Madem isimler açıklanıyor o halde yargı neden göreve çağrılmıyor? Hukuki süreç neden işletilmiyor? Evet biz de aynı görüşteyiz. Van, yaklaşık 5 yıldır hukuk dışı bir şekilde, ortak akla ve iradeye karşı, gaspçı bir sistem tarafından talan edilmektedir. Valinin geçen haftaki açıklamaları da bunun kısa bir listesidir.

Kayyum atama siyasi anlamda tam olarak neyi ifade ediyor?

Her platformda ve fırsatta açık ve net söylüyoruz ki Kayyum, irade gaspıdır. Kayyum siyasi darbedir. Kayyum, merkezci, tekçi iktidarın başvurduğu bir rejimdir. Kayyımlar, atanmalarının ardından, belediye meclislerini toplamayarak, bu meclislerin yerel yönetimlerdeki rollerini fiilen etkisiz hale getirdiler. Bu durum, Kürt illerindeki seçmenler için, yerel demokrasinin ikinci kez askıya alınışıdır. Ve 1,8 milyon seçmenin seçme ve seçilme hakkının çiğnenmesidir.

İnsan Hakları İzleme Örgütü Avrupa ve Orta Asya direktörü Hugh Williamson da “Yerel Kürt politikacıları, suç sayılabilecek faaliyetlerin varlığını gösteren ikna edici deliller olmaksızın, sanki silahlı militanlarmış gibi görevden almak, tutuklamak ve yargılamak, anlaşıldığı kadarıyla, Türkiye Hükümeti’nin siyasal muhalefeti ortadan kaldırmak için tercih ettiği yöntem haline gelmiş durumdadır. Meşru herhangi bir terörle mücadele çabasıyla bağlantılı olmayan bu davalar, belediye başkanlarının ve onlara oy vermiş 1,8 milyon seçmenin seçme ve seçilme haklarını çiğniyorlar” demiştir.

Williamson açıklamasında bir de çağrıda bulundu: “Türkiye, Terörle Mücadele Yasası kapsamına giren suç isnatlarını siyasi saiklerle, siyasi muhalifleri tutuklamak ve yargılamak amacıyla kullanmaya son vermelidir. Meclis, belediye kanununda OHAL döneminde yapılan ve belediye başkanlarının keyfi olarak görevden alınarak tutuklanmalarını haklı göstermek için kullanılan değişiklileri yürürlükten kaldırmalıdır”.

Kayyum eylemleri neden yasaklandı?

Ulusal ve uluslararası birçok kurum kuruluş ve şahsiyet kayyum atamalarını kabul etmedi, eleştirdi. Ama en etkili ve asli olan da HDP seçmeninin tepkisiydi. Diyarbakır, Mardin, Van ve diğer belediyelere kayyum atanması ile seçmen toplantı ve gösteri haklarını kullanarak Demokrasi Nöbetleri başlattı. Buna karşın iktidar, Kayyum Eylemlerini ilk günden itibaren yasakladı. Kayyum atamalarına paralel olarak hem polis şiddeti hem de hak ihlalleri arttı. Kayyum rejimine karşı halkın gösterdiği demokratik tepkiler devlet zoruyla bastırılmaya çalışıldı. Milletvekilleri bile şiddete maruz kaldı. Sokağa çıkma yasakları kesintisiz şekilde 15 günde bir uzatıldı. Van’da 2016’dan beri kesintisiz olarak uygulanmakta olan sokağa çıkma yasağı 3550 günü aştı. Her türlü eylem, etkinlik, gösteri, yürüyüş vb. demokratik tepki hakkının kullanılması yasaklanmış durumdadır. Kayyum rejiminden medet ummanın nafile olduğunu iktidarın kendisi de biliyor ancak vaz geçmek de istemiyor. Zira toplumsal muhtaçlık üzerine itaat politikasının yürürlükte kalmasını bekası için tek çare olarak görüyor. Ezilen toplumsal kesimlerin ayakta kalabilmesinin ikinci bir adresi gelişsin istemiyor. Klasik belediyecilik anlayışına karşı HDP’nin demokratik, şeffaf, katılımcı, ekolojik ve cins özgürlükçü belediyecilik anlayışının kurumlaşmasını istemiyor.  “Kentimizi de kendimizi de kendimiz yöneteceğiz!” şiarıyla yola çıkan HDP seçilmişleri, toplumun kendi kendisini yönetebilme kültürünü üretip sunduğu hizmet üzerinden kurumlaştırmaya çalıştılar. Kendi kendisini yönetebilecek ve kendi kendisine yetebilecek bir toplumsal yapı ya da kurumlaşmış kültür, elbette ki merkezci, iktidarcı, tekçi, zihniyetin işine gelmez.  Onalar aç, sefil ve muhtaç bırakılmış ve itaat kültürünü benimsemiş toplumsal yapı arzularlar. Özellikle de bölge düzeyinde bilinçli bir politik hatta ısrar ediliyor. Kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklı süren devam eden kirli savaş ve bağlı olarak uygulamaya konulan güvenlik politikalar sonucu yaylalar yasaklandı, köyler boşaltıldı, tarım ve hayvancılık yok edildi, halk şehir merkezlerine göçertildi, işsiz, aç, sefil, perişan halde muhtaç duruma getirildi. Sonrasında da sosyal yardım paketi, asgari ücretle güvencesiz iş ya da mini kredi karşılığında itaat etmeye zorlandı. Toplum bu yönlü teslim alınmaya çalışılıyorken HDP belediyeciliği, farklı alternatiflerle ortaya çıktı. Onur kırıcı olarak görülen itaat politikasını boşa çıkarmaya çalıştı. Merkezi yönetime alternatif olabilecek yerel yönetim anlayışını ve projesini geliştirdi. Toplumsal kesimlere en yakın yerden nitelikli ve ulaşılabilir hizmet üretmeye başladı. Süreç ilerledikçe de toplumsal güven kazanıldı ve toplum yönünü halkçı, toplumcu belediyeciliğe çevirdi. Böyle olunca da kayyum rejimi gündeme geldi. Ve ısrarla sürdürülüyor. Öyle ki AKP’li Cumhur Başkanı’nın 31 Mart Seçim sürecinde sarf ettiği “kazansanız da kayyum atayacağız” sözü her şeyi açık açık ortaya koyuyordu. Bu vb. söylem ve pratiklerle toplumsal kesimlere yön verilmeye çalışıldı. Öyle ki bugün için gelişmiş olan toplumsal algı “AKP-MHP iktidarı yıkılmadan kayyum rejimi de devam edecektir” şeklinde gelişmiştir. Ama aynı zamanda “on kere kayyum atasanız da on kere daha hakkımız olanı sandıkta alacak ve gerekli mesajı vereceğiz” şeklindeki güçlü inanç ve iradesinden de vazgeçmemiştir. Yine “kayyum bugün Yurtsever Kürt Halkı için gündeme alınmış olabilir, ancak birleşik mücadeleyle püskürtülmez ise yarın tüm toplum ve tüm ülke için gündeme gelecektir!” tespiti ve inancı güçlü bir şekilde gelişiyor.        

Gelinen noktada toparlarsak sonuç olarak ne söyleyebilirsiniz?

Kuşkusuz gücün bir yandan bunca merkezileşip şahsileştiği diğer yandan muhalefetin hizip çekişmeleriyle parçalandığı, konsantrasyon ve fragmantasyon süreçlerinin aynı anda işlediği bir ortamda iktidarın şu ya da bu adımıyla neyi murat ettiğini “deşifre” etmek kolay iş değildir.  Dolaysıyla iktidarın muhtemel Saikleri üzerine uzun uzadıya varsayımlarda bulunmak da biraz nafile bir çaba halini alıyor. İktidarın her şeye rağmen ve aynı zamanda muhalefetin iç çelişkilerini kaşıyarak onu paralize etmek, ikinci on yılının sonlarına yaklaşırken adeta duayeni olduğu bir manevra biçimini tekrar tekrar devreye soktuğu da biliniyor. Ana akım muhalefetin “Aşıl topuğu” olan Kürt meselesiyse “bölerek paralize etme” girişimleri için zaten çokça denenmiş bir “biçilmiş kaftan” gibidir. Demokratik Kürt muhalefetini kriminalize ederek tecrit etmek, bunu yaparken de ana akım muhalefeti ya iktidarı destekler duruma sürüklemek ya da hiç değilse tarafsızlaştırmak, şimdiye kadar hep “başarıyla” uygulanmış bir politik manevradır. Her defasında bu manevrayla “bir taşla birkaç kuş vurma” sevdasından hiç mi hiç vazgeçmeyen iktidara karşı milliyetçiliğe “bayrak sallayarak” muhalefet etmeyi seçen, hatta bazı alanlarda (Ege, göçmenler vs.) iktidarın milliyetçiliğiyle milliyetçilik yarıştırmayı marifet sayan muhalefet, böylesi manevraların önünü ister istemez açmış oluyor.

Son yerel seçim sürecinde HDP’nin adeta bir “anahtar parti” konumu edinmesi, onu yalıtılmışlıktan çıkarmış, kriminalizasyon-tecrit dayatmasında gedikler oluşturmuştur. Kayyum çıkışına karşı ana akım muhalefetten, hatta sabık AKP’li-muhalif simalardan gelen tepki açıklamaları işte bu yeni durumun küçümsenmemesi gereken birer sonucudur. Küçümsememeli ama abartmamalı da. Ana akım muhalefet bloku, yerel seçimlerdeki “çifte kavrulmuş” zaferine karşın şefin devlet içindeki (devlet başkanı, yürütmenin başı ve silahlı kuvvetlerin başkomutanı olarak) merkezi konumunu karşısına alacak adımlardan çekinmektedir. Zamanın nasıl olsa kendi safında olduğu vehmindedir. İktidarın “normalleşme” basıncı karşısında geri adımlar atması, mevzi mücadelelerle geriletilmesi, muhtemel kopmalarla zayıf düşeceği bu süreçte daha da yıpranması ihtimaldir.

Rejimin evrimi ve şu son yıllardaki içsel radikalleşmesi dikkate alınması gerekir. “Normalleşme” yönünde kısmi geri adımların dahi iktidar cenahının güç ve bütünlüğünde ciddi yarıklar oluşturması muhtemeldir ve “sarayda”, eskinin tabiriyle, “durmayalım düşeriz” minvalinde bir anlayışın hâkim olması bundandır. İktidar zayıflamıştır elbet; ancak tam da zayıfladığı için taviz verememekte, geri adım atamamakta, sürekli “ileriye doğru kaçmaya” çalışmaktadır. Dolayısıyla zaman “bekle gör” zamanı değildir. Olağanüstü halden “normalliğe”, otokrasiden demokrasiye evrimsel ya da zamana yayılmış yumuşak bir geçiş bu nedenle mümkün görünmemektedir.

Eksik kalmaması açısından ,Son olarak Muhalif kesimlerin almış aldıkları tutum için ne söyleyebilirsiniz?

Tamda bu süreçte anan akım muhalefet rol ve misyonunun gereği gibi oynamazken, sosyalist solunda toplumsal karşılığındaki erozyona rağmen ana akım ya da sistem içi muhalefet aktörlerine (tabir caizse) akıl vermeyi “devrimci muhalefet” addeden bir tutum içinde olması bir başka boyuttaki çıkmazdır. Koşulların oldukça zor olduğu bu süreçte herkesin “kendi işini” yapmasında, “kendi işine” odaklanmasında yarar vardır. Kendini büyük siyaset sahnesinin spot ışıkları altında büyük muhalefet bloklarının bileşeni sayma vehmi, politik-stratejik bağımsızlığın yitirilmesini geçtim, sosyalist-komünist sıfatlı solun anlamlı bir siyasal referans olmaktan çıkıp kendi kendisini tasfiye etme tehlikesiyle karşı karşıya kalma durumu gündeme gelebilir.

İtirazı olan tüm kurum, kuruluş, bireylerin birleşik mücadelesi, iktidarın bekasını belirleyebilecek tek çıkar yol olduğu unutulmamalıdır!   

Vermiş olduğunuz ayrıntılı bilgi için teşekkürler size kolay gelsin diliyoruz.

Ben teşekkür ederim. Yayına yeni başlamanız nedeni ile Telgrafa yayın hayatında başarılar dilerim..

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here