Ekoloji Haberler Kültür Sanat Manşet Telgrafın Telleri Uncategorized

[ YAZI DİZİSİ- 1-“ECDADIMIZ SİYASETİ”] Prof. Dr. Vedat Çalışkan

ECDAD EMANETİ DOĞA ve KENTLER YAĞMALANIRKEN

Bu konuda bir yazı yazma düşüncesi kafamda geziniyordu. Şehirlerimizin düşman işgalinden kurtuluşunu tartışmaya açmaya çalışan gerici odakların kafa çıkardığı bu günlerde, Bursa’nın düşman işgalinden kurtuluşunun 100. Yılı, bu düşüncelerimin yazıya dönüşmesi fırsatını da vermiş oldu. “Ecdadımız” edebiyatı ile siyaset yapanların yollarının “ecdad mirasları”nın tahribatı ile kesişmesi ya da ecdad mirası bu toprakların yağmalanmasına karşı saklanarak, sessiz kalarak yol vermeleriyle bugüne değin sayısız örnekle belgelendi.

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Prof.Dr. Vedat Çalışkan

 Kentler, çeşitli düzlemlerdeki politikaların uygarlık, kültürel özellikler ve değerler, miras ve gelecek anlayışı ile ilişkilerinin açıkça okunabildiği mekanlardır aynı zamanda. Yerleşilen her alanın bir kültürel görünümü vardır ve bunlar kendilerini yaratan kültürü yansıtırlar. Coğrafi görünüm dediğimiz şey aslında bir bakıma kültürün de aynası olmaktadır. Bir mekandaki kültürel coğrafi görünümler tarihsel süreç içinde oluşur ve dolayısıyla bugünkü coğrafi görünümü kavrayabilmek için de tarihsel süreçleri göz önünde tutmak gerekir. Dolayısıyla kentleri, yapılanlar ve yok edilenlerle birlikte, dönemsel olarak okumak da mümkündür.

Türkiye’de kent ve doğa politikalarında korumacı ve planlamacı yaklaşımlar neredeyse 1950’lerden beri tedavülde değildir. İktidarlar tarafından benimsenen “Plan mı pilav mı?” sığlığındaki popülist politikalar, kentlere ve doğaya karşı açık bir talan sürecinin de destekleyicisi oldu. Geçmişte imar aflarının yarattığı sorunlar şehirleşmeyi derin krizlere ve çözülemeyen sorunlara itmişken “imar barışı” adlı yeni ve genişletilmiş versiyonu AKP eliyle devreye sokuldu. Bu tercihlerin sonuçları kuşkusuz şimdiki devran ile sınırlı kalmayacaktır. Gelecek kuşakların kucağına bırakılan enkaz mahiyetindeki sorunlar “kuşaklararası adaleti” de yok etmektedir. Bu sonu gelmeyecek sanılan devrandan güç alan şirketlerin her yerde korumasız kamusal kaynaklara iştahla saldırdığına tanık oluyoruz. Yurttaşları da imar suçlarına teşvik etmesi muhtemel bu politikalar ve uygulamalar, doğaya, kentlere ve tarihe karşı suçları kör parmağım kör gözüne seviyesinde her köşede alenileştirdi. Büyük şehirlerde çözüm üretilmeyerek büyütülen imara aykırı yapılaşma bir yandan oy deposu olarak görülüp konsolide edilirken, bir yandan da imar barışı ve kentsel dönüşüm ile bütçe yamasının umudu olarak değerlendirilmektedir. Bunların yanı sıra kültürel ve tarihi varlıkların ihalelerle teslim edildiği inşaat şirketlerinin son birkaç yıldaki korkunç restorasyonları (Ocaklı Ada Kalesi/Şile, Mimar Sinan’ın 1591 tarihli eseri olan Süheyl Bey Camii, Mimar Sinan’ın son yapıtı olan Atik Valide Külliyesi vs vs); şehir meydanlarına dikilen o tuhaf, estetikten ve yetenekten nasiplenmemiş anıtlarını da bir çırpıda hatırlayalım. Daha fazla gözünüzün önüne gelmeden kapatayım bu kısmı. Bazen sorumsuzluğun zıvanadan çıktığını ifade etmek için “bu ülke babanızın çiftliği değil” hatırlatması yapsak da 270 yıllık çeşmenin kitabesine restorasyon sonrası babasının adını yazdıran milletvekillerini görme talihsizliğimiz oldu Türkiye’de. Ocak ve Şubat 2022’de ise Türkiye’de gündeme oturan bir başka skandal haber vardı hatırlanacağı üzere. Mimar Sinan’ın muhteşem eseri Süleymaniye’nin önünü kapatan bir inşaat faaliyeti belirmişti. Bu inşaat projesine iki seçim arasında AK Partili İBB Belediyesinin izin verdiği, inşaat sahibinin ise İlim Yayma Vakfı olduğu anlaşılmıştı. İlim Yayma Vakfı,” bu yeni binanın Süleymaniye’nin daha iyi görünür olmasına katkı sağlayacağını” bile iddia etmişti. Kamuoyunda artan tepkiler ve hukuki girişimler neticesinde geri adım atmışlardı.

İlim Yayma Cemiyeti’nin Süleymaniye Camiinin ihtişamını gölgeleyen inşaat faaliyeti

Evet, Türkiye toprakları da hemen her ülkenin toplumlarının inandığı şekilde bir “ecdad mirasıdır”. Fakat gelişmiş bir dünya ülkesinde bir yandan ecdad derken, bir yandan gönül belediyeciliği lafını dile dolarken diğer yandan ecdad yadigarı topraklarda rant ve yağma amaçlı “at koşturmaya” izin verilmez. Uzun zamandır doğal, tarihi ve kültürel miraslarımız madencilik, enerji, ulaştırma, turizm ve inşaat politikalarının eşliğinde apaçık saldırı altındadır. Şu atlatmak üzere olduğumuz pandemi döneminin en civcivli günlerinde bile yurttaşlar can derdine itilmişken, hemen her yerde yerel toplumun çevre gönüllüleri ile birlikte azgın ve sosyopat şirketlere karşı yaşam alanlarını savunmakla uğraştıklarına tanık olduk. “Irmağının akışına ölürüm Türkiyem” türküsünün sözleri çok güzeldir. Fakat bu türküyü çok sevdiği iddiasında olanların genellikle Türkiye’nin gerçek beka meselelerinde; örneğin, küresel şirketler ve işbirlikçilerin yağmaladığı yerlerde, çevre savunmalarında görülmediği de bir gerçektir. Ecdad yadigarı bu topraklarda ekolojik çevrelerin yıkımı, doğanın yağmalanması, hatta ve hatta ecdad yadigarı kentlerin talanı da onların tepkisini garip bir şekilde çekmez. En azından bir gözünü açmak isteyenler bu tür konularda “AKP ve MHP’nin oylarıyla reddedildi” ifadesi içeren Meclis önergelerini internette inceleyebilirler. Kazdağlarının korunması, deprem komisyonu kurulması, orman yangınlarının araştırılması, iklim krizi vs. vs. Hatta yıllarca Uygur Türklerini diline dolayıp siyaset yapan milliyetçi muhafazakar koalisyonunun “Çin hükümetinin Uygur Türklerine baskı ve zulüm yaptığı iddialarına ve Bakanlığın bu konudaki çalışmalarına ilişkin” verilen önergeyi reddetmesi de konu dışı ama önemli bir örnektir.

Cumhuriyet tarihimizde yaşanan olaylar hep göstermiştir ki ecdad yadigarı doğal, tarihsel, kültürel miraslara sahip çıkmak; kentlere de kırlara da bu vatanın her köşesine sahip çıkmak, her zaman bu ülkenin aydın, ilerici yurtsever insanların omuzlarında taşınan bir sorumluluk olmuştur. Çünkü benzersiz ve nadir, doğal ya da beşeri mirasları uygarlık ve bilimin evrensel ortak değerleri olarak benimsediğinizde onların geleceğe taşınması tarihsel, insani, ahlaki bir sorumluluk olmaktadır. Korunması gereken ecdad toprakları da kentleri de eserleri de bunun içindedir. Bir ülkenin bir mekanın tarihi ve coğrafyası birlikte bir bütündür. Bu ilişkiye zarar vermek geçmişi ve kökleri tahrip etmektir.

Artık denetlemenin ve soru sormanın ne demek olduğunu bildiğimiz farklı bir dönemden geçiyoruz. Bu yeni süreçten ilham alan şirketler eliyle saldırılar da her yönde katlanarak artıyor. Örneğin Kazdağlarında hepimizin gözleri önünde tam anlamıyla bir çevre talanı yaşandı. Kazdağları gibi nadir bir ekolojik çevrede altın arama faaliyetleri için Kanadalı altın şirketi Alamos ve onun yerli işbirlikçileri vasıtasıyla 395 bin ağaç kesildi, 2.212 hektar alanda verimli orman örtüsü toprak sıyrıldı. Görüntülere yürek dayanmaz. Peki bu ormanlar, topraklar, akışına ölünen ırmaklar, göller ecdad yadigarı değil midir? “Ecdadımız, ecdadımız” diye siyaset yapanları alkışlayanlar, ecdad yadigarı topraklar, ormanlar, ırmaklar ve göller bir şirketin ya da bir grubun çıkarları için yağmalanırken görünmez olmayı nasıl başarıyorlar? Her yeri kuşatan, herhangi bir gelecek öngörüsü olmayan politikalar ancak yurttaşların
kolektif mücadelesi ile durdurulabilir.

Bu ülkenin yurtsever insanlarının yabancı şirketlere ve işbirlikçilerine verecek bir çakıl taşı da ağacı da yoktur. (Kazdağları)

Doğal alanlar gibi kentsel alanlar da bu sürecin içindedir. Kentsel gelişmeye yön veren çok sayıda faktör bulunur. Gelişmekte olan ülkelerin çoğunda kentleşme süreçleri, kentsel rant ve rantiyecilerin konvansiyonel siyasetle, al takke ver külah ilişkileri ile şekillenir. Ülkesini ve toplumun geleceğini en önde tutan az sayıda adanmış insana saygımızı ayrı tutarak yazıyorum burasını. Kupon araziler, imar planları, emsaller, revizyon, ihale, tapu…bunlar hemen her siyasetten belediye meclisinde ve bürokrat camiasında en ilgi çekici konular arasındadır. Hatta ecdadımız temalı siyasetin ekmeğini yiyenler sıra vatandan söz etmeye gelince, bazen basiretleri bağlanıp arsa ve arazilerden söz eden ruhsuz bir emlakçıya dönüşüverirler. Belki de açık havada konuşurken o anda bir arazi parçası dikkati çekmektedir. Kim bilir? Gerçekten düşünülmesini isterim, coğrafi ve tarihsel nedenlerle olağanüstü doğal, kültürel ve tarihsel miraslar içeren alanlarda kurulan ve bugüne başarıyla ulaşan kaç kentimiz vardır? Var mıdır? Yanıtınız hayır ise, bu talihsizliğin nedenleri ve sorumluları kimlerdir?  Esasen uygarlık tarihi ile özdeşleşen bu kadim topraklar kendi dönemlerinde olağanüstü şehirler ortaya çıkardı. Fakat dünya mirası olacak birçok kentimiz, yönetimlerin sığ ve popülist politikaları altında ruhunu kaybetti.  Bu süreçte tarih ve kültür kokan, karakterli kentlerimize ne oldu? Bu yazıda bir örnek üzerinden konuya daha yakından bakalım. Örneğin Bursa’yı ele alalım. Burası herhangi bir şehir değildir. Bursa, Osmanlı İmparatorluğu’nun temellerinin atıldığı ve 1326 yılından itibaren başkent olmuş bir şehirdir. AKP belediyeciliği ile tanışana kadar Erken dönem Osmanlı şehirciliğini ve yapılarını geniş bir panaroma içinde görebileceğimiz bir şehirdi burası.  Nitekim 17. Yüzyılın ünlü gezgini Evliya Çelebi Bursa’dan “ruhaniyetli” bir şehir diye söz eder ve sözünü “velhasıl Bursa sudan ibarettir” diyerek tamamlar. 

YARIN [ YAZI DİZİSİ- 2-“ECDADIMIZ SİYASETİ”] Prof. Dr. Vedat Çalışkan

Bursa’da Ecdadımız Siyaseti ve AKP’li Gönül Belediyeciliği

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir