
Yer kürenin oluşumunun çok uzun zaman aldığı malumunuzdur. Bu sürede çok çeşitli canlılar sahne almışlar ise de türleri zaman içinde yok olmuştur. Doğa, türlerin yerkürede var olmalarına bir süre için imkan vermekte ve coğrafi değişimler ile iklimlerdeki değişimler sürecinde zararlıları ve gereksizleri yerküreden dışarı yollamakta mahir olmuştur.
İnsan türünün gelişimi malum; öyle yol böyle yol. O şekil bu şekil. Bugün bilim insanlarının dile getirdiği çevre problemleri, insan eliyle tahribatlar, acımasız siyasetler, dengesiz sanayi yatırımlarının doğaya, atmosfere verdiği kalıcı zararlar gibi sorunlar yerkürenin dili olmaktadır.
Beşeri sistemler yerküreyi bozmuştur ve yer ve insan arasındaki ilişkiler belki de en ilkel hayatı yaşayan bir yerlerde kalmış çok az sayıdaki insanlar için çok iyi ve özenilesi denilecek kadar olumludur. Ancak genel anlamda;
- Yerküre özellikleri, dağlar, denizler, nehirler, ormanlar, ovalar masumiyetlerine edilen tecavüzler sonrası karakterleri bozulmuştur;
- Doğanın kendi yapısı ve gelişimi çok uzun yıllardır bazı oluşumlarını ağır ağır meydana getirmişken, özellikle son bin senede oluşumlara insan müdahalesinin sonuçları dehşet vericidir,
- Yapılan yapısal yatırımlar, teknolojik gelişimlerin doğanın bu gelişim dengesine olumsuz etkisi sonucu meydana gelen ve neredeyse geri dönülmez sonuçların çıkması, örneğin bir yağmur ormanlarının tahribi, acımasız bir gelişmedir.
Bugün her yeni nesil ile bahis konusu bu değişimler sonucunda bir önceki neslin yerküre algısı aynı değildir. Fiziki ve beşeri çevrenin arasındaki ilişkiler karmaşıklaşmış ve çirkinleşmiştir.
Doğa milyonlarca yıl kendini yenilemiş, yapısını değiştirmiş, canlılara yer açmış, su vermiş, toprak vermiş, coğrafyayı önemseyin her yeni geleni eğitin demiş, dinletememiş…
Siyaset:
Osmanlıca üzerinden Türkçeye geçen Siyaset sözcüğü Arapça Seyis (At Bakıcısı) kelimesi ile bağlantılıdır. Türk dilleri içerisinde yer alan ve -At- kökünden türemiş olan “Atkarma” (siyaset, idare) ve “Atkarmak” (siyaset yapmak, idare etmek, icra etmek, muvaffak olmak) sözcükleri de benzer anlamları karşılamaktadır. Bu bağlamda “Siyaset” (ve “Atkarma”) sözcüğü aslında atın idare edilmesi manasına gelmektedir. (Wiki)
Siyaset, devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya anlayış olup buna bağlı işletilen karar mekanizmaları ile sorumlu olarak icraatlarını yerine getirebilmek için yönetime talip olmaktır.
Ata binemiyorsan, bineceğini iddia edip binersen ve at senin yönetimini beğenmemiş ise seni üzerinden atar yere düşürür.
Buna karşı ata devamlı olarak afyon yedirirsen, düşünmelerine imkan vermezsen, onu küçümsersen bir gün kendini yerde bulursun.
Bu yerküreden nice siyasetçiler geçmiştir; siyaset adına gruplar , teşkilatlar, yapılar kurulur, paralar harcanır, bağışlar toplanır, propaganda yapılır, ahkamlar kesilir her yer kan revan içindedir, gönülden kopan hediyeler dağıtılır ki bunlar rüşvet değildir, yollar kat edilir yemekler verilir, sözler uçuşur, vaatler….
Tüm bunlar attan düşen tek bir kişinin bekası içindir, sanki öyle değilmiş gibi davranılır. Trump mesela attan öyle bir düşmüştür ki, Amerikan halkının epey bir bölümü ata kızmışlardır, ovada düştü diye, neden Antalya falezlerinde dans etmemiştir ki? Menderes o falezlerden aşağıya yuvarlanıvermiştir, mesela…
Bu ve benzeri sayısız olaylar karşısında, yerküre, sabırlıdır, güneşin son dakikalarının dağlar ardına süzülüşünde hemen öyle ciddi farklar olmaz. Yangınlar çıkar arada bir veya seller basar ve kızdırmasınlar bir sallanır ki, orada burada, masumların canları askıya alınır, bedenleri toprağa karışır. Evrendeki çeşitli etkileşimlerin, yerküredeki coğrafyaya etkisini doğa olayları dışında başkaca inançlara bağlamak zaten düşenin marifeti olup bu marifete rehberlik etme konusundaki gönüllülerin alın yazıları oraya kazınır.
Ben :
Descartes şüphecilik yaklaşımı sonucunda bir hiç’e veya Tanrı’ya değil de bir “ben” kavramına uzanması bilinmektedir. O zihin ve bedenden oluşan insanın akılcı tarafının zihin olup zihnin yönettiği “ben” kişiyi akılcı ve kendi çıkarlarının peşinde koşan varlık olarak resmediyordu.
Akılcılık, bilginin kaynağının akıl olduğunu; doğru bilginin ancak akıl ve düşünce ile elde edilebileceğini anlatmaktaydı. Ancak kişinin kendi çıkarlarının başkalarının çıkarları ile çatıştığı durumlarda bilgi kaynaklarının da çatışıp çatışmadığı ve hangi gerçeğin peşinde koşulmasının hangi kritere göre öne çıkacağı konusunda bir kaos yaşanması olasılığını da dile getirmek gerekmektedir.
Romantik akım ise kişinin her zaman rasyonel olmadığını, pek çok içgüdülerinin de peşinden koştuğunu, seçimlerinde aklından ziyade duygularıyla seçimlerini yaptığını savunmuştur.
Freud bu durumda “ben” için akılcı olmayan kısmın ne bedende ne de duygularda olmadığını bizzat zihinde olduğunu dile getirmiştir. Bilinçsizlik ruhun bir kalıntısı olmadığı gibi mantık-akla bağlı değildir; ancak bilinçsizlik akılcılığa engel olmaktadır. Yerkürede gelişen tüm olumsuzlukların ana maddesi bilinçsizlik ve onun peşinden gidenlerin geliştirdikleri siyasetlerin yerküre ve insana verdiği zararlar ve sürüklendiği karanlık içindeki çaresizliktir.
Malum “alt benlik” kavramı kişinin fiziksel enerjisinin kaynağı olup kişiliğin temel öğesidir ve haz ilkesine göre çalışır. Kişinin hayvani yönlerine bağlanır.
“Ben” ise gerçeklik ilkesine göre davranır ve yerkürede neyin mümkün olabileceğini anlayarak ve fakat sınırlarını bilerek, isteklerini ve gereksinimlerini bu sınırlılıklara göre elde eder.
“Üst ben” ise toplumun koyduğu bariyerler olup belirli standartlar içinde kalınmasını talep etmektedir.
Ben alt ve üst ile iyi ilişkiler kurarak durumu idare etme yoluna gitmektedir.
Yerküreyi tahrip edenler:
Ekolojik dengenin, yaşamın devamlılığı için ne kadar önemli olduğu açıktır. Yerkürenin yaşanabilir gezegen olarak kalabilmesi için ve statüsünden çıkmaması için on temel çevre sorunu hakkında olumlu çabalar göstermek gerekiyor.
1. Toprak ayrışımı
2. Ozon Tabakasının Delinmesi
3. Kontrolsüz Kentsel Büyüme
4. Hızla Artan Nüfus
5. Kirlilik
6. Su Kıtlığı
7. Atık Dönüşümü
8. Ormanların Yok Edilmesi
9. Azalan Biyo çeşitlilik
10. İklim Değişikliği
Soralım Ben’e, bu tahribata karışan insanlar, siyasetçiler – politikaları, kuruluşlar, kime karşı sorumludurlar? Hayvani duygularının peşinden giderek öylece davranış gösterenler mi, tepeden aşağıya konulan kurallar – kanunlar vs, sahibi olanlar mı? Bu kötülüklerin müsebbibi kimlerdir elbette herkes tarafından bilinir. Boğazdaki düğümlerin esiri olanlar konuşamadıkları için kötüleri bilmekte ancak gücünün farkında mıdır, tartışma götürür.
Toplumsal yaşam neden var; bireyler kendi dünya görüş ve kuralları çerçevesinde neden yaşayamazlar. Üstteki Ben’ler habis midirler? Kanunlar ne için kimin için sorusuna cevap vardır da, adiliyetten uzak taraflı uygulamalar habire gözümüzü önünde kulağımızın derinliğinde çınlamaktadır.
Yerküre bizatihi kendisi ve tüm gelişmelerin sürecinde nasıl bir kurallar manzumesinden geçti, sosyal yapılardaki adaletsizlik aslında yerkürede olan bitenin bir tezahürü müdür. Yoksa, milyonlarca yıldır var olan bu kürede, kaynaklar hep varmış, talanlara rağmen bakiyesi o an ve sonrasına yetmiş, an gelmiş silkinen doğa yerküreye yeni bir çehre mi getirmiş ve farklı bir coğrafya mı yaratılmış ve yeni duruma göre mi vaziyet alınmış. Suçlu sadece şu son 150-200 yıl mıdır?
İnsanoğlu ne oldu da son dönemde ayıldı, icatlar buluşlar arttı, zeka ön plana çıktı, aklı kullanmak doruğa erdi, inanılması güç gelişmeler ve adımlar atıldı, uzaya gidildi, aya inildi, iletişim acayip boyutlara ulaştı.
Ben
Hükümranlık, sultanlık, kabilelik, şeyhlik gibi gütme yapısında yaşamış insanlar bir toplum olduklarını düşünmemişlerdir. Akıl kendinin farkına vardıkça, teslimiyet duygusundan kurtulmaya başlandıkça, birileri dilini anlaşılır içerikler ile ortaya attıkça, ben olmaya devam ederken nasıl ben’lerden olan bir ordu kurulur. Buna kafa yordukça, verdiği emeğin, birilerini sevmenin, içini dökmenin, yakınmanın öyle tek sesli olduğu sürece yetmeyeceğini gördükçe, Biz kavramına mı ulaşılmaktadır. Bu ulaşım yeterli olmamıştır, birlikte yaşamanın (adı her ne ise) güzeli beraber yaratabilmenin şartının güdülme duygusundan veya giydirilmiş o ceketten kurtulmaktır. Yolu da Akıl ve Akıl birliğidir.
Yerküreye kabahat bularak, oluşmuş yapıların kurallarına kabahat bularak, kabullenerek, cılız fikirlerini bir yerlere atıp, görevini yaptığını sanarak, akılların ortaya koyduğu nice gerçekleri ve çözüm yollarına burun kıvırarak, yerkürenin bir kum taşı olur kalırsınız bir köşede.
Ancak o kum taşlarının şekilsiz bedenleri, birbirleri ile dans ederse, etkileşimi gözler, anlar, kabul eder, birlikteliğe giden yola baş koyabilirse, dansın figürleri hakkında daha güzellerini yaratmak için fikirler çarpışırsa ve de birbirinden görerek ve öğrenerek sokaklarda, meydanlarda, yaşanan her yerde topluca en güzel danslar edilebilirse, o şekilsiz kum taneleri güzel şekillere, parlaklığa, bürünür ve dansın en ahenklisi, hızlısı, renklisi, uyum içindeki figürleri o sahnelerde yaşanır.
Yerküre bu dansları görür. Tüm varlığı ile kapadığı kapıları açar. Kendisine zarar vermeyenleri kucaklar. Buğdayın en bolunu, balığın çok çeşidini, suyun en temizini, oksijenin en safını bize verir.
*************************
Ben, aklı ve arınmış bilinci ile en güzelini yaratmalıdır.
sevgilerime muhtaç olmuş
yağmurların ağlamasını duydun mu
derinlerime ulaşan güneşin
içimde kavrulduğunu bildin mi
zifir karanlıklarda doğan
yüzümü özleyen ayı hiç gördün mü
kesik kesik öksüren balinanın
körfeze gelip intiharını sezdin mi
hepsi beni arıyor
hepsi beni biliyor
hepsi beni soruyor
hepsi beni özlüyor
ya ben
baharda katır tırnağının
bana gülümsemesini fark ettin mi
yön değiştirerek rüyama giren
kuzey yıldızını hiç izledin mi
kaynağa yüzen alabalığın
bana doğru kaçtığını gördün mü
ovaların çılgını hortumların
beni aradıklarını duydun mu
hepsi beni arıyor
hepsi beni biliyor
hepsi beni soruyor
hepsi beni özlüyor
ya ben……….
