Ana Sayfa Haberler [Yılmaz Güney: Umut ]-Attila Turnaoğlu

[Yılmaz Güney: Umut ]-Attila Turnaoğlu

0
[Yılmaz Güney: Umut ]-Attila Turnaoğlu

Yılmaz Güney 1 Nisan 1937; Yenice, Yüreğir, Adana’da köylü bir ailenin iki çocuğundan biri olarak doğmuş sinema oyuncusu, yönetmen, senarist ve yazar olarak hayatını geçirmiş ve 9 Eylül 1984 günü Paris’te vefat etmiştir.

Yılmaz Güney’in gerçek adı Yılmaz Pütün’dür. (Pütün kırılması zor sert meyve çekirdeği diye biliniyor)  Çocukluğu Adana’da geçmiştir. Bir süre Kemal ve And Film şirketlerinin bölge temsilcisi olarak çalıştı ve Üniversite okumak üzere İstanbul’a geldiğinde film yapımcısı yönetmen Atıf Yılmaz ile tanıştı. Bu dönemde hikâyeler yazmaya başladı ve Atıf Yılmaz’ın da desteğiyle sinemada çalışmalarına başladı.

YILMAZ

Yılmaz Güney’i hafızalardan silemeyiz, O büyük bir kesim tarafından sevildi ve açık yüreklilik ile Türkiye’nin sosyalist geleceği için mücadele etti: “Sınıfıma nasıl ve kimin yararına sömürüldüğünü anlatmak gerek” diyerek YOL’a çıktı. Onu yaşadığı olaylardan dolayı öneminden uzaklaştırmak, unutturmak sadece bir geçmişte kalmış bir simge olarak düşünülmesini istemek mümkün değildir.

Yirmili yaşlarından itibaren Yol’a bir Umut ile çıkmış ve adım adım düşüncelerinin adamı olmuştur. Henüz çocuk yaşında çıkan İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan yeni kutuplar dünyasında Türkiye zorunlu olarak NATO’ya dâhil oldu. Özellikle SSCB’nin yıkılışıyla sonlanacak olan Soğuk Savaş diye adlandırılan süreçte de dünyada ve Türkiye’de 60-71-80 darbeleri, ülke içi kutuplaştırılma siyasetleri, çok ciddi ekonomik krizler, katliamlar, faili meçhuller, birbirini izledi. Emekçilerin tüm bağımsızlık ve demokrasi, adalet ve eşitlikçi talepleri bir bir iktidarlar tarafından (ve onların uzantıları) hiçe sayılarak faşizmin en çarpıcı hâkimiyeti yaşandı. Yılmaz Güney böyle bir dönemim ortasında yaşadı, inceledi ve kendini ortaya koyarak eserlerini üretti. O çok kısıtlı imkânlarla askeri darbelerin baskı koşullarına, düzenin sansürüne rağmen yaşadığı dönemin toplumsal meselelerini gördü ve bunları da güçlü bir sinema dili ile Türkiye’ye aktaran önemli eserlere imza attı.


“Halka faydalı filmler yapayım diyorum. Ben de kendi çapında bir sınıf kavgası sürdüren bir adamım. Nasıl sürdürebilirim bu kavgayı? Bir sinemacı olarak sinema yapmakla ya da oturup roman ve hikaye yazmakla… Sinema, bu şeylerin içinde halka giden en etkin yol. Bunun için ben, geldiğim sınıfın adamı olarak sınıfımın içinde bulunduğu çıkmazlara ve bunun nasıl, kimler tarafından kullanıldığına ışık tutmak istiyorum.” (Yılmaz Güney)

Filmlerindeki gerçekçilik, samimiyet, kullandığı yalın dil, duyduğu sorumluluğun sonuçları olarak karşımıza çıkmıştır. Tüm bunlar tarihsel koşulların objektif sonucu olarak kabul edilebilir ancak Onun irdelediği ülkemizin ve emekçilerin içler acısı ve öfke uyandıran durumlarına seyirci kalmadan müdahale etme kararlılığı idi.

“Hayat yollarım çamurluydu, engebeliydi, zordu. İçimde her zaman kasırgalar esti, düşüncelerim, özlemlerim ile hayatın gerçeği her zaman çelişti” diye anlatıyordu, “adının ne olacağını bilmiyordum ama bir şeyler arıyordum işte. 1950’lerin başlarında bazı şeylere rastladım” diyordu Yılmaz Güney: “1955’te genç bir şair beni bir arkadaşa götürdü. Güzel şiir okuyan bir adamdı. Kırmızı bir defteri vardı. El yazması. Bana oradan şiirler okudu. Çok güzel şiirlerdi. Kim yazdı bu şiirleri; ‘abi sen mi yazdın?’ dedim. Birbirlerine baktılar, sonra bir sır açıkladılar. ‘Bunları yazan Nâzım Hikmet’tir,’ dediler. Nâzım Hikmet’i orada tanıdım…” (Yılmaz Güney)

1959 yılında Atıf Yılmaz’ın yönetmenliğini yaptığı “Bu Vatanın Çocukları” ve “Alageyik” isimli filmlerin hem senaryosunu yazdı hem de filmlerde rol alıp ve oynadı. Karacaoğlan’ın Karasevdası filminde yönetmen yardımcılığı yaptı. “Yeni Ufuklar” ve” On Üç” gibi dergilerde de öyküler yazan Yılmaz Güney, bir öyküsünde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle yargılandı ve 1961 yılında bir buçuk yıl hapis cezasına mahkûm oldu.

Serbest kaldıktan sonra daha çok macera filmleri çekti ve ezilen, hor görülen bir “Anadolu çocuğunun” öykülerini işledi. Çirkin Kral lakabını bu dönemlerde üstlenir. Lütfü Akad’ın yönettiği ve kendisinin yazdığı bir film olan Hudutların Kanunu ile ilk döneme ait en iyi filmine imza attı desek doğru olur. Abartısız ve yalın oyunculuk anlayışı Onun başarısında önemlidir.

1976 yılında Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi’nde tanıklık ettiği, çocuklar koğuşunda çıkan ve tüm cezaevine yayılan bir isyanın sinemaya aktarıldığı “Duvar” onun son filmi olmuştur.

Yılmaz Güney’in sinemasını iki döneme ayırabiliriz. Birinci dönemde (Çirkin Kral lakabıyla geniş kitlelerce tanındığı) ticari kaygılarla çekilen vurdulu kırdılı filmlerde oyuncu olarak yer aldı. Bunların senaryolarına da katkıda bulunmuştur. İkinci dönemini ise, Umut filmi ile başlayan senaristliğini ve yönetmenliğini üstlendiği “toplumsal ve siyasal içeriği güçlü ve belirginleşmiş” filmlerdir

“ÇİRKİN KRAL” Olarak:

“İlk yaptığım filmlerde yarattığım tip aşağı yukarı ezilmiş bir adamdır. Durmadan kaçar. Ekmeğinin derdindedir. Kendi işindedir. Birtakım olaylar oluyor, o karışmak istemez. Fakat hep mecbur edilir. Bu kaçan, kovalanan adam bir yerde isyan eder, patlar, ortaya atılır, vurur kırar. Fakat sonunda hep yeniktir. Hep halkımın karakterlerini taşıyan insanları oynadım. Yabanın kadınına bakmayan, dürüst bir kişiliği canlandırdım. Bunu düpedüz yaşamımın getirdiği deneylerden çıkardım. Gerçekten de halkımın temel niteliklerinden biridir bu.” [Y. Güney].

“Bir defa adam kahraman falan değil. Kahramanlığı da zaten kahraman olmamasından geliyor. Adam herhangi bir olayla karşı karşıya geldiği zaman o olayda yeniliyor. Bu yenilginin getirdiği bir acılık var. Herkes bunu görüyor. Burada iki durum söz konusu. Biri insanları pasifize eden bir durum. Çünkü karşısından devamlı yenilgi görüyor ve korkuya kapılıyor. Diyor ki ‘biz nasıl olsa yenileceğiz, hiç bu işin içine girmeyelim’. Tabii bu yenilgi, bunun dışında şu bilinci de uyandıracaktır birtakım insanlarda ve uyandırmıştır da: Bireysel mücadelenin olumlu olmadığı. Çünkü adam filmlerde ya yenilmiş, hapse girmiş ya da öldürülmüştür. Sonuç yoktur. Zafer yoktur. Bunun getirdiği bir burukluk vardır bizim filmlerde. Yani seyirci Yılmaz Güney’de burukluk, hüzün, Yılmaz Güney’de yiğitlik, başkaldırı, Yılmaz Güney’de acıma, Yılmaz Güney’de bekleme, sabretme ama zorunlu olunca mutlaka mücadele etme özellikleri buluyor ve bunları bir yerde kendisiyle özdeşleştiriyor” [Y. Güney].

Yılmaz Güney’in bu filmlerde canlandırdığı karakterler nedeniyle geniş kitlelerce benimsenmiş ve sevilmiş ancak kendisi içinde bulunduğu şartlar nedeni ile önceleri bu yönde çalışmalar yapmıştır. Her dönemde var olan suç çeteleri, mafya gruplarına ve babalarına karşı gelen bir karakter yaratılmıştır.  Onu yücelten halk kitleleri bizatihi kendileri de fakir ve ezildikleri için Çirkin Kral’a karşı bir hoş görü ve kabulleniş içinde olup, kendi hayatlarının birer yansıması olarak görüyorlardı.

‘UMUT’un Getirdikleri

Yılmaz Güney ilk İstanbul’a geldiğinde henüz “bilimsel anlamda komünizmin ne olduğunu bilmeyen birisi” (kendi ifadesiyle) olarak tanımlıyordu. Bu dönemde, sinemayı, sinema dünyasını ve 1960’larla birlikte Türkiye’de yoğunlaşan emek çatışmalarını, örgütlü mücadeleyi gördü ve içine girme yolunda adımlarını attı.

Umut filmi sinemalarda gösterilmeye başladığında inanılmaz bir ilgi ile karşılaştı. Yalın metinler, gerçekçi mekânlar ve özgün kamera çekimleri ile tam bir devrimci sinema yaratılmıştı. Ancak dönemin malum yönetimleri, çevreleri tarafından film yasaklandı, filmin oynadığı salonlar bombalandı. Zamanın berbat film senarist ve yapımcıları ise hemen karalama kampanyası ile filmin ve Güney’in bu yeni gerçekçiliğine hemen dil uzattılar ve

Güney’in kişiliğine atıflar yaparak, 12 Mart’tan sonra tutuklandığını ve hapse girdiğini, bir devlet düşmanı olduğunu her köşede yazdılar söylediler.

Türkiye gibi bir muhafazakâr ülkede bir ilk öncü adımın yenilikçi, özgürlükçü, yaşamın gerçeklerini sanatın her alanında böyle apaçık ve yalın bir şekilde dile getirmesi, kitlelere yayması ve peşine epeyce insanı takabilmesi, fikir ve irade sahibi olmayı, toplum için öne sürdüğü önerilerin ve çözümlerin, gerekli, faydalı, adil ve sonuç alıcı olması zımnen bu öncü adım sahiplerinin liderlik vasıflarından gelmektedir.

Onat Kutlar, o dönemde şöyle yazmış:

“Sinematek’te biz filmin gösterimini yaptık, ilk gösterimini. Ve orada başta Lütfi Akad olmak üzere sinemadan kişiler de vardı. Tabii bir tür meydan okumaydı bu. Çünkü o yıllardaki tartışmalarımızı hatırlayanlar bilirler, Türk sinemasında bir yapaylığın, yetersizliğin, toplumsal olayları yeterince anlatamamanın ve birtakım şeylerde taviz vermenin, fazla ticariliğin karşısında olan bir avuç genç insandık Sinematek çevresinde. Dergide de bununla ilgili yazılar çıkıyordu ve o zaman sürekli olarak bizi, yabancı sinemanın uşaklığıyla suçluyordu bazı sinemacılar. Çünkü biz Türkiye’de yapılan bazı filmleri beğenmiyorsak, doğal olarak yabancı sinemanın uşağıydık, yani kültür emperyalizminin ajanları. Bu isimleri bizler için kullanan yönetmenler az değildi. Tabii sevincimiz iki kat oluyordu, çünkü biz gerçek anlamda inandığımız, sevdiğimiz ve savunduğumuz bir sinemanın da, böylece Türkiye’de yapılmakta olduğunu görüyorduk ve kimse de bunun yabancı sinema olduğunu falan söyleyemezdi. Gerçekten de gösteri çok başarılı oldu. Basından insanlar da vardı. Çok beğendiler. Lütfü Akad, çok övücü sözler söyledi Yılmaz Güney için.”

Yılmaz Güney ise devamını şöyle getirmiş:

“Umut’ta altı çizilebilecek, üzerinde durulabilecek şeyler vardı, bunlardan özellikle kaçtım. Hayatın kendisi olsun istedim. Çoğu zaman bazı sokaklardan hızlı geçeriz ve farkına varmayız çevremizdeki şeylerin. Ben durup baktım çevreme ve onları anlattım. Halk, gelecek şeyin ne olduğunu hatta umudun ne olduğunu da bilmiyor. Bizim halkımız devamlı bir bekleme içindedir. Benim anlattığım umut, aslında bir bekleyişin hikâyesidir. Aldatıcı bir umudu anlatmak istedim. Umut bizim hayatımızın bir parçasıdır. Ayağı yere basan bir insan boş şeyleri hayal edip umutlanmaz. Toplum belli bir düzeye ulaştığı zaman insanlarda hayale dayanan umutlar kalkar. Umut, düzen bozukluğunun bir simgesidir.”

Tuncel Kurtiz şu vurguyu yapar:

“Umutla ilgili şu hikâyeyi anlatacağım: Ben askerliğimi yapıyordum ve yaz tatili için izinli gelmiştim. Bir gün geldi, dedi ki: ‘İhtiyar, biz film yapacağız. Geliyor musun Adana’ya?’ ‘Tabii geliyorum. Hikâye nedir?’ dedim. ‘Hikâye bizim ev. Babamın evi. Babamın define avcılığı’ dedi. ‘Bir adam geldi ihtiyar eve, babam getirdi, umutsuz babam. Sonra evi kazmaya başladılar. Evi temellerine kadar kazdılar, bir define aramak adına. Şimdi bunun hikâyesini yapacağız arkadaş’ dedi. Ondan sonra yolda hikâye gelişmeye başladı. Yılmaz hikâyeyi durmadan geliştirdi. Arabacı Cabbar, Hamal Hasan, Hoca, devamlı geliştiler ve Anadolu’da yaşayan insanların öykülerini anlatmaya başladılar. Öyle bir gerçekçilik vardı ki hikâyede.”

“Umut” bir gerçek dönemeçti. Gittiği yoldaki virajlardan korkanlar, hep hız keserler, yavaşlarlar, tepeden bir heyelan gelir de yol tıkanır diye endişeli, ürkek ve ayakları fren üzerinde vaziyet alırlar. Dönemeçlerin en keskininden büyük hızla geçip ovaya, vadiye, zambaklara ulaşan Yılmaz Güney, yaktığı Ağıt filmi ile beraber,  Acı, Endişe, Arkadaş, İzin, Bir Gün Mutlaka, Sürü, Düşman, Yol ve Duvar filmleri ile yemyeşil Anadolu’nun en nadide bahçelerinde meyve toplar. Daha da ötesi, o dönemlerde hapse tıkıldığı için bu filmleri oradan yönetmiştir. Böyle bir beceri ne İtalyan Ne de Fransız yenilikçilerinde görülmemiştir.

Umut sonrası yapımlar, ülkedeki gelişen mücadelelerinin birer eserleri olmuş ve derin çalışmalar sonucu yaratılmışlardır. Hiçbir zaman ticari gaye gütmeden halkını kucaklamak üzere, tüm insanların ortak çıkarları için, tam bir “Yol İnsanı” olarak emek vermiştir.

“Endişe” adlı filmi çekerken Adana Yumurtalık ilçesindeki bir mekânda Yargıç Sefa Mutlu’yu öldürmekten tutuklandı ve 13 Temmuz 1976’da 19 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Cezaevinde yazdığı Zeki Ökten tarafından “Sürü” ve Şerif Gören tarafından çekilen “Yol” filmleri yurt dışında ve yurt içinde büyük ilgi görmüştür. “Yol” ile Cannes Film Festivali’nde ödül aldı. 1981 yılında izinli olarak çıktığı Isparta Yarı Açık Cezaevinden yurtdışına firar etti. Yaşamının geri kalan bölümünü Fransa’da geçirdi.

Yılmaz Güney’in kişiliğini, sinemasal yaklaşımını ve yazar yönünü öne çıkaran kitaplar: “Selimiye Mektupları” “Hücrem” “Boynu Bükük Öldüler” (1972 Orhan Kemal Roman armağanı ödüllü romanı). Hapiste kaldığı süre boyunca yayınlamaya başladığı “Güney” dergisinde sanat ve sinema ile ilgili düşüncelerine, yazdığı şiir ve öykülerine yer verdi.

Son yıllarını Paris’te geçiren Güney, mide kanseri nedeniyle 9 Eylül 1984’te yaşamını yitirdi. Mezarı Paris’te bulunan Père Lachaise Mezarlığı’nda 62. kısımda bulunmaktadır. Burada Ahmet Kaya ile birlikte yatmaktalar ve oradan bu tarafa baktıkça yaşam sonrası bir özlemin nasıl olduğunu belki mezarına birer çiçek koyarken anlayabiliriz.

Vefatından 1 ay önce

Kral Çirkinmiş

Kime ne aurası

Nice krallar çıplak

Halka çıkar faturası

Attila Turnaoğlu –1953 yılında İstanbul’da doğan Turnaoğlu, Lise öğrenimini Kadıköy Maarif Koleji’ndetamamlamıştır. ODTÜ Endüstri Mühendisliği’nde yüksek öğrenimini tamamlayarak 1979 yılında iş hayatına atılmıştır.İş hayatında sırasıyla STFA Grubu’nun çeşitli şirketlerinde (1979 – 1994) Yöneticilik yapmıştır. Daha sonra İntermak grubunda Genel Koordinatör olarak görev aldıktan sonra 1995 – 2001 yılları arasında Transtürk Holding Aş – Israel Jv ortaklığı şirketlerinde Gübre, Fide üretim ve pazarlaması konularında görev almıştır. Daha sonra bir müddet müşavirlik yapmış olup, 2005 -2014 yıllarında Koca Grup bünyesinde Çeşitli Yurt Dışı Projeler Koordinatörü olarak Endüstriyel Tesisler, çeşitli alt yapı inşaat işleri faaliyetlerini yürütmüştür. Ardından Bionas Tarım LTD Şirketinde Genel Müdür olarak Rusya’da Organik Tarım üretimi ve Avrupa Birliği Ülkeleri, USA ve Kanada’ya satışlar gerçekleştirilmiştir.Orta öğreniminden beri müzikle uğraşmış, şarkı sözleri ve şarkılar üretmiştir. Şiire meraklı olup üniversite döneminden bu yana şiirler yazmaktadır. Bir dönem roman yazma konusuna da eğilmiş ancak yazdıkları basılmamıştır.YouTube kanalında şarkılar, şiir okumaları, video yapımları mevcut olup ileriye dönük Şiir kitabı basmayı amaçlamaktadır. Denenmemiş çalışmalara meraklı olup Foto-Şiir çalışmaları yürütmektedir. Yaşama ait kısa yazılar yazmaya da çalışmaktadır.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here