Ana Sayfa Haberler DÜNDEN BUGÜNE |”Yerli ve milli” kapitalizmin Varlık Vergisi

DÜNDEN BUGÜNE |”Yerli ve milli” kapitalizmin Varlık Vergisi

0
DÜNDEN BUGÜNE |”Yerli ve milli” kapitalizmin Varlık Vergisi

Dönemin Başbakanı Saraçoğlu Varlık Vergisi Kanunu’nun gerekçesini şöyle açıklamıştı:

“Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz. Bu memleket tarafından gösterilen misafirperverlikten faydalanarak zengin oldukları halde, ona karşı bu nazik anda vazifelerini yapmaktan kaçınacak kimseler hakkında bu kanun, bütün şiddetiyle uygulanacaktır.”

Paylan teklifin giriş metninde şu ifadelere yer verdi:

“Ülkemizdeki azınlık toplumlarının büyük bir yıkım daha yaşamasına neden olan Varlık Vergisi yasası 11 Kasım 1942 tarihinde TBMM tarafından oybirliğiyle kabul edildi. Üzerinden tam 79 yıl geçmesine rağmen, Varlık Vergisi yasasının mağdur ettiği yurttaşlarımızın kayıplarını tespit etmek için TBMM bugüne kadar adım atmadı.

Bu nedenle; Varlık Vergisi yasasını hazırlayan ve uygulayan kamu görevlilerinin belirlenmesi, yaşanan can ve mal kayıplarının tespit edilmesi, mağdur olan kişilerin maddi ve manevi kayıplarının tazmin edilmesi, bu sayede geçmişle yüzleşmenin sağlanması ve geç de olsa adaletin yerini bulması için, Anayasa’nın 98’inci, İç Tüzüğün 104’üncü ve 105’inci maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılması için gereğini arz ve teklif ederiz.”

Paylan’ın teklifinin gerekçesi şöyle: 

“Müslüman yurttaşlarımızdan farklı tarifeyle, Hristiyan ve Yahudi yurttaşlarımızdan fahiş servet vergisi alınmasını düzenleyen Varlık Vergisi Kanunu bugünden tam 79 yıl önce, 11 Kasım 1942 tarihinde TBMM’de 350 milletvekilinin oybirliğiyle kabul edilmiş ve yürürlüğe girmiştir. Varlık Vergisi Kanunu, Başbakan Şükrü Saraçoğlu hükümetinin “Türk burjuvazisi” oluşturma yolundaki bir icraatıdır. Saraçoğlu Varlık Vergisi Kanunu’nun gerekçesini: “Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz. Bu memleket tarafından gösterilen misafirperverlikten faydalanarak zengin oldukları halde, ona karşı bu nazik anda vazifelerini yapmaktan kaçınacak kimseler hakkında bu kanun, bütün şiddetiyle uygulanacaktır.” diye ırkçı ifadelerle açıklamıştır. 

Varlık Vergisi mükelleflerinin yüzde 87’si, nüfusun yüzde 3’ünü oluşturan Hristiyan ve Yahudi azınlıklardan oluşmaktaydı. Bu yurttaşlardan Müslümanlardan misliyle farklı olarak, yüzde 50 oranında vergi alınmaktaydı. Varlık Vergisi kapsamında 315.000.000 TL vergi toplandığı, toplanan verginin 280.000.000 TL’sinin ise Hristiyan ve Yahudi yurttaşlara ödetildiği bilinmektedir.

İkinci Dünya Savaşı’nın yokluk yıllarında Varlık Vergisi’yle Hristiyan ve Yahudi vatandaşlarımız bir yıkım daha yaşadı. Yıkıcı vergiyi ödeyemeyen vatandaşlar arasında; Türkiye’yi terk etmek zorunda kalanlar, vergiyi ödemek için mallarını yok pahasına haraç-mezat satanlar, işlerini, tüm varlıklarını, hatta hayatlarını kaybedenler oldu. Vergiyi ödeyebilecek güce sahip olmayan Hristiyanlar ve Yahudiler, 27 Ocak 1943 tarihinden itibaren Eskişehir’in Sivrihisar ve Erzurum’un Aşkale ilçelerindeki çalışma kamplarına gönderilmek üzere bazı merkezlerde toplandılar. Dedem dâhil binlerce yurttaşımız Aşkale’deki kamplara gönderilerek, mükellef tutuldukları Varlık Vergisi’ni ağır iklim şartlarında ve büyük baskılar altında bedenen çalışarak ödemek zorunda bırakıldı. Çalışmak için gönderilenler arasından bilinen 21 kişi yaşamını kaybetti. Sorumlu tutuldukları vergiyi çalışarak ödeme kuralı ise sadece Hristiyan ve Yahudiler için getirilmişti.
Vergilendirilen gruplar arasında en fazla vergi yükünün azınlıklara yüklenmiş olması, onların Türkiye Cumhuriyeti tarafından “eşit yurttaş” olarak görülmediğinin en büyük işaretlerinden biridir. Bu acı ve adaletsiz durum, kendisini 13 yıl sonra 6-7 Eylül 1955 tarihinde tekrar göstermiştir. Türkiye’de tutunmaya çalışan son azınlıklar da, bu iki vahim olay ile yaşadıkları topraklarda eşit yurttaş olma umudunu yitirmiştir. 1914 yılında nüfusun yüzde 40’ını oluşturan Hristiyan ve Yahudi halklar, 1927 yılında yüzde 3, günümüzde ise binde 1 seviyesine inmiştir.

Sonuç olarak, birçok ölüme, yoksulluğa ve en önemlisi azınlıklar için Türkiye’de eşit yurttaşlığa dair umudun yok olmasına neden olan icraatlardan biri olan Varlık Vergisi, günümüzde hala araştırılmamış, azınlıkların bu uygulama sonucunda yaşadığı mağduriyetler ve ortaya çıkan adaletsizlikle yüzleşilmemiştir. Bu bağlamda, Varlık Vergisi nedeniyle oluşan hak ihlallerinin araştırılması ve adaletin sağlanarak Türkiye halklarının birlikte, adilce yaşama iradesinin ve umudunun tekrar canlanabilmesi için TBMM geç de olsa sorumluk almalıdır. Bu amaçla bir Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz.”

Varlık Vergisi nedir, kimler etkilendi, neden tartışılıyor?

BBC Türkçe’den Burak Abatay – Günce Akpamuk hazırladığı haberine göre:

İstanbul’da yaşayan Yahudi tüccar Leon Bahar, 1942’de İstanbul Valiliği’ne yazdığı mektupta, “Para ve servetten evvel vatanın selametini düşünen ve Türklüğün yapıcılığına inanmış bir ferdim” diyordu Varlık Vergisi’ne muhalefetini anlatacak zarif bir mektuba başlarken.

Bahar, o yıl Türkiye’de Varlık Vergisi’nin uygulandığı binlerce gayrimüslimden biriydi.

“Vücudumdaki kan, verginin kıymetine tekabül ederse feda olsun. Yeter ki bugüne kadar lekesiz yaşamışken arkama vatan vergisinden kaçmış hain damgası vurulmasın” diyordu mektubunda.

Yaşadığı ülkeye kendisini “yabancılaştırdığını” düşündüğü verginin yeniden hesaplanmasını istiyordu yetkililerden.

Kanun metni

Ne amaçlandı?

Kanunla, İkinci Dünya Savaşı döneminde olağanüstü kazanç ve servete sahip olan kişilerden bir defaya mahsus olmak üzere vergi alınmasını öngörülüyordu.

Başbakan Şükrü Saracoğlu, TBMM’de yaptığı bir konuşmada verginin amacının “piyasadaki para arzını azaltmak, fiyat artışlarının önüne geçmek ve Türk parasını kıymetlendirmek” olduğunu söyledi.

Vergi miktarlarının belirlenmesi ve toplanması amacıyla her ilde kurulan vergi tespit komisyonlarında şehrin en yetkili mülkiye ve mal memurları yer alıyordu.

Kanunda vergi oranı ile ilgili doğrudan bir ifade yer almazken, vergi miktarı ile ilgili tespit ve takdir hakkı da bu komisyonlara bırakılıyordu. Vergilerin tahsili için verilen süre ise 15 gündü.

Dönemin İstanbul Defterdarı olan Faik Ökte, Varlık Vergisi uygulamasından vazgeçilmesinden yıllar sonra yazdığı “Varlık Vergisi Faciası” isimli kitabında, pek çok gayrimüslimden servetlerinin ve gelirlerinin çok üstünde bir vergi talep edildiğini yazacaktı.

15 günlük süre zarfında gayrimüslimlerin bir kısmının vergiyi ödeyemediğini kaleme alan Ökte, bir kısmının ise malı mülkü olmasına rağmen, vergi tutarını ödemek için yeterince nakit parası olmadığı yönündeki beyanlarını aktarıyordu. Bu kişiler gayrimenkullerini satışa koyduklarını söylüyor ve bu yüzden de devletten ek süre talep ediyordu.

Ancak bu süre verilmediği gibi, kanunda mükerrer olmadıkça vergilerle ilgili itirazların da yapılamayacağı belirtiliyordu. Mükerrer vergi itirazlarında ise miktarca çok olan alınıyordu.

Leon Bahar’ın hayatı, gazeteci ve yazar Nurten Yalçın Erüs’ün 2019 yılında yayımladığı “Şair, Edip, Dürüst Tüccar Leon Bahar’ı Takdimimdir” isimli biyografik romanla kamuoyuna yansıdı.

Gazete arşivi

Kitapta Erüs, Leon Bahar’ın kızlarına da seslendiği, karısı Jenny’e yazdığı mektuplara ve çeşitli devlet görevlilerine gönderdiği dilekçelere yer veriyor.

Erüs kitabında dönemin politikasına da ışık tutarak, Başbakan Saraçoğlu’nun vergi hakkındaki kararlılığına yer veren gazete haberlerini de şu satırlarla aktarıyor:

“Bu memleket tarafından gösterilen misafirperverlikten faydalanarak zengin oldukları halde, ona karşı bu nazik anda vazifelerini yapmaktan kaçacak kimseler hakkında bu kanun, bütün şiddetiyle uygulanacaktır.”

Nitekim öyle de oluyor ve Leon Bahar gibi vergisini ödeyemeyen çok sayıda gayrimüslim Erzurum’un Aşkale ve Eskişehir’in Sivrihisar ilçelerindeki çalışma kamplarına gönderiliyordu.

Babasız büyümek

Trenlerle çalışma kamplarına götürülen gayrimüslimler Aşkale’de sert kış koşullarında kar küremek, yol süpürmek; Sivrihisar’da ise yol inşaatlarında taş kırmak gibi çeşitli işlerde çalıştırılıyordu.

Çeşitli kaynaklara göre çalışma kamplarına binden fazla kişi götürüldüğü tahmin ediliyor.

BBC Türkçe‘ye konuşan “Aşkale Yolcuları – Varlık Vergisi ve Çalışma Kampları” kitabının yazarı Rıdvan Akar, bir kaynağa göre 21, başka bir kaynağa göre ise 25 kişinin çalışma kamplarında yaşlılığa, üzüntüye veya koşullara dayanamayıp hayatını kaybettiğini söylüyor.

Erüs’ün kitabında yer alan dilekçelerden birisinde Leon Bahar, “Sayın Bakan, her saniyesi vatan için harcanması gereken değerli vaktinizden çaldığımın bilincindeyim” diye seslendiği bir bakana çaresizce, “İyice kuvvetsiz kaldığım bu ücra köyde bir yandan da içimde açılan yaralarla baş etmeye çalışıyorum” diyor.

Çocuklarına ve ailesine duyduğu hasreti dilekçesinde şöyle sürdürüyor Leon Bahar:

“Benden medet uman, ‘baba’ diye ağlayan yavrularımın yakarışlarını duyar gibiyim.”

Şimdi İsrail’de yaşayan Leon Bahar’ın kızı Suzan Keer ise babasının kampta rahatsızlandığını ve kamp dönüşünün ardından kısa sayılabilecek bir süre içerisinde de hayatını kaybettiğini dile getiriyor. Keer, bu sebeple babasız büyüdüğünden, küçük yaşı itibarıyla da çok sıkıntılar yaşadığından bahsediyor.

Kitap

Sermaye el mi değiştirdi?

Sermayenin gayrimüslimlerin elinden alınarak Müslüman Türklere verildiği yönünde yaygın bir kanı da o yıllardan beri kamuoyunun gündeminde.

Nitekim 10 Kasım 1943 günü CHP grup toplantısında konuşan Başbakan Saracoğlu da, bu kanının güçlenmesine “piyasaya hakim olan gayri Türk unsurları, vergi sayesinde bertaraf ederek Türk piyasasını Türk tüccarlarının ve Türklerin eline verecekleri” yönündeki sözleriyle olanak tanıyordu.

Akar da toplanan vergilerin yüzde 72’sinin gayrimüslimlerden tahsil edildiğini ifade ederek şunları söylüyor:

“Varlık Vergisi uygulamalarıyla birlikte sermaye güçlü bir şekilde, ticaret burjuvazisi içerisinde önemli bir yere sahip olan gayrimüslimlerden Müslümanlara geçti, sermaye el değiştirdi.”

Araştırmacı Rıfat Bali ise bu tespite “kısmen” katıldığını aktarıyor ve şöyle konuşuyor:

“Birçok Türk Müslüman sanayici Varlık Vergisi sırasında yok pahasına satılan gayrimenkulleri satın alarak büyümeye başladı. Ancak 1950’den itibaren Türkiye’de kalmış olan gayrimüslimler yeni liberal ekonomi rejiminin altında kaybettikleri servetleri yeniden oluşturabildiler.”

Leon Bahar
Fotoğraf altı yazısı,Leon Bahar

‘Yok pahasına’

Ankara’ya yazdığı mektubunda Leon Bahar, yaklaşık 30 bin lira ederindeki mal ve mülkünün, “yok pahasına 11 bin liraya satıldığından, daha doğrusu el konulduğundan” bahsediyordu.

Peki gerçekten de vergiyi ödeyemeyen gayrimüslimlerin mal, mülk ve eşyalarına el konuldu mu?

Ökte, kitabında vergi mükelleflerinin M, G, E ve D diye dörde ayrıldığını yazıyor. Buna göre, cetveldeki ifadelerden M, “Müslüman”; G, “gayrimüslim”; E, “ecnebi” (Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayan kişiler) ve D de “dönme” (din değiştirenler) anlamına geliyordu.

Ökte, çok ortaklı şirketlere yönelik vergilendirmelerde, vergilere karşılık ecnebilerin ve Müslümanların hisselerine dokunulmadığını ve vergiler karşılığında gayrimüslimlerin ise mallarının, ev eşyalarının ve gayrimenkullerinin satıldığını belirtiyor:

“Şirkete tarh edilen (vergilendirilen) bir vergi dolayısıyla şeriklerden (ortak) E veya M olanına dokunulmaması, şirketin yalnız G’nin sermayesine göre olan kısım üzerinden mütalebede bulunulması (talep edilmesi), G şerikin (ortağın) ev eşyasının satılıp kendisinin Aşkale’ye gönderilmesi, bu vergi tatbikatının en hazin tarafıdır. Yine kayıt etmek lazımdır ki, ecnebiler bu şekilde idare edilen vergiyi de tamamen ödememişlerdir.”

Dilekçe
Fotoğraf altı yazısı,Leon Bahar’ın İstanbul Valiliği’ne yazdığı dilekçe

Keyfi uygulamalar

Varlık Vergisi’nin tahsilatında yapılan bu tür “keyfi uygulamalar” ise vergiyle alakalı başka bir tartışmaya konu.

Konu hakkında çalışmalarıyla bilinen Prof. Dr. Ayhan Aktar, bu “keyfiyetle” ilgili Aşkale’ye birinci kafilede gönderilen, genç bir kereste tüccarı olan Parseh Gevrekyan’ın hikayesini anlatıyor.

Parseh Gevrekyan, sinema yıldızı Cahide Sonku’nun da sevgilisi. Sonku’nun da büyük aşkından sık sık bahsettiğini belirten Aktar, “Gevrekyan’dan 150 bin lira gibi acayip bir vergi isteniyor. O zaman Gevrekyan buna karşılık, ‘Kerestenin kamyonu 25 lira. Kaç kamyon kereste satmalıyım ki bu vergiyi ödeyeyim?” diyor.

Aktar’a göre bu maliye bürokrasisisin erkeksi bir öç alma hikayesinden başka bir şey değil:

“Bir nevi, amiyane tabirle ‘Var mı bizim mahallenin kızına sulanmak?’ diyorlar.”

O günün gazete başlıklarını hatırlatan Akar ise, “Yahudi bir tüccarın işhanı satıldığında, bu basına “En sonunda ‘x’ işhanı da millileştirildi” gibi başlıklarla yansıdı” diye ekliyor.

Bahar ailesi
Fotoğraf altı yazısı,Aşkale öncesinde mutlu günlerinde Bahar ailesi bir kır gezisinde.

‘İtiraz mümkün değildi’

Akar, kanunun ilan edildiği üzere herhangi bir ayrımcılığı içermediğini söylüyor ancak durumun fiiliyatta daha farklı olduğunu belirtiyor:

“Yasanın Meclis’ten çıkmasıyla beraber bu bir kapital ve varlık vergisiydi. Bu vergi tipi sadece Türkiye’de değil; Almanya ve İngiltere’de de uygulandı. İlhamını buradan aldığını varsayan bu yasa, ancak fiili olarak gayrimüslimlere karşı uygulandı. Vergi uygulamalarının eşitlik gibi unsurları vardır. Fiiliyattan hariç yazılı kanunun anti-demokratik yanı ise itiraz hakkı mümkün değildi.”

‘Şimdi Türkiye’de yeni bir döneme girdik’

Ayhan Aktar, bir daha yaşanmaması açısından Varlık Vergisi ve Aşkale’yi hatırlamanın önemli olduğunun altını çiziyor.

Aktar’a göre kitabının çıktığı 2000 yılında bu meseleleri konuşmak şimdiye göre çok daha kolaydı:

“O yılda Türkiye çok farklı bir yerdeydi. Şimdiki gibi rekabetçi, otoriter bir rejim içerisinde değildi. Türkiye her şeyin tartışıldığı bir yerdi. Evlilik öncesi ilişkiler gündeme geldiği gibi azınlıklarla ilgili meseleler de gündeme geliyordu. Belki azınlık meseleleri Ermeni soykırımıyla başladı ve Cumhuriyet döneminde ne olup bittiği de gündeme geldi.”

Türkiye’deki gayrimüslimlerin bu meseleleri her zaman yüreklerinde hissettiğini vurgulayan Aktar, ancak halkın büyük çoğunluğunun bu durumdan haberdar olmadığını söylüyor.

Ancak bugünleri ise ” ‘Aman tek partilı yıllar, Atatürk ve İnönü dönemi ile ilgili kötü söz söylenmesin’ dönemi” olarak niteleyen Aktar, sözlerine şöyle devam ediyor:

“Sağdan ve soldan da aynı uyarıları alıyoruz. Belki film, sanat düzeyinde bu konular gündeme geliyor. Ama maalesef akademik çerçevede gündemden düşmüş gibi görünüyor.”

Karikatür Dergisi
Fotoğraf altı yazısı,Karikatür Dergisi’nde yayımlanan bir Aşkale karikatürü

‘Anlatacak yollar çoğalacak ‘

Erüs ise bize Leon Bahar’ın sürgündeki Ermeni tüccar Himayak ile olan dostluğundan bahsediyor.

Leon Bahar’ın Ulus’taki mezarındaki kitabeyi Himayak’ın yazdığını kaydeden Erüs, şöyle devam ediyor:

“Şair, Edip, Dürüst, Tüccar o şiirin bir mısrası. Yani sürgündeki dostu, Leon’u bir ömür olmak istediği her şeyiyle sürgünde tanıyor ve mezar taşına bu sözleri kazıyor. Tıpkı Leon’un şairliğinin teslimi gibi bu yapılan haksızlığın da haksızlık olduğunu tarih bir gün teslim edecek. Anlatacak yollar çoğalacak, tıpkı Kulüp gibi.

“Aynı şiirin son satırında mezara gelenlerden bir Fatiha da istiyor Himayak. Bir Ermeni, bir Yahudi için bir Müslüman duası istiyor. Bu topraklarda barış içinde yaşama arzusuna kanıt arıyorsanız Ulus’ta Leon’un mezar taşını okuyabilirsiniz.”

Leon Bahar
Fotoğraf altı yazısı,Leon Bahar, Aşkale’de

Keer’in sesi babası hakkında konuşurken hala titriyor. Üzüntüsü ve acısı dün gibi hissediliyor.

“Size bir tek şey söyleyeceğim” diyor ve şöyle devam ediyor Keer:

“Bir insan bir memlekette yaşıyorsa, o lisanı konuşuyorsa, kendini o millete adapte olmuş şekilde hissediyorsa o önemlidir. Ben kendimi nasıl Türk hissediyorsam, Türkiye de beni aynı şekilde kendisine ait hissetmeli. İsrail’e yerleşmemim sebebi de bu. Kocam Amerikalı idi. Amerika’ya da yerleşebilirdim kolaylıkla. Ama bir ülkede ikincil bir vatandaş olmak istemiyordum. Ben istediğimi konuşmalıyım. Burada konuşabiliyorum. Ama Türkiye’de neden konuşamayayım?”

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here