Ana Sayfa Haberler Gönüllerin, beyinlerin, düşüncelerin, sevginin simgeleri Deniz, Yusuf, Hüseyin – Attila Turnaoğlu

Gönüllerin, beyinlerin, düşüncelerin, sevginin simgeleri Deniz, Yusuf, Hüseyin – Attila Turnaoğlu

0
Gönüllerin, beyinlerin, düşüncelerin, sevginin simgeleri Deniz, Yusuf, Hüseyin – Attila Turnaoğlu

6 Mayıs-

Ülkeleri için özgürlük ve demokrasi mücadelesi verenlerin katledildiği günler dışında hiçbir gün bu kadar kara gün olarak anılmayacak. Hiçbir olay, ne kadar güzel ne kadar mutluluk verici ne kadar heyecanlı olursa olsun 6 Mayıs gününün insanlara verdiği acı ve hüzün karşısında ne akla ne de dile bile gelemez.

Deniz, Yusuf, Hüseyin birer isim olmaktan çıkmış ve gönüllerin, beyinlerin, düşüncelerin, sevginin ve de en önemlisi saygının simgeleri olmuştur. 30 Mart Kızıldere katliamından kısa süre sonra bu dünyadan 6 Mayıs 1972 yılında koparılan günden bu yana geçen 50 yıl boyunca tüm sol düşünce akımlarının en başta gelen düşünce birliği, Üç Fidan’ın devrim önderleri olarak kabulüdür. Adil olmayan bir düzenin adil olmayan yargılanmalarının akabinde darağacına gönderilen Üç Fidan son nefeslerinde bile Türkiye Halklarının özgürlüğe kavuşmalarını dile getirmişlerdir.

6 Mayıs 1972 günü yaşananlardan bir durum: “Ve o gün Ankara’daki ölüm, ağlamayı dahi yasaklayan cinstendi. Haberi ilk veren spiker, huzurundan edildi. Mezarlığa ilk giden genç tutuklandı. Sokakta ilk bağıran bir kadın, alınıp götürüldü. Ve binlerce insan yeraltı yatağında akan bir dere gibi, içinde yaşadı duygularını.” (Nihat Behram)

Yer altındaki dere yatağı, üzerindeki baskı ile yer altına sıkışmış olsa da elbet bir şaft açıp oradan dışarı fışkıracak ve en büyük artezyen olarak tüm bir ülkeye hayat verecek su gibi berrak ve temiz bir dünyaya açılacaktır.

Fidan

Onlara neden “fidan” denildi? Nihat Behram’ın düşündükleri ve duygularına tüm saygımızla, bizlerde yarattığı düşünce şöyledir:

Fidan doğanın doğuşu, gelişmesi, serpildiği coğrafya ve zaman süresinde yaşama hayat verdiği, su sağladığı, oksijeni eksiksiz bırakmadığı ve nihayetinde insanların bir orman birlikteliğine dönüşmesine neden olduğu yaşamın ta kendisidir.

“orman”

göz hizam bazen tümünü görmeme yetmeyebilir

bazen biraz tepede bazen biraz aşağıda kalabilirim

hatta sağında veya solunda kaldığım durumlara da

şaşmamak gerek

önemli olan hangi hizada olduğum değil hangi gözle baktığım

mercekler bana ait ve beynimin emirlerine

yalnız fiziksel işlev yaparak cevap veriyor

beynim ise görebildiklerimi eviriyor çeviriyor

anlam katarak vücudumun heyecanına yol açıyor

yağmur yağdığı ve başımı gökyüzüne kaldırıp baktığımda

sadece yukarı bakıyorum

göğe erişemem ki

ama göğü kendime çağırır bana sarılmasını sağlarım

beni ıslatan yağmurun sevgi seline dönüşmesi

o kadar kolay ki

açarım kollarımı ve gülümserim

hepsi o

alış veriş devam eder

güneş susayınca bizden giderir isteğini

ve bize sevgisini aldığını vererek gösterir

verdiklerini anlayamayan kurumuşlar için

acıma hissimin gelişmesine artık üzülmüyorum

yaşam kuyruğundaki haklarını eritiyorlar

stoklar bitince sıra hala gelmemişse

bir kilo sükuta yeni üretime kadar kuyrukta bekleyip

elinde enayi bir gazete ile oyalanan

insanların ruhları

onları terk etmiş haberleri yok

gazete de bunu zaten yazmaz

bu arada göğe haksızlık etmeyeyim

bazen alıverir beni yanına ve göz hizamı bir kenara bırakarak

kuş bakışı seyrederim ormanı

o durumda ağaçları tek tek seçemezsin

bir güruh halindedir dalları birbiri içinde

kim kime sarılmıştır ve kim kimin dudaklarındadır bilemezsin

bildiğin şey

aynı ormanın içindeki hepsinin

birbirine aşık olduğu ve köklerin

çözülemez birlikteliğe derinden ulaştığıdır

susuzluk yoktur açlık yoktur

kökler ulaştırır birbirine yaşamı

tümüyle ve beraberce tek kılmak için

orman gitgide büyür çoğalır daha da yeşil olur

kamaşır ortalık

mavi yeşil kavramı bütünleşir

zaman artık sadece andır

sayılamaz sayıda anın tek nefese indirgenişidir

koku yayılır parmak uçları bedende kaybolur

eller görünmez

müzik yükselir

göreceksiniz

hiçbir uzvunuzun seçilemediği siz

bir sis perdesi arkasında sonsuzdur

güneşin sevgilisi rüzgar sizi uçuracaktır

yönünü siz seçin

orman sizinledir

(a.t.)

Üç Fidan aynı amaç ile aynı yolda hayatlarını kaybetmiş nice isimli-isimsiz Fidanlarla kol kola girerek ülkemizde bir Orman yaratmışlardır.

Orman ölmez. Birer fidan olup katılın.

……………………………….

Nice Şiirler, Şarkılar yazılmıştır tüm Fidanların ardından. Hayatı yaşamın aşkı olarak kabul eden Deniz Gezmiş demiş:

“Aşırı solcudur aşk.

Bu yüzden insanların sol yanını hedef alır.

Ve aşk bu kadar solcuyken içinden sağ çıkmak imkansızdır.”

………………………………….

Can Yücel, tüm duygularını apaçık dile getirirken hayranlığını bir aşk tasviri ile O’na yakıştırmış… Unutulmaz  “Mare Nostrum” adlı şiiri Türkiye’de devrimci gençlik hareketinin önderlerinden Deniz Gezmiş’in anısına yazmıştır. “Mare Nostrum” latincede “Bizim Deniz” anlamına gelmektedir.

mare nostrum
en uzun koşuysa elbet
türkiye’de de devrim
o, onun en güzel yüz metresini koştu
en sekmez lüverin namlusundan fırlayarak…
en hızlısıydı hepimizin,
en önce göğüsledi ipi…
acıyorsam sana anam avradım olsun
ama aşk olsun sana çocuk,
aşk olsun…
……………………………………………………………….

Nazım Hikmet, o sabahın ardından yazmış: (tümünü siz okuyun)

Ve Tanya sallandı ipin ucunda…

Tanya

zoe’ydi adı
ismim tanya dedi onlara
tanya;
bursa cezaevinde karşımda resmin
bursa cezaevinde,
belki duymamışsındır bile bursa’nın ismini
bursa’m yeşil ve yumuşak bir memlekettir.
bursa cezaevinde karşımda resmin
sene 1941 değil artık, sene 1945
moskova kapılarında değil artık
berlin kapılarında dövüşüyor artık seninkiler
bizimkiler
bütün namuslu dünyanınkiler..
tanya;
senin memleketini sevdiğin kadar ben de seviyorum memleketimi
seni astılar memleketini sevdiğin için
ben memleketimi sevdiğim için hapisteyim
ama ben yaşıyorum
ama sen öldün
sen çoktan dünyada yoksun
zaten ne kadar az kaldın orada
on sekiz senecik…
doyamadın güneşin sıcaklığına bile……………………………………………………………


…………………………………………………

Attila İlhan ise duygularını Mahur makamında ifade ederken, Ahmet Kaya bu şiiri ölümsüz bir şarkıya dönüştürmüştür.

“Attilâ İlhan Fransa’dan dönmüştür, İzmir-Karşıyaka’da yaşamaktadır. ‘’Efsane gazete’’ Demokrat İzmir’in de Genel Yayın Yönetmeni’dir. Her sabah 8.20 vapuruyla Karşıyaka İskelesi’nden Pasaport İskelesi’ne gelmekte, oradan da rıhtımda yürüyerek Konak’ta Nadir Nadi Caddesi’ndeki gazete binasına gitmektedir.

Vapur yolculuğuna da genelde Karşıyaka’da oturan gazetesinin ‘’edebiyata meraklı’’ spor muhabiri Okan Yüksel eşlik etmektedir. O gün Attilâ İlhan yaz-kış kolunda taşıdığı şemsiyesiyle iskeleye gelir, kendisini önceden orada Okan Yüksel beklemektedir. Her zamanki gibi ‘’Alaybey’’ isimli vapurun kıç tarafına geçerler birlikte.

Gözleri kan çanağına dönmüştür şair-yazarın. Bir yandan şiirin dizelerini mırıldanmaktadır. Bir yandan da kahverengi deri çantasından çıkardığı küçük not defterine dolmakalemiyle yazmaya çalışmaktadır.

Sicim gibi gözlerinden yaşlar süzülmektedir. Bundan sonrasını “Meslek Ustam” Okan Yüksel’den dinleyelim:

‘’Denizler’in asıldığını radyodan dinlediğini aktardı. Sesi titriyordu. Sık sık bulanık dalgalı denize bakıyordu. Gözlüklerini düzeltip dedi ki;

Okan!

Bu şiiri ilk sen dinliyorsun.

Adını; Mahur koydum.” 

Ve ‘şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız’ diye dizeleri okumaya başladı.

Hıçkıra hıçkıra ikimiz de ağlıyorduk.” (Odatv; Atilla Köprülüoğlu)

O Mahur Beste

Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız
Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız
Yalnız kederli yalnızlığımız da sıralı sırasız
O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız

Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı
Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı
Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı
Gittiler akşam olmadan ortalık karardı

Bitmez sazların özlemi daha sonra daha sonra
Sonranın bilinmezliği bir boyut katar ki onlara
Simsiyah bir teselli olur belki kalanlara
Geceler uzar hazırlık sonbahara

……………………………………………………………

Yine Can Yücel, derinden gelen ıstırap ve özleminde yakarıyor..

Sararıp dökülmeden önce kızaran yapraklar ki onlar
Şan verdiler ortalığa bütün bir sonbahar
Mevsim dönüp de yeniden yeşermeğe başlayınca rüzgar
Çıplaklığında o atın yine onlar koşacaklar
O çocuklar
O yapraklar
O şarabi eşkıyalar


Onlar da olmasa benim gayrı kimim var?

…………………………………………………..

Erdal Öz; 12 Mart 1971 Muhtırası sonrasında tutuklandığı zaman Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan ile tanışır. Onların ve mahpustaki diğer devrimcilerin hikâyelerini dinler, amacı dönemin romanını yazmaktır. Çeşitli günlük ve notlar tutar. Ancak 6 Mayıs itibari ile henüz notlarını tamamlayamadan kalır. Bilahare uzun yıllar sonra kitabı tamamlar. Anılar, gerçek öyküler, mektuplar, günlüklerin meydana getirdiği bir yaşam anlatımıdır. Adını Turgut Uyar‘ın dizelerinden alır.

Erdal Öz kendisi :”roman değil… çünkü kurgu değil. anı, belge, anlatı karışımı kitap” diye tanımlamıştır.


“herkes ne zaman ölür
elbet gülünün solduğu akşam.”

Turgut Uyar

Zamanında yazılmış biyografiler, anılar dönemler geçtikçe yeni nesillere aktarılırken epeyce zorluk yaşanabilir. Bazı insanlar hakkında yazılanları ifade etmekte zorlanır yazar…Toplumun içinden çıkıp hayata adını yazdırmış olan insanlar için yazmak başka türlü zordur; bir yandan Onların amaç, duygu, dirayet ve söylemlerine dikkat ile yaklaşacaksınız, diğer yandan Onların dile getirdiği siyaseti anlatımın içine serpiştirerek okuyana öğretici olmanın sorumluluğunu taşıyacaksınız. O dönemde bunu yapabilen Erdal Öz’e teşekkür edelim.

……………………………………………….

Deniz Gezmiş’in cep defterinin kapak arkasına kendi el yazısıyla karaladığı, kimi satırlarını çizdiği bir şiir:

“Yenilmişsem
Elim kolum bağlı
Boynumda yağlı ip
Gelip dayanmışsam darağacına
Dudaklarımda yarın
Gözlerim yarınlarda
Unutmak mı gerek seni?
Kapılar kapalı
Tutulmuşsa gece kapkara yollar
Sıcacık bir sevgi sunmayacak mıyım insanlara?
Bakmayacak mıyım yarınlara
Seslenmeyecek miyim insanlara?”

Hangi şaşkın, bağnaz düşünce bu sesleri kesmek için bir urgan parçasının yetebileceğini düşünmüş ise, ve hala düşünebiliyor ise…..

…………………………………………….

Cesaret

Onlar, diğer devrimci önderler gibi öne çıktılar. Kararlı, atak, dayanıklı ve yiğit yapıları ile ne korku ne acı ne tehdit ne de belirsizliklere karşı geri çekilmediler. Onlar cesurdular. Onların eylemleri ve düşüncelerinin şahitleri Türkiye Halklarıdır. Her birisi kendisi olma arzusu ile cesaretle düşüncelerini dile getirerek, kendileri için değil, koskoca bir milletin özgür ve insanca yaşam sürebilmeleri için öne çıkarak doğruları seslendirdiler.

Nazım Hikmet “Güneşi içenlerin türküsü” şiirinde şöyle bir vurgu yapmış:

 “Ölenler
döğüşerek öldüler;
güneşe gömüldüler.
Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!

Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaaaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!”

Yüzümüzü güneşe çevirdiğimizde, hayran kaldığımız o engin gücün Yiğitlerin gözlerinden geldiğini hissedebilir misiniz? Güvercinlerin size doğru uçarken gözlerine bakmayı deneyin, nasıl bir enerjidir düşünün.

……………………………………..

3 Fidan; Ankara 1 No’lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi tarafından yargılandıklarında, Türk Ceza Kanunu’nun 146’ncı maddesine göre suçlu bulunarak 10 Mart 1972 günü TBMM çatısı altında idam cezasına çarptırıldılar.

Oylama öncesi başlayan oturum hayli gergin bir ortamda geçerken vekillerin bir kısmı ‘Üçe üç’ bağırışları yükseliyor, Gezmiş, Aslan ve İnan’ın; Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın intikamı için asılmaları isteniyordu.

Yapılan oylamada Adalet Partisi’nin 251 milletvekilinden 218’i kabul oyu vermiş, 33’ü oylamaya katılmamıştı. Ancak Adalet Partisi’nde ret oyu veren vekil yoktu. Süleyman Demirel ve Alparslan Türkeş ise “kabul” oyu kullandılar. CHP vekillerinden 28’i kabul oyu verirken, 2’si çekimser oy vermiş, 47 milletvekili de ret oyu kullanmıştı. İsmet İnönü ve Bülent Ecevit “ret” verirken, CHP’li 66 vekil ise oylamaya katılmadı. Necmettin Erbakan da oylamaya katılmadı. Oylamada ‘Hayır’ oyu kullananlardan biri de Türkiye İşçi Partisi milletvekili Mehmet Ali Aybar’dı. İdam kararı Meclis çoğunluğunun oyuyla geçti. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay da idamları onayladı.

10 Mart günü idamı onaylayan pek çok siyasetçi yıllar sonra bu karardan duydukları pişmanlığı dile getirecekti. Milletin vekili olarak seçilen ve TBMM çatısı altında demokrasi ve insan haklarına bağlılık yemini edenlerin pişmanlıkları da verdikleri karar gibi onların vicdanlarında kapkara leke olarak kalmıştır.

O gün Melih Cevdet Anday şafak sökmeden dökmüş kurşun kalem ucuna, göz yaşları ıslatmış papirüsü…

ANI

Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil bu anılacak şey değil
Apansız geliyor aklıma

Neredeyse gün doğacaktı
Herkes gibi kalkacaktınız
Belki daha uykunuz da vardı
Geceniz geliyor aklıma

Sevdiğim çiçek adları gibi
Sevdiğim sokak adları gibi
Bütün sevdiklerimin adları gibi
Adınız geliyor aklıma

Rahat döşeklerin utanması bundan
Öpüşürken bu dalgınlık bundan
Tel örgünün deliğinde buluşan
Parmaklarınız geliyor aklıma

Nice aşklar arkadaşlıklar gördüm
Kahramanlıklar okudum tarihte
Çağımıza yakışan vakur, sade
Davranışınız geliyor aklıma

Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil unutulur şey değil
Çaresiz geliyor aklıma.


Anday, beni aldı götürdü, geri dönerken bir nazire de Ona gönderdim.
 
NAZİRE – ANI - Melih Cevdet Anday
 
 
güvercinlerin son havalanışı gibi
geriye bakamadan ürkek
yatağından kalkabilmek
karanfil başlamışken yanık koku vermeye
sanki habercisi gibi gün doğumunun
gün doğumundaki felaketin
o gün doğumu ki
ben uykudayken elim yavuklumun teninde
dudaklarım hala ıslak gecenin nefesinde
çiçeklerin kokusu odamda 
adını sayıklıyorum sevdiklerimin
 
o gün doğumu ki
adları son kez okunacak
kaldırılarak yatağından
dar bir sokaktan yürütülecekler
soğuk ve siyah
 
o gün doğumu ki bir aşkı yok edecek
vakur bakışlara sade gülümsemeye son verecek
tel örgünün deliğindeki eller düşecek
ne bir temas
ne bir ses kalmayacak
sadece adları
sadece adları
çiçekleri
kokuları
renkleri
pır pır eden güvercinin heyecanı
hep aklımda kalacak
 

(a.t.)

………………………………………….

“Ayrılık ne biliyor musun? Ne araya yolların girmesi, ne kapanan kapılar, ne yıldız kayması gecede, ne ceplerde tren tarifesi, ne de turna katarı gökte.

İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık…” Louis Aragon

Öyle midir?

Ayrılık belki de dökülenleri yalnız başına geri toplamaya başlamaktır……tekrar dökmek üzere….

Lamba söner güneş ışır, hayat koşar insan kovalar…

Kaybedilmiş, zamansız bu dünyadan koparılmış, insanların özgür yaşayabilmeleri için düşünce geliştirmiş, dile dökmüş, birlik olmaya çağrı yapmış, haksızlıklara ve baskılara başkaldırmış, çocuk-genç-yaşlı-kadın-erkek-her renk insanımız ile göz göze gelerek kol kola girmişken, kolundakinin yere düşüşünü görmüş, onu kucaklayıp taşımış, sokak arasında kahpece dövülerek öldürülenlere, zabit kurşununa siper olmak için atılmış-ama nafile; bu kötülerin idaresinde emeklere hak aramış, nice fidanlar-yiğitler orada burada şurada yatıyorlar.

Sılanın yolları ufak tefek, eller yorgun ancak gönül zengin, şiirler salıyor yiğitlere. Kara haber gelir güllerim açmaz, yaşam sertleşir efkâr artar, gönlünü insanlara açan temiz aydınlar yer hükümleri yıl be yıl. Mezarlar dizilmiş sıra sıra, sanki harman yeri; yiğitler anılır birer aslan gibi, burada değiller ama kükrüyor sesleri…

6 Mayısa 3 çiçek, 30 Marta 10 çiçek, 31 Mayısa 3 çiçek, 21 Şubata 8 çiçek, 18 Mayısa 1 çiçek, 23 Eylüle 1 çiçek, 30 Mayısa 10 çiçek, 16 Hazirana 1 çiçek…

Anılarına Saygı ile…

Attila Turnaoğlu (a.t.)

Attila Turnaoğlu –1953 yılında İstanbul’da doğan Turnaoğlu, Lise öğrenimini Kadıköy Maarif Koleji’ndetamamlamıştır. ODTÜ Endüstri Mühendisliği’nde yüksek öğrenimini tamamlayarak 1979 yılında iş hayatına atılmıştır.İş hayatında sırasıyla STFA Grubu’nun çeşitli şirketlerinde (1979 – 1994) Yöneticilik yapmıştır. Daha sonra İntermak grubunda Genel Koordinatör olarak görev aldıktan sonra 1995 – 2001 yılları arasında Transtürk Holding Aş – Israel Jv ortaklığı şirketlerinde Gübre, Fide üretim ve pazarlaması konularında görev almıştır. Daha sonra bir müddet müşavirlik yapmış olup, 2005 -2014 yıllarında Koca Grup bünyesinde Çeşitli Yurt Dışı Projeler Koordinatörü olarak Endüstriyel Tesisler, çeşitli alt yapı inşaat işleri faaliyetlerini yürütmüştür. Ardından Bionas Tarım LTD Şirketinde Genel Müdür olarak Rusya’da Organik Tarım üretimi ve Avrupa Birliği Ülkeleri, USA ve Kanada’ya satışlar gerçekleştirilmiştir.Orta öğreniminden beri müzikle uğraşmış, şarkı sözleri ve şarkılar üretmiştir. Şiire meraklı olup üniversite döneminden bu yana şiirler yazmaktadır. Bir dönem roman yazma konusuna da eğilmiş ancak yazdıkları basılmamıştır.YouTube kanalında şarkılar, şiir okumaları, video yapımları mevcut olup ileriye dönük Şiir kitabı basmayı amaçlamaktadır. Denenmemiş çalışmalara meraklı olup Foto-Şiir çalışmaları yürütmektedir. Yaşama ait kısa yazılar yazmaya da çalışmaktadır.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here