6 Mayıs-
Ülkeleri için özgürlük ve demokrasi mücadelesi verenlerin katledildiği günler dışında hiçbir gün bu kadar kara gün olarak anılmayacak. Hiçbir olay, ne kadar güzel ne kadar mutluluk verici ne kadar heyecanlı olursa olsun 6 Mayıs gününün insanlara verdiği acı ve hüzün karşısında ne akla ne de dile bile gelemez.
Deniz, Yusuf, Hüseyin birer isim olmaktan çıkmış ve gönüllerin, beyinlerin, düşüncelerin, sevginin ve de en önemlisi saygının simgeleri olmuştur. 30 Mart Kızıldere katliamından kısa süre sonra bu dünyadan 6 Mayıs 1972 yılında koparılan günden bu yana geçen 50 yıl boyunca tüm sol düşünce akımlarının en başta gelen düşünce birliği, Üç Fidan’ın devrim önderleri olarak kabulüdür. Adil olmayan bir düzenin adil olmayan yargılanmalarının akabinde darağacına gönderilen Üç Fidan son nefeslerinde bile Türkiye Halklarının özgürlüğe kavuşmalarını dile getirmişlerdir.
6 Mayıs 1972 günü yaşananlardan bir durum: “Ve o gün Ankara’daki ölüm, ağlamayı dahi yasaklayan cinstendi. Haberi ilk veren spiker, huzurundan edildi. Mezarlığa ilk giden genç tutuklandı. Sokakta ilk bağıran bir kadın, alınıp götürüldü. Ve binlerce insan yeraltı yatağında akan bir dere gibi, içinde yaşadı duygularını.” (Nihat Behram)
Yer altındaki dere yatağı, üzerindeki baskı ile yer altına sıkışmış olsa da elbet bir şaft açıp oradan dışarı fışkıracak ve en büyük artezyen olarak tüm bir ülkeye hayat verecek su gibi berrak ve temiz bir dünyaya açılacaktır.
Fidan
Onlara neden “fidan” denildi? Nihat Behram’ın düşündükleri ve duygularına tüm saygımızla, bizlerde yarattığı düşünce şöyledir:
Fidan doğanın doğuşu, gelişmesi, serpildiği coğrafya ve zaman süresinde yaşama hayat verdiği, su sağladığı, oksijeni eksiksiz bırakmadığı ve nihayetinde insanların bir orman birlikteliğine dönüşmesine neden olduğu yaşamın ta kendisidir.
“orman”
göz hizam bazen tümünü görmeme yetmeyebilir
bazen biraz tepede bazen biraz aşağıda kalabilirim
hatta sağında veya solunda kaldığım durumlara da
şaşmamak gerek
önemli olan hangi hizada olduğum değil hangi gözle baktığım
mercekler bana ait ve beynimin emirlerine
yalnız fiziksel işlev yaparak cevap veriyor
beynim ise görebildiklerimi eviriyor çeviriyor
anlam katarak vücudumun heyecanına yol açıyor
yağmur yağdığı ve başımı gökyüzüne kaldırıp baktığımda
sadece yukarı bakıyorum
göğe erişemem ki
ama göğü kendime çağırır bana sarılmasını sağlarım
beni ıslatan yağmurun sevgi seline dönüşmesi
o kadar kolay ki
açarım kollarımı ve gülümserim
hepsi o
alış veriş devam eder
güneş susayınca bizden giderir isteğini
ve bize sevgisini aldığını vererek gösterir
verdiklerini anlayamayan kurumuşlar için
acıma hissimin gelişmesine artık üzülmüyorum
yaşam kuyruğundaki haklarını eritiyorlar
stoklar bitince sıra hala gelmemişse
bir kilo sükuta yeni üretime kadar kuyrukta bekleyip
elinde enayi bir gazete ile oyalanan
insanların ruhları
onları terk etmiş haberleri yok
gazete de bunu zaten yazmaz
bu arada göğe haksızlık etmeyeyim
bazen alıverir beni yanına ve göz hizamı bir kenara bırakarak
kuş bakışı seyrederim ormanı
o durumda ağaçları tek tek seçemezsin
bir güruh halindedir dalları birbiri içinde
kim kime sarılmıştır ve kim kimin dudaklarındadır bilemezsin
bildiğin şey
aynı ormanın içindeki hepsinin
birbirine aşık olduğu ve köklerin
çözülemez birlikteliğe derinden ulaştığıdır
susuzluk yoktur açlık yoktur
kökler ulaştırır birbirine yaşamı
tümüyle ve beraberce tek kılmak için
orman gitgide büyür çoğalır daha da yeşil olur
kamaşır ortalık
mavi yeşil kavramı bütünleşir
zaman artık sadece andır
sayılamaz sayıda anın tek nefese indirgenişidir
koku yayılır parmak uçları bedende kaybolur
eller görünmez
müzik yükselir
göreceksiniz
hiçbir uzvunuzun seçilemediği siz
bir sis perdesi arkasında sonsuzdur
güneşin sevgilisi rüzgar sizi uçuracaktır
yönünü siz seçin
orman sizinledir
(a.t.)
Üç Fidan aynı amaç ile aynı yolda hayatlarını kaybetmiş nice isimli-isimsiz Fidanlarla kol kola girerek ülkemizde bir Orman yaratmışlardır.
Orman ölmez. Birer fidan olup katılın.
……………………………….
Nice Şiirler, Şarkılar yazılmıştır tüm Fidanların ardından. Hayatı yaşamın aşkı olarak kabul eden Deniz Gezmiş demiş:
“Aşırı solcudur aşk.
Bu yüzden insanların sol yanını hedef alır.
Ve aşk bu kadar solcuyken içinden sağ çıkmak imkansızdır.”
………………………………….
Can Yücel, tüm duygularını apaçık dile getirirken hayranlığını bir aşk tasviri ile O’na yakıştırmış… Unutulmaz “Mare Nostrum” adlı şiiri Türkiye’de devrimci gençlik hareketinin önderlerinden Deniz Gezmiş’in anısına yazmıştır. “Mare Nostrum” latincede “Bizim Deniz” anlamına gelmektedir.
mare nostrum
en uzun koşuysa elbet
türkiye’de de devrim
o, onun en güzel yüz metresini koştu
en sekmez lüverin namlusundan fırlayarak…
en hızlısıydı hepimizin,
en önce göğüsledi ipi…
acıyorsam sana anam avradım olsun
ama aşk olsun sana çocuk,
aşk olsun…
……………………………………………………………….
Nazım Hikmet, o sabahın ardından yazmış: (tümünü siz okuyun)
Ve Tanya sallandı ipin ucunda…
Tanya
zoe’ydi adı
ismim tanya dedi onlara
tanya;
bursa cezaevinde karşımda resmin
bursa cezaevinde,
belki duymamışsındır bile bursa’nın ismini
bursa’m yeşil ve yumuşak bir memlekettir.
bursa cezaevinde karşımda resmin
sene 1941 değil artık, sene 1945
moskova kapılarında değil artık
berlin kapılarında dövüşüyor artık seninkiler
bizimkiler
bütün namuslu dünyanınkiler..
tanya;
senin memleketini sevdiğin kadar ben de seviyorum memleketimi
seni astılar memleketini sevdiğin için
ben memleketimi sevdiğim için hapisteyim
ama ben yaşıyorum
ama sen öldün
sen çoktan dünyada yoksun
zaten ne kadar az kaldın orada
on sekiz senecik…
doyamadın güneşin sıcaklığına bile……………………………………………………………
…………………………………………………
Attila İlhan ise duygularını Mahur makamında ifade ederken, Ahmet Kaya bu şiiri ölümsüz bir şarkıya dönüştürmüştür.
“Attilâ İlhan Fransa’dan dönmüştür, İzmir-Karşıyaka’da yaşamaktadır. ‘’Efsane gazete’’ Demokrat İzmir’in de Genel Yayın Yönetmeni’dir. Her sabah 8.20 vapuruyla Karşıyaka İskelesi’nden Pasaport İskelesi’ne gelmekte, oradan da rıhtımda yürüyerek Konak’ta Nadir Nadi Caddesi’ndeki gazete binasına gitmektedir.
Vapur yolculuğuna da genelde Karşıyaka’da oturan gazetesinin ‘’edebiyata meraklı’’ spor muhabiri Okan Yüksel eşlik etmektedir. O gün Attilâ İlhan yaz-kış kolunda taşıdığı şemsiyesiyle iskeleye gelir, kendisini önceden orada Okan Yüksel beklemektedir. Her zamanki gibi ‘’Alaybey’’ isimli vapurun kıç tarafına geçerler birlikte.
Gözleri kan çanağına dönmüştür şair-yazarın. Bir yandan şiirin dizelerini mırıldanmaktadır. Bir yandan da kahverengi deri çantasından çıkardığı küçük not defterine dolmakalemiyle yazmaya çalışmaktadır.
Sicim gibi gözlerinden yaşlar süzülmektedir. Bundan sonrasını “Meslek Ustam” Okan Yüksel’den dinleyelim:
‘’Denizler’in asıldığını radyodan dinlediğini aktardı. Sesi titriyordu. Sık sık bulanık dalgalı denize bakıyordu. Gözlüklerini düzeltip dedi ki;
Okan!
Bu şiiri ilk sen dinliyorsun.
Adını; Mahur koydum.”
Ve ‘şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız’ diye dizeleri okumaya başladı.
Hıçkıra hıçkıra ikimiz de ağlıyorduk.” (Odatv; Atilla Köprülüoğlu)
O Mahur Beste
Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız
Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız
Yalnız kederli yalnızlığımız da sıralı sırasız
O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız
Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı
Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı
Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı
Gittiler akşam olmadan ortalık karardı
Bitmez sazların özlemi daha sonra daha sonra
Sonranın bilinmezliği bir boyut katar ki onlara
Simsiyah bir teselli olur belki kalanlara
Geceler uzar hazırlık sonbahara
……………………………………………………………
Yine Can Yücel, derinden gelen ıstırap ve özleminde yakarıyor..
Sararıp dökülmeden önce kızaran yapraklar ki onlar
Şan verdiler ortalığa bütün bir sonbahar
Mevsim dönüp de yeniden yeşermeğe başlayınca rüzgar
Çıplaklığında o atın yine onlar koşacaklar
O çocuklar
O yapraklar
O şarabi eşkıyalar
Onlar da olmasa benim gayrı kimim var?
…………………………………………………..
Erdal Öz; 12 Mart 1971 Muhtırası sonrasında tutuklandığı zaman Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan ile tanışır. Onların ve mahpustaki diğer devrimcilerin hikâyelerini dinler, amacı dönemin romanını yazmaktır. Çeşitli günlük ve notlar tutar. Ancak 6 Mayıs itibari ile henüz notlarını tamamlayamadan kalır. Bilahare uzun yıllar sonra kitabı tamamlar. Anılar, gerçek öyküler, mektuplar, günlüklerin meydana getirdiği bir yaşam anlatımıdır. Adını Turgut Uyar‘ın dizelerinden alır.
Erdal Öz kendisi :”roman değil… çünkü kurgu değil. anı, belge, anlatı karışımı kitap” diye tanımlamıştır.
“herkes ne zaman ölür
elbet gülünün solduğu akşam.”
Turgut Uyar
Zamanında yazılmış biyografiler, anılar dönemler geçtikçe yeni nesillere aktarılırken epeyce zorluk yaşanabilir. Bazı insanlar hakkında yazılanları ifade etmekte zorlanır yazar…Toplumun içinden çıkıp hayata adını yazdırmış olan insanlar için yazmak başka türlü zordur; bir yandan Onların amaç, duygu, dirayet ve söylemlerine dikkat ile yaklaşacaksınız, diğer yandan Onların dile getirdiği siyaseti anlatımın içine serpiştirerek okuyana öğretici olmanın sorumluluğunu taşıyacaksınız. O dönemde bunu yapabilen Erdal Öz’e teşekkür edelim.
……………………………………………….
Deniz Gezmiş’in cep defterinin kapak arkasına kendi el yazısıyla karaladığı, kimi satırlarını çizdiği bir şiir:
“Yenilmişsem
Elim kolum bağlı
Boynumda yağlı ip
Gelip dayanmışsam darağacına
Dudaklarımda yarın
Gözlerim yarınlarda
Unutmak mı gerek seni?
Kapılar kapalı
Tutulmuşsa gece kapkara yollar
Sıcacık bir sevgi sunmayacak mıyım insanlara?
Bakmayacak mıyım yarınlara
Seslenmeyecek miyim insanlara?”
Hangi şaşkın, bağnaz düşünce bu sesleri kesmek için bir urgan parçasının yetebileceğini düşünmüş ise, ve hala düşünebiliyor ise…..
…………………………………………….
Cesaret
Onlar, diğer devrimci önderler gibi öne çıktılar. Kararlı, atak, dayanıklı ve yiğit yapıları ile ne korku ne acı ne tehdit ne de belirsizliklere karşı geri çekilmediler. Onlar cesurdular. Onların eylemleri ve düşüncelerinin şahitleri Türkiye Halklarıdır. Her birisi kendisi olma arzusu ile cesaretle düşüncelerini dile getirerek, kendileri için değil, koskoca bir milletin özgür ve insanca yaşam sürebilmeleri için öne çıkarak doğruları seslendirdiler.
Nazım Hikmet “Güneşi içenlerin türküsü” şiirinde şöyle bir vurgu yapmış:
“Ölenler
döğüşerek öldüler;
güneşe gömüldüler.
Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!
Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaaaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!”
Yüzümüzü güneşe çevirdiğimizde, hayran kaldığımız o engin gücün Yiğitlerin gözlerinden geldiğini hissedebilir misiniz? Güvercinlerin size doğru uçarken gözlerine bakmayı deneyin, nasıl bir enerjidir düşünün.
……………………………………..
3 Fidan; Ankara 1 No’lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi tarafından yargılandıklarında, Türk Ceza Kanunu’nun 146’ncı maddesine göre suçlu bulunarak 10 Mart 1972 günü TBMM çatısı altında idam cezasına çarptırıldılar.
Oylama öncesi başlayan oturum hayli gergin bir ortamda geçerken vekillerin bir kısmı ‘Üçe üç’ bağırışları yükseliyor, Gezmiş, Aslan ve İnan’ın; Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın intikamı için asılmaları isteniyordu.
Yapılan oylamada Adalet Partisi’nin 251 milletvekilinden 218’i kabul oyu vermiş, 33’ü oylamaya katılmamıştı. Ancak Adalet Partisi’nde ret oyu veren vekil yoktu. Süleyman Demirel ve Alparslan Türkeş ise “kabul” oyu kullandılar. CHP vekillerinden 28’i kabul oyu verirken, 2’si çekimser oy vermiş, 47 milletvekili de ret oyu kullanmıştı. İsmet İnönü ve Bülent Ecevit “ret” verirken, CHP’li 66 vekil ise oylamaya katılmadı. Necmettin Erbakan da oylamaya katılmadı. Oylamada ‘Hayır’ oyu kullananlardan biri de Türkiye İşçi Partisi milletvekili Mehmet Ali Aybar’dı. İdam kararı Meclis çoğunluğunun oyuyla geçti. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay da idamları onayladı.
10 Mart günü idamı onaylayan pek çok siyasetçi yıllar sonra bu karardan duydukları pişmanlığı dile getirecekti. Milletin vekili olarak seçilen ve TBMM çatısı altında demokrasi ve insan haklarına bağlılık yemini edenlerin pişmanlıkları da verdikleri karar gibi onların vicdanlarında kapkara leke olarak kalmıştır.
O gün Melih Cevdet Anday şafak sökmeden dökmüş kurşun kalem ucuna, göz yaşları ıslatmış papirüsü…
ANI
Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil bu anılacak şey değil
Apansız geliyor aklıma
Neredeyse gün doğacaktı
Herkes gibi kalkacaktınız
Belki daha uykunuz da vardı
Geceniz geliyor aklıma
Sevdiğim çiçek adları gibi
Sevdiğim sokak adları gibi
Bütün sevdiklerimin adları gibi
Adınız geliyor aklıma
Rahat döşeklerin utanması bundan
Öpüşürken bu dalgınlık bundan
Tel örgünün deliğinde buluşan
Parmaklarınız geliyor aklıma
Nice aşklar arkadaşlıklar gördüm
Kahramanlıklar okudum tarihte
Çağımıza yakışan vakur, sade
Davranışınız geliyor aklıma
Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil unutulur şey değil
Çaresiz geliyor aklıma.
Anday, beni aldı götürdü, geri dönerken bir nazire de Ona gönderdim.
NAZİRE – ANI - Melih Cevdet Anday
güvercinlerin son havalanışı gibi
geriye bakamadan ürkek
yatağından kalkabilmek
karanfil başlamışken yanık koku vermeye
sanki habercisi gibi gün doğumunun
gün doğumundaki felaketin
o gün doğumu ki
ben uykudayken elim yavuklumun teninde
dudaklarım hala ıslak gecenin nefesinde
çiçeklerin kokusu odamda
adını sayıklıyorum sevdiklerimin
o gün doğumu ki
adları son kez okunacak
kaldırılarak yatağından
dar bir sokaktan yürütülecekler
soğuk ve siyah
o gün doğumu ki bir aşkı yok edecek
vakur bakışlara sade gülümsemeye son verecek
tel örgünün deliğindeki eller düşecek
ne bir temas
ne bir ses kalmayacak
sadece adları
sadece adları
çiçekleri
kokuları
renkleri
pır pır eden güvercinin heyecanı
hep aklımda kalacak
(a.t.)
………………………………………….
“Ayrılık ne biliyor musun? Ne araya yolların girmesi, ne kapanan kapılar, ne yıldız kayması gecede, ne ceplerde tren tarifesi, ne de turna katarı gökte.
İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık…” Louis Aragon
Öyle midir?
Ayrılık belki de dökülenleri yalnız başına geri toplamaya başlamaktır……tekrar dökmek üzere….
Lamba söner güneş ışır, hayat koşar insan kovalar…
Kaybedilmiş, zamansız bu dünyadan koparılmış, insanların özgür yaşayabilmeleri için düşünce geliştirmiş, dile dökmüş, birlik olmaya çağrı yapmış, haksızlıklara ve baskılara başkaldırmış, çocuk-genç-yaşlı-kadın-erkek-her renk insanımız ile göz göze gelerek kol kola girmişken, kolundakinin yere düşüşünü görmüş, onu kucaklayıp taşımış, sokak arasında kahpece dövülerek öldürülenlere, zabit kurşununa siper olmak için atılmış-ama nafile; bu kötülerin idaresinde emeklere hak aramış, nice fidanlar-yiğitler orada burada şurada yatıyorlar.
Sılanın yolları ufak tefek, eller yorgun ancak gönül zengin, şiirler salıyor yiğitlere. Kara haber gelir güllerim açmaz, yaşam sertleşir efkâr artar, gönlünü insanlara açan temiz aydınlar yer hükümleri yıl be yıl. Mezarlar dizilmiş sıra sıra, sanki harman yeri; yiğitler anılır birer aslan gibi, burada değiller ama kükrüyor sesleri…
6 Mayısa 3 çiçek, 30 Marta 10 çiçek, 31 Mayısa 3 çiçek, 21 Şubata 8 çiçek, 18 Mayısa 1 çiçek, 23 Eylüle 1 çiçek, 30 Mayısa 10 çiçek, 16 Hazirana 1 çiçek…
Anılarına Saygı ile…
Attila Turnaoğlu (a.t.)