Ana Sayfa Haberler Zenginlerden alınan ek vergi öğrencilere bir öğün ücretsiz yemek oluyor- Mustafa Durmuş

Zenginlerden alınan ek vergi öğrencilere bir öğün ücretsiz yemek oluyor- Mustafa Durmuş

0
Zenginlerden alınan ek vergi öğrencilere bir öğün ücretsiz yemek oluyor- Mustafa Durmuş

ABD’nin Massachusetts Eyaleti’nde geçen yıl bir uygulama başlatıldı. Zenginlerden alınan ek bir gelir vergisi ile temel eğitimdeki öğrencilere ücretsiz okul yemekleri, eskiyen toplu taşıma sisteminde ihtiyaç duyulan iyileştirmeler ve kamu üniversitelerinde okuyan öğrenciler için harçsız eğitim gibi, daha ziyade eğitimdeki sorunları gidermeye yönelik ek bir kamusal finansman sağlandı.

Kısaca,1 milyon doların üzerinde geliri olan kişilerden yıllık yüzde 4 oranında ek vergi alınmasını öngören “Adil Paylaşım Değişikliği” ile bir yılda 1,5 milyar dolar ilave gelir elde edildi. Üstelik iddia edilenin aksine, hiçbir zenginin bu vergi yüzünden eyaletten ayrılmadığı da ortaya çıktı. (1)

“Ayırıcı Vergileme”

Böylece “Ayırıcı Vergileme” tekniği (2) kullanılarak belli bir vergi özgün bir amaç için toplanmış ve kullanılmış oldu.

Bu tür bir vergilemeyi sağlık ve alt yapı alanlarında da uygulamak mümkündür. Keza özü itibarıyla ayırıcı vergiler olan Türkiye’deki sosyal güvenlik amacıyla alınan vergi benzeri gelirleri (SGK primleri) daha etkin, verimli ve yerinde kullanabilecek sistemler geliştirilebilir. Böyle olunca da emekçilerimizi ve emeklilerimizi özel emeklilik sigortaları gibi geleceği belirsiz programlara muhtaç etmeye gerek kalmaz.

Yerelleştirme

İkinci olarak, bu örnek yerelleştirmenin ne denli etkin kullanılabileceğinin iyi bir örneğidir. Zira federalizm altında, merkezi yönetimin böyle bir vergiyi (doğal felaketler ve savaş halleri dışında) hayata geçirme ihtimali, bütçe kısıtları ve diğer öncelikler gibi gerekçelerle, zayıftır. Bu yüzden de yerel yönetimler hızlıca böyle bir vergi kararını bölgesel olarak hayata geçirebilirler.

“Tek Adam” istese!

Türkiye’nin aşırı merkeziyetçi bir yönetime sahip bir ülke haline geldiği biliniyor. Bu yüzden de, örneğin her türlü kararın iki dudağı arasında olduğu Cumhurbaşkanı istese, öğrencilere günde bir öğün ücretsiz yemek sağlamak da dâhil olmak üzere, eğitimle ilgili birçok sorunu vergileme ile çözebilir. Bunun için, vergi ödeme gücü yüksek olan zenginlerden daha fazla vergi almak ve bu geliri bu işlerde kullanmak yeterlidir.

Ancak neo- liberalizme sadık siyasal İslamcı iktidar, pratikte tam tersini yapıyor ve vergilemeyi gerici bir biçimde hayata geçiriyor. Örnek olarak, büyük bir kısmı zenginlerin yararına olan 2,2 trilyon liralık vergi indirimi, istisnası ve muafiyeti yetmiyormuş gibi, ‘Şans Oyunları Vergisi’nin oranlarını da yarıya indirerek kumarhane patronlarının kasalarını dolduruyor.

Halka daha fazla kaynak ayrılmalı

Oysa ortada bir gerçek var.  Zengini, sermayeyi vergilendirmeden ve bu vergilerle finanse edilen kamu harcamalarını insan ve toplum için faydalı ve doğa ile uyumlu hizmetlerle sınırlı tutmadan, bazı temel ekonomik ve sosyal sorunları çözebilmek mümkün değildir. Yani militarizme, savaşlara, faize ve otoriterleşmeye harcanan kaynaklar kesilmelidir. Tüm kaynaklar halkın ihtiyaçlarını karşılamak için kullanılmalıdır.

Meselenin bir diğer boyutu bölgesel gelişkinlik farklılıklarıyla ilgilidir. Zira Türkiye’de bölgesel gelir farklılıkları çok fazla. Öyle ki Kürtlerin ağırlıklı yaşadığı Güney Doğu ve Doğu Bölgelerindeki hane başına ortalama gelir Türkiye ortalamasının yüzde 49’u kadar. Yani Bölge halkı ülke ortalamasından daha yoksul durumda. Bunun kuşkusuz, ekonomik olduğu kadar, tarihsel ve siyasal nedenleri de var.

Ayrıca, yoksulluk sadece parasal bir gelir yetersizliği olarak da ele alınmamalıdır. Yoksulluk aynı zamanda, eğitim, sağlık, barınma, ulaştırma, iletişim gibi temel hizmetlere erişememekle ilgili de bir durumdur.

Zira bu hizmetlerden farklı nedenlerle de olsa yararlanamayanlar yeterli geliri olmayan yoksullardır ve bu hizmetlerden yararlanamazlarsa ömür boyu yoksul kalacaklardır. Yani çok boyutlu yoksulluk göstergelerine bakılmalı ve ücretsiz, nitelikli kamusal hizmetlerin kapsamı tüm halkı kapsayacak şekilde genişletilmelidir.

Hizmet sunumuna ilişkin kararlar yerelleştirilmeli

Bu yüzden de, merkezi yönetim ayırıcı vergileme uygulaması ile zenginlerden alacağı benzer bir ek vergi ile öğrenci yemeklerini ücretsiz sunabilir ve diğer temel kamusal hizmetlerden halkın, özellikle de yoksulların ücretsiz faydalanmasını sağlayabilir.

Bunun için başvurulabilecek temel kalıcı finansman biçimi ilerici vergilemedir. Ancak her bölgenin vergi kapasitesi farklı ve bazıları da yeterli olmadığından, merkezi yönetim bütçesi vergi gelirlerinin bir kısmı bölge halkları için bölge yerel yönetimlerince kullanılmalıdır. Yani finansman merkezden sağlansa da, yerellik ilkesi gereği bu finansmanın kullanımında yerel yönetimler de eşit biçimde söz sahibi olmalıdır. Bu da merkez-yerel yönetim ilişkisinin masaya yatırılmasını ve yerinden yönetim uygulamalarının güçlendirilerek hayata geçirilmesini gerektirir. Mart ayında yapılacak olan yerel yönetimler seçimlerini bu perspektiften de ele almakta yarar var.

“Hayırseverlik” değil “Yurttaşlık hakkı”

Burjuva iktidarlar genellikle vergilemeyi emekçilerin aleyhine kullandıklarından, yukarıda sayılan hizmetleri eksik ve niteliksiz sunarlar ve aradaki farkın da hayırseverlik mekanizmaları üzerinden kapatılmasını isterler. Bunun dini cemaatler için bir ideolojik ve örgütsel genişleme fırsatı ve imkânı olduğu açıktır.

Oysa özellikle de kamusal hizmet sunumunda, başvurulacak en sakıncalı yöntemi hayırseverliktir. Zira böyle bir yol öncelikle, öğrencilerin ve ailelerinin cemaatlere ve yerel zenginlere, buradan hareketle de iktidara olan biat ilişkisini güçlendirir. İkinci olarak “eşit etkin yurttaşlık” yerine “kulluk” kavramını koyar.

Hayırseverlik sömürüyü gizliyor

Ayrıca hayırseverlik anlık olarak iyi bir şeymiş gibi görünse de, yoksulluğu meşru kılar çünkü yoksullar bir süre sonra yoksulluklarının gerçek nedenleri hakkında düşünmekten ya da yoksulluğu sorgulamaktan vaz geçerler. Öyle ki hayırseverlik yoksulluğun asıl nedenlerinin üzerini örter, yoksulun mücadele etmekten vazgeçmesini sağlar ve sistemin ömrünü uzatır.

Hayırseverlikle, Şubat depremleri sırasında sergilenen, eşit durumdaki insanların, halkların kendi aralarındaki dayanışması ya da bazı belediyelerin öğrencilere bedava yenmek vermesi aynı şey değildir.

Hayırseverlik yardımlarının asıl amacı kapitalizmin neden olduğu adaletsiz bölüşümün insanlar tarafından fark edilmesini önlemektir ve bu özellikle yapılır. Yardımı servet sahipleri yaptıkları sürece, bu servet sahiplerinin bu serveti nasıl bir yoksullaştırma ve sömürü ile elde ettikleri gerçeğini sorgulamamızı önler. Kısaca, sosyal adaletin olmadığı yerde hayırseverlik pislik örtmeye yarar.

Ayrıca sözde hayırseverlik kisvesi altındaki bazı uygulamalarla,  oy takasının, siyasal rant sağlamanın, emek ve doğa sömürüsünün, kadın ve çocuk tacizlerinin de önü açılabilmektedir.

Bir başka anlatımla, hayırseverlik doğal bir olgu değildir. Bundan fayda sağlayan zengin bireyler, zengin uluslar ya da çok uluslu şirketler tarafından yaratılmış, yani sistemin aktörlerince dikkatlice planlanmış ve tasarlanmış bir olgudur.  Bu durumdan onlar yararlanırlar, geriye kalanlarsa faturayı öderler. Resmi değerlendirmeler bu gerçeği gizleyerek dikkatlerimizi başka yöne çekmeye çalışırlar. Yardım ya da hayırseverlik aracılığıyla, sorunun gerçek nedenlerinin üzerini örterek, apolitik konularla bizi yönetirler.

Sistemin fayda sağlayıcılarını, sistemin fedakârları, kahramanları olarak gösterirler.  Biz de onların sözde cömertliğini alkışlayarak mutlu oluruz ve statükonun değiştirilmesine gerek kalmaksızın yoksulluk sorununun çözümlenebileceğine inanırız.

“Yoksulluğun hiç olmadığı bir toplumsal düzen inşa etmeliyiz”

Oscar Wilde’nin dediği gibi: “ Yoksulluğu yoksullara yardım ederek ortadan kaldırabilmek mümkün değildir. Doğrusu, yoksulluğun hiç olmadığı bir toplumsal düzen inşa etmektir. Tarihte köle sahipleri kölelerine iyi davrandıklarında köleliğin açığa çıkmasını önleyebildiler.  Çok kötü köle sahipleri ise kölelere yaptıkları zulüm ile aslında kölelere iyilik yaptılar. Çünkü hayırseverlik insanın gardını düşürür, etik yargılarını alt üst eder.” (3)

Sonuç: “Adil olmak hayırsever olmaktan çok daha iyidir!”

Bugünden, sistem içi radikal reform önerilerini gündeme getirmemiz ve bunların gerçekleşmesi için mücadele vermemiz gerekiyor. Bu reformlar öncelikle finansman modelleri ile ilgili olmalıdır.

Yani köklü bir biçimde yeni bir kolektif (sosyal/kamusal) finansman perspektifi oluşturmalı,  buna uygun vergi sistemleri tasarlamalı ve servet vergisi gibi vergileri böyle daha büyük bir çerçeve içinde tasarlamalıyız. Bu anlamda, nitelikli, ücretsiz kamusal hizmetlerle desteklenen bir “Temel Gelir Güvencesi” kapitalizm içinde bile yoksullukla mücadelede en adil çözümlerden biridir.

Perspektif olarak, öncelikle, kolektif/kamusal finansman ile insan ve doğa hakları arasında bağ kurmak zorundayız. Hem kamu parası hem kredi/finans hem de vergileri içeren mali sistemleri ve politikaları tasarlarken, uygularken, izlerken ve değerlendirirken bir çatı olarak, emek haklarının yanı sıra, temel insan hakları ilkelerini ve doğanın korunmasını esas almalıyız.

Yani para, mevcut uygulamanın aksine, finans ve vergi sistemleri temel insan haklarının gerekliliklerine göre yeniden tasarlamalı ve uygulanmalıdır. Bu sistemler ve politikalar böyle hakların hayata geçirilebilmesi amacının birer aracı olarak kurgulanmalı, uluslararası insan hakları beyannamesinin ilke ve yükümlülüklerine tabi tutulmalıdır.

Devlet bütçeleri de, sosyal adaletin, temel hak ve özgürlüklerin önlenmesi ya da sınırlandırılması için değil, bunların hayata geçirilmesi ve daha da genişletilmesi ve güçlendirilmesi için kullanılabilecek araçlar olarak hayata geçirilmelidir.

  • https://www.commondreams.org/news/tax-rich-massachusetts (2 January 2024).
  • Stephen J. Bailey, Public Sector Economics, 2rd Edition, Palgrave, 2002, s. 231-238.
  • Jason Hickel, The Divide, Penguin Random House, London,  2018,  s. 255.
Öğretim üyesi, yazar Mustafa Durmuş, 10 Nisan 1956 yılında Gümüşhane’de dünyaya gelmiştir. 1981 yılında Ankara İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisine Bağlı Bankacılık ve Sigortacılık ve Yüksek Okulunda Asistan olarak göreve başlamış, aynı yıl Akademiye bağlı Maliye Fakültesinde Doktora Programına kabul edilerek bu programdan mezun olmuştur. 1989 yılında Gazi Üniversitesine Bağlı Sosyal Bilimler Enstitüsünde “İhracata Yönelik Sanayileşme ve Güney Kore Modeli” isimli tezini savunarak Maliye Doktoru unvanını almıştır. 1981-1991 yılları arasında İngiltere’de York Üniversitesinde İktisat ve İlgili Bilimler Bölümünde Araştırmacı Misafir Öğretim Görevlisi olarak bulunmuştur

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here