Haberler İnsan Hakları Manşet

Akademisyenlerden Dünyaya Çağrı: Filistin Halkı Soykırım Tehdidiyle Karşı Karşıya

800’den fazla akademisyen, İsrail güçlerinin Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilerin İsrail güçleri tarafından soykırım tehdidiyle karşı karşıya olduklarını ifade eden bir bildiri yayınladı. İmzacılar arasında önde gelen uluslararası hukuk, çatışma ve soykırım çalışmaları uzmanı yer alıyor.

Açıklama metni:

Uluslararası hukuk, çatışma çalışmaları ve soykırım çalışmaları alanında uzman akademisyenler olarak, İsrail güçleri tarafından Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilere karşı soykırım suçu işlenmesi ihtimali konusunda alarm vermek zorundayız. Bu suçun ağırlığının farkında olarak bunu hafife almıyoruz, ancak mevcut durumun vahameti bunu gerektiriyor.

Gazze Şeridi’ndeki mevcut koşullar, halihazırdaki çatışmalardan önce de National Lawyers Guild (2014), Russell Tribunal on Palestine (2014) ve Center for Constitutional Rights (2016) tarafından gündeme getirildiği üzere soykırım tartışmalarına yol açmıştı. Akademisyenler yıllar boyunca Gazze kuşatmasının “soykırımın başlangıcı” ya da “ağır çekim soykırım” anlamına gelebileceği konusunda uyarılarda bulunmuşlardır. Sosyal medyada ırkçı ve insanlık dışı dil ve nefret söyleminin yaygınlığı, Temmuz 2014’te BM Soykırımın Önlenmesi Özel Danışmanı ve Koruma Sorumluluğu Özel Danışmanı tarafından İsrail’in koruma altındaki Filistinli nüfusa karşı davranışlarına cevaben yayınlanan bir uyarıda da belirtilmiştir. Özel Danışmanlar, bireysel olarak İsraillilerin Filistinliler ile ilgili insanlık dışı mesajlar yaydıklarını ve öldürülmeleri çağrısında bulunduklarını kaydetmiş ve vahşet suçu işlemeye teşvikin uluslararası hukuk kapsamında yasak olduğunu yinelemişlerdir.

Bununla birlikte, İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze Şeridi’ne yönelik mevcut askeri saldırısı, ölçeği ve şiddeti ve dolayısıyla Gazze nüfusu üzerindeki sonuçları bakımından emsalsizdir. Filistinli silahlı grupların 7 Ekim 2023 tarihinde İsrailli sivillere yönelik suç teşkil eden saldırıları da dâhil olmak üzere başlattığı saldırıların ardından Gazze Şeridi, İsrail güçleri tarafından aralıksız ve ayrım gözetmeyen bombardımana maruz kalmıştır. 7 Ekim ile 15 Ekim sabah 9:00 arasında İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarında 2.329 Filistinli hayatını kaybetmiş, 724’ü çocuk olmak üzere 9.042 Filistinli yaralanmış, Gazze’de büyük mahalleler ve ailelerin tamamı yok edilmiştir. İsrail Savunma Bakanı, Gazze Şeridi’ne yakıt, elektrik, su ve diğer temel ihtiyaçların tedarikini yasaklayan “tam bir kuşatma” emri verdi. Bu terminolojinin kendisi zaten yasadışı olan ve potansiyel olarak soykırım niteliği taşıyan kuşatmanın düpedüz yıkıcı bir saldırıya dönüştüğünü göstermektedir.

12 Ekim günü geç saatlerde İsrail makamları, Gazze Şehri ve Gazze Şeridi’nin kuzeyinde yaşayan 1,1 milyondan fazla Filistinlinin evlerini terk ederek 24 saat içinde Gazze’nin güneyine kaçmaları yönünde bir uyarı yayınladı. Güneye doğru kaçmaya başlayan Filistinliler, belirlenen “güvenli güzergâhta” İsrail hava saldırılarında sivillerin ve ambulansların hedef alındığını ve vurulduğunu, sığınmak için kaçan en az 70 Filistinlinin öldüğünü bildirdi. ICRC, “tahliye emirlerinin, tam kuşatma ile birlikte” uluslararası insancıl hukukla bağdaşmadığını belirtti. Yaklaşık yarım milyon Filistinli halihazırda yerinden edilmiş durumda ve İsrail güçleri, İsrail’in kontrol etmediği tek çıkış yolu olan Mısır’a açılan Refah sınır kapısını birçok kez bombaladı. Dünya Sağlık Örgütü, “2000’den fazla hastanın, sağlık tesislerinin halihazırda maksimum kapasiteyle çalıştığı ve hasta sayısındaki dramatik artışı kaldıramadığı güney Gazze’ye taşınmaya zorlanmasının, ölüm cezasıyla eşdeğer olabileceği” uyarısında bulundu.

İşgal altındaki Batı Şeria ve Kudüs’te şiddet, tutuklamalar, sürgünler ve Filistinli toplulukların tamamının yok edilmesi de ciddi bir artış göstermiştir. 7 Ekim’den bu yana İsrailli yerleşimciler, ordu ve polisin desteğiyle Filistinli sivillere yakın mesafeden saldırdı ve ateş etti (a-Tuwani ve Qusra köylerinde belgelendiği gibi), evlerini işgal etti ve sakinlerine saldırdı. Bazı Filistinli topluluklar evlerini terk etmek zorunda kaldı, ardından yerleşimciler gelerek mülklerini yağmaladı. Al-Haq, 7-15 Ekim tarihleri arasında Batı Şeria’da İsrail askerleri ve yerleşimciler tarafından 55 Filistinlinin öldürüldüğünü ve 1.200’den fazla Filistinlinin yaralandığını belgeledi.

İsrailli yetkililerin 7 Ekim 2023’ten bu yana yaptıkları açıklamalar, Gazze’deki Filistinlilere karşı işlenen cinayetlerin ve temel yaşam koşullarının kısıtlanmasının ötesinde, Gazze Şeridi’ne yönelik devam eden ve yakında gerçekleşecek İsrail saldırılarının potansiyel olarak soykırım niyetiyle yürütüldüğüne dair işaretler olduğunu göstermektedir.

İsrailli siyasi ve askeri figürler tarafından kullanılan dilin, soykırım ve soykırıma teşvik ile ilişkili retorik ve imaları yeniden ürettiği görülmektedir. Filistinlilere yönelik insanlıktan çıkarıcı tanımlamalar yaygındır. İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant 9 Ekim’de “insansı hayvanlarla savaşıyoruz ve buna göre hareket ediyoruz” dedi. Daha sonra İsrail’in “tam karşılık” vereceğini ve İsrail güçleri üzerindeki “her türlü kısıtlamayı kaldırdığını” açıkladı ve şunları söyledi: “Gazze eskisi gibi olmayacak. Her şeyi ortadan kaldıracağız.” 10 Ekim’de İsrail ordusunun Topraklardaki Hükümet Faaliyetleri Koordinatörü (COGAT) Başkanı Tümgeneral Ghassan Alian doğrudan Gazze halkına bir mesaj gönderdi: “İnsansı hayvanlara olduğu gibi muamele edilmelidir. Elektrik ve su olmayacak, sadece yıkım olacak. Cehennemi istediniz, cehennemi alacaksınız”. Aynı gün İsrail ordu sözcüsü Daniel Hagari, İsrail’in Gazze’deki bombardımanının ahlaksız ve kasıtlı olarak yıkıcı niteliğini kabul etti: “Odak noktası isabet değil, hasardır.”

İsrail 2007 yılından bu yana Gazze Şeridi’ni bir bütün olarak “düşman varlık” olarak tanımlamaktadır.
7 Ekim’de Başbakan Benjamin Netanyahu, Gazzelilerin Hamas’ın eylemleri için “büyük bir bedel” ödeyeceğini söyledi. İsrail’in uzun süreli bir saldırı düzenleyeceğini ve Gazze’nin yoğun nüfuslu kent merkezlerinin bir kısmını “enkaza çevireceğini” iddia etti. İsrail Cumhurbaşkanı, İsrail makamlarının militan grupların eylemlerinden Gazze’deki tüm Filistin halkını sorumlu tuttuğunu ve bu doğrultuda toplu cezalandırma ve sınırsız güç kullanımına tabi tuttuğunu vurguladı:”Orada sorumlu olan bütün bir ulustur. Sivillerin farkında olmadığı, müdahil olmadığı söylemi doğru değil. Kesinlikle doğru değil.” İsrail Enerji ve Altyapı Bakanı Israel Katz da şunları ekledi: “Gazze’deki tüm sivil halka derhal bölgeyi terk etmeleri emredildi. Biz kazanacağız. Dünyayı terk edene kadar bir damla su ya da tek bir pil bile alamayacaklar.”

Soykırıma teşvik eden ifadeler, İsrail’in resmi söyleminde de mevcuttur. Bu, Knesset üyesi Ariel Kallner’in 7 Ekim’de yaptığı “tek hedef: Nakba! [Filistinliler için felaket] 1948 Nakba’sını gölgede bırakacak bir Nakba” çağrısı gibi seçilmiş yetkililerin açıklamalarından, İsrail şehirlerinde sergilenen ve “Gazze’de sıfır nüfus” ve “Gazze’nin yok edilmesi” ile simgelenen bir “zafer” çağrısı yapan pankartlara kadar uzanıyor. Ulusal televizyonda güvenlik muhabiri Alon Ben David, İsrail ordusunun Gazze Şehri, Cebaliye, Beyt Lahiya ve Beyt Hanun’u yok etme planını aktarmıştır. Bu tür açıklamalar yeni değildir ve Filistin halkına karşı yok etme ve soykırım niyetini sergileyen daha geniş bir söylemi yansıtmaktadır. Örneğin yılın başlarında İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich Filistinlileri “iğrenç”, “tiksindirici” olarak nitelendirmiş ve Batı Şeria’daki Filistin köyü Huwwara’nın tamamının “ortadan kaldırılması” çağrısında bulunmuştu.

12 Ekim 2023 tarihinde bir grup BM Özel Raportörü “İsrail’in, neredeyse yarısı çocuk olmak üzere 2.3 milyondan fazla insandan oluşan ve zaten bitkin durumdaki Gazze’deki Filistin halkına yönelik ayrım gözetmeyen askeri saldırılarını” kınadı. Bu insanlar 16 yıldır hukuksuz bir abluka altında yaşamakta ve halen hesabı verilmemiş beş büyük acımasız savaştan geçmektedir.” BM uzmanları gıda, su, elektrik ve ilaç gibi temel ihtiyaç maddelerinin kesilmesine karşı uyarıda bulundu. “Bu tür eylemler Gazze’de ciddi bir insani krize yol açacaktır, zira nüfus şu anda kaçınılmaz bir açlık riski altındadır. Kasıtlı açlık insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur.”14 Ekim 2023 tarihinde, işgal altındaki Filistin topraklarında insan haklarının durumuna ilişkin BM Özel Raportörü, İsrail’in “savaş sisi altında Filistinlilere yönelik kitlesel etnik temizlik” gerçekleştirmesi nedeniyle “1948 Nakba ve 1967 Naksa’nın daha büyük ölçekte tekrarlanmasına” karşı uyarıda bulunmuştur.

Filistin halkı, Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin (Soykırım Sözleşmesi) amaçları doğrultusunda ulusal bir grup oluşturmaktadır. Gazze Şeridi’ndeki Filistinliler, Filistin ulusunun önemli bir bölümünü oluşturmaktadır ve Filistinli oldukları için İsrail tarafından hedef alınmaktadır. Gazze’nin Filistinli nüfusu, İsrail güçleri ve yetkililerin Filistin halkını yok etme niyetini gösteren açıklamalarının arka planında, yaygın öldürme, bedensel ve zihinsel zarar ve sürdürülemez yaşam koşullarına maruz bırakılıyor gibi görünmektedir.

Soykırım Sözleşmesi’nin II. maddesine göre “soykırım, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu tamamen veya kısmen yok etmek amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi biri anlamına gelir:

(a) Topluluğun üyelerini öldürmek;
(b) Topluluğun üyelerine ciddi bedensel veya zihinsel zarar vermek;
(c) Topluluğun fiziksel olarak tamamen veya kısmen yok olmasına yol açacak yaşam koşullarının kasıtlı olarak uygulanması;
(d) Topluluk içinde doğumları önlemeye yönelik tedbirler uygulamak;
(e) Topluluğun çocuklarını zorla başka bir topluluğa yerleştirmek

Tüm devletler, soykırımın uluslararası hukuk kapsamında yasaklanmış bir suç olduğu ilkesiyle hukuken bağlıdır. Uluslararası Adalet Divanı, soykırım yasağının hiçbir istisnaya izin verilmeyen kesin bir uluslararası hukuk normu olduğunu teyit etmiştir. Sözleşme, soykırıma teşebbüs eden veya soykırımı teşvik eden kişilerin “anayasal olarak sorumlu yöneticiler, kamu görevlileri veya özel şahıslar olup olmadıklarına bakılmaksızın cezalandırılacağını” öngörmektedir.

Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin I. Maddesi şu hükmü içermektedir: “Akit Taraflar, ister barış zamanında ister savaş zamanında işlenmiş olsun, soykırımın uluslararası hukuka göre bir suç olduğunu ve bunu önlemeyi ve cezalandırmayı taahhüt ettiklerini teyit ederler.” Uluslararası Adalet Divanı, “bir Devletin önleme yükümlülüğünün ve buna karşılık gelen harekete geçme görevinin, Devletin soykırım işleneceğine dair ciddi bir riskin varlığını öğrendiği veya normal olarak öğrenmiş olması gerektiği anda ortaya çıktığını açıklamıştır. O andan itibaren, eğer Devletin elinde soykırım hazırlığında olduğundan şüphelenilen veya özel bir niyet (dolus specialis) taşıdığından makul ölçüde şüphelenilen kişiler üzerinde caydırıcı bir etki yaratabilecek araçlar varsa, bu araçları koşulların elverdiği ölçüde kullanmakla yükümlüdür.”

Filistinli insan hakları örgütleri, Yahudi sivil toplum grupları, Holokost ve soykırım çalışmaları akademisyenleri şimdiye kadar Gazze’deki Filistin halkına yönelik bir soykırımın yaklaşmakta olduğu konusunda uyarıda bulunmuşlardır. Gazze Şeridi’nde ciddi bir soykırım riskinin var olduğunu vurguluyoruz.

Soykırım suçunu önlemeye yönelik yasal yükümlülükleri doğrultusunda, devletleri soykırım eylemlerini bireysel ve kolektif olarak önlemek üzere somut ve anlamlı adımlar atmaya acilen davet ediyoruz. Filistin halkını korumalı ve İsrail’in soykırıma yönelik her türlü kışkırtmadan ve Soykırım Sözleşmesi’nin II. maddesi ile yasaklanan davranışlardan kaçınmasını sağlamalıdırlar.

Tüm devletler VIII. maddesi uyarınca derhal harekete geçmeli ve başta BM Genel Kurulu olmak üzere Birleşmiş Milletler’in yetkili organlarını, soykırım eylemlerinin önlenmesi ve bastırılması için Birleşmiş Milletler Şartı uyarınca acilen harekete geçmeye çağırmalıdır. Güvenlik Konseyi’nin ABD ve İngiltere’nin (her ikisi de daimi veto hakkına sahip üyeler) İsrail’i desteklemek üzere Doğu Akdeniz’e askeri güç göndermesi nedeniyle tehlikeye düştüğü göz önünde bulundurulduğunda, Genel Kurul’un buradaki rolüne özellikle dikkat çekiyoruz.

Genel Kurul’un 1982 yılında Sabra ve Şatilla mülteci kamplarında Filistinli sivillere yönelik katliamı “bir soykırım eylemi” olarak kınadığını hatırlatırız. Filistin devletinin, Soykırım Sözleşmesi’nin IX. maddesi uyarınca, soykırım eylemlerinin işlenmesini önlemek amacıyla Uluslararası Adalet Divanı nezdinde dava açma hakkına sahip olduğunu da not ediyoruz.

Son olarak, Soykırımı Önleme ve Koruma Sorumluluğu Ofisi ve Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcılığı da dahil olmak üzere ilgili tüm BM organlarını derhal müdahale etmeye, gerekli soruşturmaları yürütmeye ve Filistin halkını soykırımdan korumak için gerekli uyarı prosedürlerini uygulamaya çağırıyoruz.

İmzacıların listesine buradan ulaşabilirsiniz.

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir