Richard Linklater’in 1995 yılında vizyona giren Before Sunrise (Gün Doğmadan) filminde Fransız yüksek lisans öğrencisi Celine (Julie Delpy) ile Amerikalı Jesse (Ethan Hawke)’nin Budapeşte – Paris treninde tanışmaları ve Viyana’da inerek unutulmaz, romantik bir on dört saat geçirmeleri anlatılır. Bu romantik anların biri de Tuna kıyasında karşılarına çıkan bir sokak şairinin onlar için yazdığı şiiri okuduğu andır. Sokak şairi, gençlere kendilerine bir kelime söylemelerini ister. Onların verdiği kelimenin geçtiği bir şiir yazacaktır ve bu şiiri beğenirlerse, şiir hayatlarına bir anlam katacak olursa gönüllerinden geçen parayı vermelerini teklif eder. Celine “milkshake” kelimesini seçer. Sokak şairi hemen oracıkta şu şiiri yazar ve gençlere okur:
“Gündüz yanılsamaları
Limuzin kirpikler
O güzel yüzünle
Akıt bir gözyaşı damlası kadehime
Bak şu koca gözlere
Benim için gör ne demek olduğunu
Tatlı kekler ve milkshakeler
Ben bir yanılsama meleğiyim
Ben bir hayal geçidiyim
Bilmeni istiyorum ne düşündüğümü
Tahmin etmeni istemiyorum artık
Bilmiyorsun nereden geldiğimi
Bilmiyoruz nereye gideceğimizi
Hayatın misafiri
Nehrin kolları gibi
Nehir aşağı akan
Akıntıya kapılmış
Seni taşıyorum
Sen beni taşıyacaksın
Böyle olabilir ancak
Tanımadın mı beni?
Tanımadın mı beni hâlâ”
Kelimelerin sihirli bir gücü olduğunu düşünürüm. Bu sihirli güce en çok da şiirde rastlarız. Şiir, sihrini kelimelerle gösterir. Mallarmé, kendisine “Fransızcayı, vezni biliyorum. Müthiş hayallerim, fikirlerim var ama şiir yazamıyorum.” Diyen ressam dostu Degas’ya boşuna “Şiir, hayallerle değil, kelimelerle yazılır.” dememiştir.
Bu yazı dizisinde benim şiirli kelimelerimi ve onların geçtiği şiirleri bulacaksınız. Her hafta alfabenin bir harfinden başlayan bir kelime ve o kelimenin hayat bulduğu şiirler okuyacaksınız. İster sözlük olarak değerlendirin ister güldeste. Umarım bu kelimeler, bu şiirler hayatınıza anlam katar. Benim hayatıma kattıkları gibi…
ayrılık is. 1. Ayrı olma durumu. 2. Birinden uzak düşme: Çocuğumun ayrılığına katlanamadım. 3. Düşünce, görüş veya duygu arasındaki uymazlık, mübayenet. 4. huk.Evlilik birliğinin yargıç kararı ile geçici bir süre için kaldırılması. (TDK, Türkçe Sözlük)
Ayrılığı TDK böyle tarif ediyor. Dilimize yerleşmiş fark, hicran gibi sözcüklerin yanı sıra artık kullanılmayan cüdayi, gayriyyet sözcüklerinde de ayrılık anlamı içerilmekte.
Ayrılığın etimolojisine baktığımızda ad isim kökünden adırmak/ayırmak (d/y dönüşümü ile) şeklinde türetildiğini görüyoruz. Nesnelere ad vermekle onları diğerlerinden ayrı tutmak anlam ilgisi açıkça görülmekte.
Bütün bu sözlük okumaları ayrılığı anlamaya, anlatmaya yeter mi? Elbette ki yetmeyecektir. Bu durumda şairler yardımımıza gelecektir:
“Fikrimden geceler yatabilmirem
Bu fikri başımdan atabilmirem
Neyleyim ki sene çatabilmirem
Ayrılık ayrılık aman ayrılık
Her bir dertten ala yaman ayrılık
Uzundur hicrinle kara geceler
Bilmirem men kendim hara geceler
Bir oktur kalbime yara geceler
Ayrılık ayrılık aman ayrılık
Her bir dertten ala yaman ayrılık” (Ayrılık, Ferhad İbrahimi)
Bütün dertlerden daha güçlü, daha zor olan ayrılık derdi, Ferhad İbrahimi gibi nicelerini de uykusuz bırakmamış mıdır? Özellikle bir başına kaldığımız uzun gecelerde…
“Bakakalırım giden geminin ardından;
Atamam kendimi denize, dünya güzel;
Serde erkeklik var, ağlayamam.” (Ayrılış, Orhan Veli Kanık)
Orhan Veli’nin, ardından bakakaldığı gemi nereye gitmekte, kimi götürmektedir bilinmez ama anlaşılan odur ki bu ayrılışa dayanmakta güçlük çekse de güzelim dünyadan ayrılmak daha zor gelmektedir ona. Yaşamak şiirinde bu durumu daha net ifade edecektir:
“Biliyorum kolay değil yaşamak
Ama işte
Bir ölünün hâlâ yatağı sıcak
Birinin saati işliyor kolunda
Yaşamak kolay değil ya kardeşler
Ölmek de değil
Kolay değil bu dünyadan ayrılmak” (Yaşamak II, Orhan Veli Kanık)
Cahit Sıtkı Tarancı’da ayrılık, “ölümün diğer adıdır oysa:
“Bir kere sevdaya tutulmaya gör;
Ateşlere yandığının resmidir.
Âşık dediğin, Mecnun misali kör;
Ne bilsin âlemde ne mevsimidir.
Dünya bir yana, o hayal bir yana;
Bir meşaledir pervaneyim ona.
Altında bir ömür döne dolana
Ağladığım yer penceresi midir?
Bir köşeye mahzun çekilen için,
Yemekten içmekten kesilen için,
Sensiz uykuyu haram bilen için,
Ayrılık ölümün diğer ismidir. ( Karasevda, Cahit Sıtkı Tarancı)
Karacaoğlan, ayrılık ve ölümün yanına bir de yoksulluğu ekler ve şöyle seslenir:
“Vara vara vardım ol kara taşa
Hasret ettin beni kavim kardaşa
Sebep ne gözden akan kanlı yaşa
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm
Nice sultanları tahttan indirdi
Nicesinin gül benzini soldurdu
Nicelerin gelmez yola gönderdi
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm
Karacoğlan der ki kondum göçülmez
Acıdır ecel şerbeti içilmez
Üç derdim var birbirinden seçilmez
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm” (Karacaoğlan)
Ayrılık ne zaman başlar, nasıl başlar? Bazen fiziksel olarak yan yana –yan yana… Bu sözcüğün de dilimizde ayrı yazılması, apayrı bitişikken ne tuhaf ve ne güzel- durduğumuz; aynı evi, aynı işyerini paylaştığımız nice insanla aramızda aşılmaz mesafeler olduğunu ayırt etmez miyiz? Ahmet Telli; ayrılığı, susuşların birbirine eklendiği yerde, çiçeklerin sulanmadığı yerde, yapraklarını döktüğü eylülde başlatıyor:
“Bütün ayraçları kaldırdın ama unuttuğun
Bir şey vardı yine de, çiçekleri sulamadın
Gökyüzü sarardı o zaman bulutlar kirlendi
Ve ne kadar az konuşur olduk günboyu
Birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor
Tam da susuşların birbirine eklendiği yerde
Ezberlenecek hiçbir şey yok bu dünyada
Kirletilmemiş bir bulut bile yok artık
Böyle diyorsun her yolculuğa çıkışımda
Yaşadığın kent de sana benziyor gitgide
Ne zaman dönmeyi düşünsem yangın çıkıyor
Ya da erteletiyorum biletimi son anda
Uzun bir sessizlik oluyorsun dağlara baksam
Karşılıksız mektuplar kadar burkuluyor kalbin
Yazdığım şiirler de canımı sıkıyor artık
Fotoğraflarımı yırtıp atıyorum tek tek
Ve ben bütün yapraklarımı döküyorken şimdi
Eylül diyorsun, tam da orda başlıyor ayrılık
Üşüyünce ağlıyorsun yalnızım dememek için
Uçaklar gemiler trenler çiziyorsun duvarlara
Kendine bir deniz bul artık bir de rüzgâr
Parçalanacağın bir uçurum bul bu dünyada
Tek tutkun o kenti bırakıp gelmek olmalı
Ve gelirken havaya uçurmak bindiğin otobüsü
Birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor
Tam da çiçeklerin sulanmadığı yerde
Konuşacak bir şeyler bulamıyorsak günboyu
Derim ki ayrılık gündemdedir ne yapılsa
Ve sen bütün ayraçları kaldırdığını sanmıştın
Ama unutmuşsun yine de ayrılık ayracını (Ayrılık Ayracı, Ahmet Telli)
Bütün bunların; sözlük, lügat okumaların, etimolojik yolculukların, şiirlerde anlam aramaların ayrılığı anlamaya, anlatmaya yetmeyeceği açık. Yine de bana sorarsanız ayrılığı en güzel kim tarif etmiştir bugüne kadar diye size cevabım Nazım Hikmet olacaktır. Son eşi Vera Tulyukova’ya ithaf ettiği Saman Sarısı şiirinde. Bu uzun soluklu şiir Türkçenin en güzel şiiri olmalı. Belki de dünyanın en güzel şiiri. Kendinizi bazen bir trende, bazen bir caddede, barda, ışıltılı bir büyük salonda, bir gecekonduda, bir meydanda, İstanbul’da, Varşova’da, Krakof’ta, Prag’ta, Moskova’da, Paris’te, Havana’da, geçmiş, şimdi ve gelecekte bulacağınız bu şiirde, 59 ve 19 yaşındaki Nazım’la, Abidin Dino’yla, Gagarin’le, Fidel’le karşılaşırsınız. Ama en çok, saçları saman sarısı kirpikleri mavi Vera’yla… Şiirde ayrılık nasıl anlatılmış bir görelim:
“…ve işte Kırakof şehrinde Kapris Barı
vakıt hızla ilerliyor gece yarılarına yaklaşıyoruz
ayrılık masanın üstündeydi kahve bardağınla limonatamın arasında
onu oraya sen koydun
bir taş kuyunun dibindeki suydu
bakıyorum eğilip
bir koca kişi gülümsüyor bir buluta belli belirsiz
sesleniyorum
seni yitirmiş geri dönüyor sesimin yankıları
ayrılık masanın üstündeydi cıgara paketinde
gözlüklü garson getirdi onu ama sen ısmarladın
kıvrılan bir dumandı gözlerinin içinde senin
cıgaranın ucunda senin
ve hoşça kal demeğe hazır olan avucunda
ayrılık masanın üstünde dirseğini dayadığın yerdeydi
aklından geçenlerdeydi ayrılık
benden gizlediklerinde gizlemediklerinde
ayrılık rahatlığındaydı senin
senin güvenindeydi bana
büyük korkundaydı ayrılık
birdenbire kapın açılır gibi sevdalanmak birilerine ansızın
oysa beni seviyorsun ama bunun farkında değilsin
ayrılık bunu fark etmeyişindeydi senin
ayrılık kurtulmuştu yerçekiminden ağırlığı yoktu tüy gibiydi diyemem
tüyün de ağırlığı var ayrılığın ağırlığı yoktu ama kendisi vardı…” Saman Sarısı, Nazım Hikmet)
Sadece ayrılığın değil mutluluğun da tarifini yaptığı Nazım’ın bu sinematografik –hâlâ neden filme alınmadı şaşarım- şiirini mutlaka başucu şiiriniz yapmalı ve zaman zaman açıp yeniden okumalısınız. Şiirin Nazım Hikmet’in kendi sesinden dinleyebilmeniz için linki aşağıya alıntılıyorum. Keyifli dinlemeler dilerim.
https://archive.org/details/nazim-hikmet-saman-sarisi-kendi-sesinden
