Boşlukta hissetmesi insanın nasıl bir durumdur? Sağı solu altı üstü olmayan bir ortamda ve ayağınızı basamayacağınız bir yer, ellerinizle tutunamayacağınız bir ortam, sanki yer çekimi yok ve sanki havada asılısınızdır. Ağırlığınız sanki yok olmuştur, henüz bir yere çakılmamışsınızdır, ama o bir kötü sonuç olarak hissedilir veya uçamıyorsunuzdur bir yerlere zira enerji yoktur, itici güç yoktur.
Göğsünüzde bir batık gemi mi yatıyordur, batar acıtır, üzüntü müdür, melankolik durum mu yaşanmaktadır, yoksa elinizden gelen bir şey kalmamıştır ve size dayatılanlar sonucu çaresizliğin göbeğinde misiniz? Bu duygular ve durumu yaşıyorsunuzdur zira bu bir gerçek haldir.
Boşlukta hissetmek bazen yalnızlık hislerinizin kabardığı, hatta yanınızda çevrenizde ailenizde insanlar varken bile üzerinizdeki sorumluluk bir yük olmaktan öteye gider ve çözümsüzlük ile karşı karşıya gelir ve imkanlarınız ve kudretinize rağmen bunlar cılız kalır ve sanki insan pazarında satılığa çıkan çaresizler gibisinizdir. Hayatınıza ve size yansıyan bir yaşam aşaması ve durumu sizi boş bir gaz ortamına bırakır.
Boşlukta hissetmek depresyon, ruhsal sıkıntılar, stres bozukluğu gibi sağlıksız koltuklara oturmuşluk durumu yaratır. İnsanlar bazen (belki çoğu zaman) ellerinden gelemeyen ve yaşam sıkıntısına, geçim zorluğuna maruz kaldıklarında ve sevdiklerinin ihtiyaçlarına cevap vermedikleri zamanlarda kendilerinden daha çok diğerlerinin ihtiyaçlarının karşılanmasına çaba gösterirler ancak yaşamın gerçekleri (o coğrafyada, o ülkede) bunlara engeldir. İsyan edememek ve çaresizlik sizi boşluğa yuvarlar. O anlarda kendinizi yok saymak ve kendi ihtiyaçlarınıza önem vermemek boşluktaki sürecinizin ana ögesi olur çıkar.
Etrafa bakarsınız, belki TVlere, belki sosyal medyaya (eğer o imkan varsa) ve başka insanların bir büyük kısmının benzer durumda ve fakat başka bir kısmının ise hiç de sizin durumunuzda olmadığını ve boşlukta olmak ne demek, havalarda uçtuklarını görürsünüz. Boşluk koordinatlarınız genişler, oksijen azalır daha da.
Sıkıntıya, çaresizliğe, çözümsüzlüğe düşen her insan depresyonda mıdır, tartışılır. Motivasyon ve enerjiniz düşmüşse, üzgünlük süreciniz uzayıp gitmişse, odaklanmada zorluk çekme, hiçbir şeyden zevk almama gibi akut durumlarda depresyon hali tarif edilebilir, ancak, bunlara hissizlik hali diyelim, boşluk hissini, boşlukta olma durumunu her zaman tam da örtüştüremeyebiliriz. Boşlukta bir endişe hali yaşamaktasınız ve depresyonda olmadığınızı fark ediyorsanız durumu yönetme imkanı arama şansınızdan söz edilebilir.
Boşluk hissinde aslında hissizlikten, hissedemeyişten söz edilir. Dolayısıyla bu insanların ifadelerindeki acı ve huzursuzluk dışında suçluluk yoktur.
Yalnızlık
Yalnızlık renksiz bir ortamda renk aramak gibi olabilir. İnsanı sarıp sarmalayan ama kapsamayan bir yaşam hali. İçindesindir ama dışarılardaymışsın gibi duygular. Kendini kucaklıyorsun ama kucak dolu mudur? Bir yaşam tercihi olarak yalnızlık biraz başka olabilir. İddialı bir tercihin adı da olabilir. Ancak, bu durum kendine tahammül edebilmektir. İçsel dünyana doğru gidersin ve bu cesaretin sonucunu yaşarsın, mutluluk getirmişse, yalnız değilsindir, bununla baş edebilmişsindir.
Yalnızlık ve boşluk hissi benzer olsa da farklı durumlara işaret ederler. İç sesin, kişiliğin seni sarmış seni kaplamıştır ancak yaşadığın duygular karmaşıklık içinde bir gerginlik bir gevşeme ve arada boşluklar ile geziniyor ise, doldurulması gereken boşluklara çare ararsın, bu yalnızlığında. Ancak boşluklar nasıl ve neler ile dolar bakarsın ve çözemezsin zira senin dışındaki olguları sebeplersin. Yalnızlık çevresel olguların analizinden geçerken çözüm bulamayacaktır. Zira içten gelen durumun çözümü içeridedir; karmaşıklığın anahtarı arınmak ve eylemsizlikten kurtulmaktır.
Yaşam mücadelesi
İnsanlar çeşitli süreçlerden geçip hayatlarını sürdürecek ihtiyaçlarına sahip olmak istemektedirler bunun için de “iş” dediğimiz bir ortamda kabiliyet, yetenek, bilgi, görgü gibi donanımları ile çalışırlar ve karşılığında bir kazanç elde edip kendilerini, eşlerini, çocuklarını, bakmak ile yükümlü kaldıkları büyüklerini bir sıkıntıya düşmeden yaşatmak isterler. Bu en temel insan haklarından birisidir. Bir ülke yönetiminin de görevi, insanlarına bunları sağlamak, refahlarını arttırmak ve güzel birer hayat yaşamalarına olanakları sağlamaktır. Bu neden ile Yönetimlerin bilgili, adil, hukuk düzeni içinde, ekonominin toplum yararına planlanıp yönetilmesi, kimselere muhtaç olmadan ülkeyi ve insanları refaha götürmektir.
Bunun için planlama bugünü, yarını, uzun vadeyi görebilme yeteneğinin yönetimlerin temel çalışma ve politikası olmalıdır.
Ülkemizde çok uzun zamandır, de ki yirmi senedir, git gide bariz şekilde emekçi her kesim insanların, ailelerin yaşam mücadelesini epeyce zora sokmuştur. Süper artan hayat pahalılığı, enflasyon, kaynakların yönetimin yandaş kesimleri için harcanması için aslında kötü planlama demek ayıp olur, kendileri için iyi planlama ile tüm emekçiler, memur, işçi, öğrencileri, iş bulamayanları fazlası ile mağdur etmişlerdir. Kazançları karşısında alım güçleri düşen, temel gıda ve ihtiyaçlarını alamayan aileler, eğitimlerini gereği gibi göremeyen gençler, üretim girdilerindeki ağır fiyat artışları ile karşı karşıya bırakılan çitçiler şimdilerde yaşam mücadelesi vermektedirler. Kıymetli eğitimli gençler de artık ülkeyi terk ederek hayatlarını yabancı ellerde kurmayı tercih etmektedirler.
İnsanlarımız bu ülkede boşluğa düşmüşlerdir, gerçek şu ki, yirmi yıllık yönetim insanlarımızı boşluğa atmıştır. Öyle bir boşluk ki, ne hak arayabiliyorsun, ne çare bulabiliyorsun ne de çözüm üretemiyorsun. Siyaset kılıktan kılığa girmiş, önceleri birileri ile kol kola iken menfaat çatışmaları nedeni ile bir kesimi kolalayıp dışarı atabilmiştir. Başlangıç döneminde umut besleyenler kısa zamanda perişan olmuşlardır. Ancak 2008 krizi ile birlikte durum daha da vahimleşmiştir.
2008 Krizi, her ne kadar ABD’de başlayarak bütün dünyayı etkisi altına alan finansal bir kriz olarak ortaya çıktı ise de giderek reel sektörü etkisi altına almış ve küresel bir ekonomik krize dönüşmüştür. Dünya bu kriz öncesinde kapitalizmin küresel sistem haline geldiği bir yapıya bürünmüşken bu kriz ile birlikte sadece çıktığı ülke veya bölgeyi değil tüm dünyayı etkisi altına alan bir kriz olmuştur.
Türkiye ekonomisi, uzun yıllardan beri ekonomideki sıkıntılara finansal araçları kullanarak (faiz, swap, kura müdahale, zorunlu karşılıklar gibi) müdahale ederken yapısal reformlara girilmedi. Reform diye yapılanlar ise yapıyı daha da bozucu önlemler oldu. 2009 yılı ile birlikte ekonomi küçülmeye başladı ve alınan önlemler yeterli olmadı ve yüksek enflasyon gölgesinde küçülerek içinden çıkılmaz hale düştü.
2020 yılında hayatımıza giren Pandemi ise ülkeyi iyice çöküşe taşımaktadır. Faizi düşürüp enflasyonun düşeceği hayalini gören bu Yönetim bir dizi ekonomik çelişkilerin doğmasına sebep oldu ve şaşkın, politikasız, gayri bilimsel yollarda mucizeler aramaya başladı. Bu durumda bütün üretim kesimlerinin beklentileri olumsuzluğa doğru hızla yol aldı. Ekonomide beklentiler olumlu yönde vücut bulmuyorsa enflasyon büyürken üretimin artacağı, yatırımların çoğalacağını beklemek mümkün görünmediği gibi, bu yönde iş hayatının, sanayi, tarım sektörlerinin, hizmet verenlerin ufuklarını açmak epeyce imkansızlaşmaktadır.
Ülkemizde yönetimin beceriksizliği ve yanlış para ve maliye politikaları karşısında insanların bugünden emin olmadıkları ve düştükleri boşluktan nasıl çıkacaklarını bilemedikleri gibi geleceğe dair karar alamayacakları açıktır. Ülkemiz yönetiminin zaten açık bir politikası, programı, uygulaması olmadığı için günlük ilan edilen sözde reform ve yeni planların bir işe yaramayacağını aklı başında her kes görmektedir.
Ülkemizde hukuk yapısının nasıl değiştiğini, haksızlıkların nasıl apaçık ortaya serildiğini, eğitim yapısının nasıl yıkıldığını ve çürümeye başladığını, mutsuz insanlar ülkesi yaratmadaki mahir başarının bu yönetimin arsızlığını hala her gün tüm insanlarımız görüyorken, hiçbir sorun yokmuşçasına siyasi kararlar alarak, meclis aritmetiğini başıkanın emirleriyle fütursuzca kullanmaları bu ülkeden kopuk seçilmişlerin icraatları olarak ortadadır.
Ülkemizdeki son birkaç aydır vuku bulan olağan üstü fiyat artışlarının her ürüne ve hizmete ulaştığını yaşıyoruz. Özellikle yabancı kurlardaki artışın ve beklentiler o ya, artışın devam edeceği kanaati, tüm fiyatlara yansımıştır. Ortaya bir mal veya hizmet koyanlar, artık maliyetlerini bugünkü değerler üzerinden yapmayı çoktan bırakmışlar, 5-6 ay ilerisinin kur tahminlerine göre ileri tarih kuru parametrelerini kullanarak fiyat belirlemekte ve TVlere çıkıp ahkam kesem yöneticilerin ekonomi bilmedikleri için oluşmuş fiyatlara laf etmeleri garibime gitmektedir. İleri kur tahminlerini belirleyip bugünkü maliyetini ileri kurdan hesap etmeye çalışan niceleri, ileri kurlar kullandıkları için ek olarak kendileri de ürünlerini yakın gelecekteki maliyet üzerinden fiyatlamaktadırlar. Böylece 4-5 ay önceki, örneğin bir ürünün fiyatı, diyelim ki 60 tl/kg olsun bugün artan maliyetler ile 80-90 tl/ olması gerekirken, 6 ay sonraki kur ve diğer parametreleri hesaba katıp şimdiden 120-130 Tl/kg olarak fiyat koymaktadır. Zira gerek döviz kurlarının artacağı beklentisi, gerek ise enflasyonun düşmeyeceği ve hatta artacağı yöndeki beklentileri, bugünkü ekonomik düzeni belirlemektedir.
Bu devasa boşlukta, ellerinden tutmayanlar olduğu için insanların beklentileri artık olumsuz bir gelecek etrafında dolaşmaktadır. Yönetimler gerçekleri kabul etmedikçe, hatalarını kabul edip ülkemizin üretim kesimleri ile paylaşıp aklı selim insanlar ile yeni bir uygulanabilir ve tüm üretim kesimleri ile mutabakat sağlanmış bir işbirliği yapılmadıkça sorun çözümsüz haldedir. Hali hazırda ülkemizde yatırım, tüketim, kamu harcamaları ve ihracat toplamını teşkil eden harcamaların reel yurt içi toplam gelirlerinden fazla olması hali yıllardır yaşanan enflasyonist boşluğu bugün artık dayanılmaz noktaya getirmiştir.
Ülke boşluğa düşmüşken, insanlarımız yalnızlık çekmektedirler, kendi boşluklarını dolduramaz, boşluktan kurtulamaz haldedirler. 20 yıllık yönetimin ülkemizi göz göre göre ittiği bu çıkmazın içinden nasıl çıkılacağı da muhalefettekilerin dillerinde henüz oluşmamış ve ortaya bir çıkış yol düzeni koyulamamıştır. Muhalefet, top yekûn bir sene sonraki seçimlere odaklanarak zaman kazanmaya çalışmakta ve ekonomi, sosyal yapı ve insanların moral çöküntüsünden, bu derin boşluktan nasıl çıkılacağını cılız ifadeler ile geçiştirmektedirler. “hele bir seçimi kazanalım” sloganı onlara işar olmuştur. Kenara itilen diğer muhalif kesimi de açıkça dışlamaları bu çıkmazın daha da keskinleşmesine yol açmaktadır.
Nasıl bir yarın oluşacak? 1980 yılında Değerli sanatçı Timur Selçuk yazıp söylemişti; 32 yıl önce. Yarın için şu düne bir bakınız.
Ekonomi Bilmecesi şarkı sözleri:
Ekonomi tıkırında
Kriz var bunalım var
Ekonomi tıkırında
İşveren zor durumda
İsçiyi bağrına basar
Reva mı bu efendim
Bunalım bundan doğar
Demek ki ne yapmalı
Paradan at bir sıfır
Artsın öyle fiyatlar
İsçi fazla at gitsin
İşsizlik pahalılık
Konjonktür enflasyon
Milletçe fedakarlık
Kriz bunalım derken
Bilançoya bir baktık:
Bu yıl iki misli kar
Hayret su işe bak sen
Nerden geldi bu karlar
Kime gitti bu karlar
Aman kimse sormasın
Kim kazandı bu işten
Aman kimse duymasın…
“Burjuva iktisatçıların ve politikacıların iddialarına karşın, ne ülkeleri refaha kavuşturma, ne de ekonomik krizleri ortadan kaldırma iddiasını gerçekleştirebilen neoliberalizm, hâkim sınıfların iktidarını pekiştirmeye ve emekçileri daha beter bir sefalete sürükleme pahasına zenginleri daha da zengin etmeye yarayan bir programdan ibaret. Gelişmiş ülkelerin yeni bir emperyalizm tarzı olarak diğer ülkelere neoliberalizmi ihraç etmesinin faturasını ise tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de emekçi sınıflar ve yoksullar ödüyor. “
David Harvey’den yapılan bu alıntı ile ilgili bir incelemeyi bir sonraki yazımızda ele alacağız.
Attila Turnaoğlu