Makale Manşet Uncategorized

O yastığı yavaşça kaldır ve altındakileri bize uzat?- Uğur Türe

Tasarruf etme kabiliyeti olan vatandaşlar bütçelerinden artırdıkları parayla, yatırım amacıyla veya muhtemel kötü günlerinde kullanmak için döviz, altın veya yerel para birimleri gibi değişim değeri olan araçları satın alır ve tasarruf ederler. Kişiler satın aldıkları ve ellerinde/evlerinde tuttukları bu ekonomik varlıklara genel olarak yastıkaltı bireysel tasarruflar denilir.

Bloomberg Türkiye’nin 2020 yılı sonunda yaptığı araştırmaya göre Türkiye’de sadece 310 milyar dolarlık altının “yastık altında” olduğu tahmin ediliyor. Tahmin ediliyor deniliyor, çünkü kayıt dışı altınlar ile ilgili bilgiler net değil. Çoğunluğu Dolar ve Euro cinsinden 100 milyar dolarlık bir döviz kaynağının da yastık altında olduğu, yani en kötü ihtimalle yastık altındaki tasarrufların dolar cinsinden tutarının 400 milyar doları bulduğu hesaplanıyor.

400 milyar dolar! Sermaye döngüsüne dahil olmayan ve bir ekonomik/siyasi krizin kaderini değiştirebilecek tüm para ve güç baronlarının iştahını kabartacak süper bir rakam. Yastık altı denilen ve bireyler tarafından temerküz edilen bu miktarın niteliği ve sermaye hacmi hakkında bilgiyi verdikten sonra bu paranın “sermaye döngüsüne” nasıl katılacağı veya aslında bir krizi fonlamak için nasıl kullanılacağı bunun için servet transferinin hangi amaçlarla yapıldığı konusunu 2008-2011 yılları arasında ABD’de yaşanan Subprime Mortgage Krizi üzerinden açıklamaya çalışalım.

Vatandaşların kötü günleri için veya yatırım maksadıyla kendileri tasarruf ettiklerini düşündükleri bu döviz ve altınlar gerçekte sermayenin bir kriz durumunda kullanılması için vatandaşlarda tuttuğu tasarruflar olarak düşünülmelidir. Yani tasarruf eden vatandaştır ama gerçekte bir kriz anında kullanacak olan sermayedir.

Vatandaşlar kendi ülkelerinin ekonomilerini, demokrasilerini öngörülemez ve güvenilmez bulduklarında kendilerini güvende hissetmezler ve piyasa aktörlerinin sunduğu “yatırım araçlarına ilgi göstermezler” birikimlerini insanlık tarihinin çok bildiği bir yöntemle yastık altında, kasada, gardıroptaki zula bir yerde saklamaya başlarlar. Öte yandan bir ekonomik kriz her zaman buna eşlik eden bir siyasi krizle birlikte baş göstereceğinden böyle zamanlarda hem sermayenin batmamak için hem de iktidarların seçim kaybetmemek için ciddi bir fona ihtiyacı vardır. Krize giren ülkelerde ülke kaynakları sermaye ile iktidar aracılığıyla öylesine kötü kullanılmıştır ki bu krizden bu ikili kendi öz kaynaklarıyla çıkamaz. Çıkmaları da mümkün değildir nitekim sermaye ve iktidarın simbiyotik ilişkisinin çok daha belirginleştiği otoriter yönetimlerde zaten kimse öz kaynaklarıyla da zenginleşemez.

Bu nedenle her kriz döneminde yurttaşın kendisi için biriktirdiği sermayenin piyasa döngüsüne katılması ve bu sermayeye, moda tabiriyle “çökülmesi” gerekir. Ortada zaten belirgin bir “güven” ortamı ve “istikrar” varsa vatandaşlar kendilerini güvende hissederek biriktirmek yerine “harcama” eğilimine girerler böylece hem sermaye hem vatandaş hem de iktidarlar mutludurlar ancak bu özellikle otoriter yönetimler ve ahbap-çavuş kapitalizmlerinde sürdürülebilir bir mutluluk değildir. Yastık altındaki paraları sermayenin, vatandaşların tüketimlerini artırması yoluyla vakumlaması zorlaştığında bu parayla krizin fonlanması gerekliliği ortaya çıkar. Bazen vatandaşa “milli iktisadi seferberlik” çağrısı v.s. yapmak gibi çoğunlukla sonuç vermeyen yöntemler denenir. Ama çoğunlukla yastıkaltı parası olan vatandaşlara cazip faiz fırsatları sunularak bono, tahvil, mevduat hesapları aracılığıyla paraları bankalara transfer edilmeye çalışılır.

Yastık altındaki paraları çekmek için bir diğer yol da elbette kitleleri manipüle etmek için uygulanan spekülatif sermaye numaralarıdır. Burada çok eski çağlardan bu yana bilinç düzeyi düşük kitleleri “sürüleştirmek” için iki temel yöntem devreye girer; “vaat ederek kandır veya korkutarak paniklet” kitleler piyasadan gelen bu kışkırtıcı vaatlere veya ürkütücü kehanetlere kulak vererek hareket etmeye başladıklarında artık onları salhanedeki hazin sonlarına “güdecek” sermayenin gocuklu celeplerinin eline geçmiş olurlar.

Bu durumda birileri hızla piyasada balonlar şişirmeye başlar bu; konut, döviz, altın, faiz veya borsa balonu olur. Hızla artan konut fiyatları veya diğer yatırım araçları yastık altındaki paraları zenginlik ve büyük kazançlar vaat ederek kendisine çağırır. Vatandaşlar fırsatı kaçırmamak için piyasanın çok üzerinden fiyatlanmış yatırım araçlarına hücum ederek hızla yastık altını boşaltırlar. Vatandaşların yastık altlarından sermayeye vakumlanan bu para akışı gittikçe daha hızlanır konut ve diğer yatırım araçlarında fiyatlar daha da artarken elbette küçük yatırımcının iştahı daha da fazla artar, ancak gelgelelim bu sürdürülebilir değildir. Sermayenin basit bir yemleme numarasıdır ve aslında sermaye “keriz silkelemektedir.” 

Yastık altındaki paralar büyük ölçüde vatandaştan sermayeye transfer edildiğinde birden garip bir biçimde her şey tersine döner. Vatandaşların yüksek fiyatlarla sahip oldukları konutlar, yatırım araçlarının fiyatları düşer bu sefer panik tersine işler ve vatandaşlar ellerindekini satmaları için korkutularak panikletilir ve piyasada yatırım araçları ve konutların ederi piyasanın altında fiyatlanır. Kriz daha da derinleşir bazen bankalar/bankerler, bazen müteahhitler, bazen spekülatif büyük kazançlar vaat eden şirketler “batarlar” ve borsada işlem gören kağıtları da paçavraya döner. Ödenemeyen borçlar, icraya verilen dosyalar, batan işletmeler, borcu ödenemediği için el konulmuş ipotekli konutlar ve bir sürü “zede” etrafta dert anlatacak birilerini arıyordur. Oysa işlem tamamlanmış sermaye transferi yapılmıştır. Vatandaşların kendileri için bir kenara koydukları kara gün tasarrufları kendilerine değil ama sermayeye fayda sağlamış sermayenin krizden çıkması için gerekli finansman neredeyse bedelsiz olarak vatandaşlar tarafından fonlanmıştır.

Bu döngü bir dahaki kalkınma/kriz döngüsüne kadar sürecektir. Dolayısıyla her ekonomik kriz aslında sermayenin krizi değil servet transferi yoluyla sermayenin fonlandığı bir fırsattır. Bu yüzden garip bir biçimde bir türlü kapitalist sistem sonlanmaz her seferinde kendi küllerinden yeniden doğar ve kendi krizinden güçlenerek çıkar.

Yazımızı pek bilinmeyen ve bence post endüstriyel dönemin yeni kapitalizmini çok doğru çözümleyen Rusyalı iktisatçı Nikolai Kondratiev’in hatırasına bir selam göndererek bitirelim ve yazımızı buraya kadar okuyan az sayıdaki okuyuculara da Gaye Su Akyol’dan aşağıdaki parçayı gönderelim.

Uğur Türe
Kamu Yönetimi Bilim Uzmanı, Coğrafya Eğitimcisi
ugurture@gmail.com

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir