Haberler İnsan Hakları Makale Manşet Uncategorized

Akran Zorbalığı- Firdevs Hoşer

Akran zorbalığı deyince yatılı okullu filmler gelir aklıma. Hemen hepimizin aklında buna dair bir kare kalmıştır. Sınıftaki en güçlü çocuğun en çelimsizi dövdüğü güce atfedilen neyse ona sahip olanın diğerine uyguladığı sahneler. Yani özetle eşitsizler arası bir hikâye… 

Elbette sonuçta bir uygulayan ve bir uygulatan var. Bir takım öğrencilerin kendine bunu hak görerek gözüne kestirdiğine zulmetmesi gibi bir eşitsizliğe doğuyor herkes. Özellikle bizimki gibi fiziksel şiddetin meşru olduğu bir din ve gelenekle beslenilen ülkede eşitsizler arası her tür şiddet de daha çok meşrulaşarak günlük hayatın rutini haline geliyor. Neden bazı öğrenciler, ergenler veya çocuklar bunu uygularken bazıları böyle bir yönteme başvurmaz bu psikologların söz çevireceği bir mevzu.

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı download-1.jpg
Firdevs Hoşer- emekli öğretmen

Oğlum ilkokula başladığında “Kimseyle kavga etme ama biri sana sataşırsa pasif olma.” demiştim. Nasıl bir tavsiyeydi ve işine yaradı mı hala bilmiyorum.

Yıllar sonra Sarayköy’deki mahallemizde yaşarken mahallenin bazı racon kesen çocuklarının zorla harçlıklarını aldıklarını gülerek anlatırken dinledim kendisini. “Aaa benim niye haberim yok.” dedim. Yok işte haber vermemiş. Kendi başına bazen dayak yiyerek,bazen haber vermeyerek bu durumla baş etmeyi öğrenmiş. Ebeveynleri işin içine sokmamış. Hele de çocuklar sokaklarda büyür güçlenir diyen bir annesi varken… 

Evet bir yandan çocuklar sokaklarda büyür ve güçlenir derken sokakları daha dayanışmacı daha az şiddetli (sıfır şiddet mümkün olamayacağına göre ) hale getirmenin yol yöntemi nedir diye düşünebiliriz. Eğitimcilerin işi de bu değil mi zaten bu sadece okul idaresinin yedeği şeklinde çalıştırılan rehber öğretmenlerin işi de değil herhalde. Ben emekli olmadan önce öyle bir iş görüyorlardı çünkü.

Kötülük hep kazanıyor gibi görünürken, ‘Eşitlik ne ki dünyada böyle bir şey yok. Güçlü olan kazanır.’ felsefesi bu kadar hayat bulmuşken, içten içe en eşitlikçiler de eşitliğe inancını kaybetmişken nasıl yapılacak bu?

Öncelikle deli gibi özel okula çocuk gönderme furyasından vazgeçeceğiz. ‘Hiçbir çocuk ayrıcalıklı değildir ve her çocuğun fırsat eşitliği hakkı vardır.’ şiarını yeniden yeniden gündem edeceğiz. Fırsat eşitliği hakkı eğitimde en önemli basamaktır. Parasını verip özel okulda okuyanın kendine her şeyi hak görme olasılığı varken, olmayanın ve devlet okulunda okuyanın kendini hayata bir sıfır geriden başlamış hissetmesi olasılığı da çok yüksek oluyor. 

Sonra zeki olmanın mental düzeyde bir zekaya sahip olmaktan, güzel olmanın çirkinlikten, güçlü olmanın güçsüzlükten, zengin olmanın fakirlikten niye daha iyi olduğunu sorgulatmayı öğretmek gerekecek. Bunların bir durum olduğu ve sistemle ilgili olduğunu anlatmak gerekecek.  Yani ‘kapitalizm eşitsizlikten beslenir, öyle var olur’un felsefesini kavratmak için uğraşmak gerekecek. Nerede? Okullarından felsefe dersi yok olan ülkede… 

Fenomenleri takip ederek büyüyen çocukların, paranın gücüne tanrı gibi inanan ailelerin evinde büyüyen, sabah akşam ‘sana iyi bir gelecek vermek için nelere katlanıyorum’ diyen ebeveynlerin milyonları bulduğu bir sistem içinde büyüyen çocukların güç savaşını dünyanın en normal şeyiymiş gibi algılaması kadar doğal ne olabilir?

Bu ortam içinde belki zor olanı seçerek iyiliğin gücünü anlatmaya başlamalıyız. Güç fetişleştirmesi yerine bir yerlerde var olan, içlerindeki iyi olana meyli bulup dışarı çıkarmanın yollarını bulmalarına destek olmalıyız belki… Mesela depremzedelere yardım etmek yerine dayanışma göstermenin, eski kıyafetlerimizi göndermek yerine yeni aldığımız bir kazağı göndermenin, bu kazak giderse yaşamımızdan bir şey eksilmeyeceğinin keyfini öğretebiliriz.

Tabii önce kendimize öğretmemiz  gerekiyor. Ama en en önemlisi esasen yardımın eşitsizler arası bir alışveriş olduğunu, devletin böylesi durumlarda a b c planlarının olması gerektiğini anlatmalıyız, kavratmalıyız kendimize ve çocuklara… 

Tamam. Dünyada hiçbirimiz birbirimizin aynısı değiliz ve bu şahane bir şey ama hepimiz eşit haklara sahip olmalıyız, bize ve gezegendeki bütün canlılara eşit haklar sunulmalı. Kutsal varsa “yaşama ve yaşamını devam ettirecek koşullara sahip olmak “olmalı kutsalın adı…

Akran zorbalığı uygulayan arkadaşlarının önünde set çeken iki akran olsaydı ve arkadaşlarının bu zalimliklerini kınasaydı, hatta onu bu tavrından dolayı cezalandırsaydı o çocuk –ki çocuk-henüz o kadar pervasızlık yapamayacaktı belki.

Makarenko’yu anmadan geçemeyeceğim. Bu arada kitapları bana öğretmenlik hayatım boyunca yol gösterdi. Makarenko kimsesiz çocukların öğretmenliğini  yapmış bir yatılı okul müdürü ve öğretmeni. Savaş sonunda sokakta kalmış kimsesizlerin yani. Kolektif ruha zarar veren ve uymayan çocukların cezasını değerlendirirken bütün sınıfı toplar durumu tartışır ve hep birlikte ceza için oy kullanırmış. Neden bilmem öğretmen ve yetişkin olduğu için kendisinin iki oy hakkı varmış. kurallara uymadığında bunun bir bedeli var, yaptığın yanına kar kalmamalı diyormuş. Yaptığının yanı kar kalacağını düşünmemeli ailelerinin paşa veya prensesleri! Zapatistalar da kolektife kuralarına defalarca uymayan kişileri konuşmayarak cezalandırırmış ve bu ceza sonucunda kişi topluluktan ayrılmak zorunda kalırmış. Zira hiç kimsenin konuşmaması bir insanın yok sayılması en büyük ceza…Suçun olduğu yerde nasıl bir cezanın da iyileştirici bir yanın olup olmadığını, olduğunu bolca tartışmalıyız aynı zamanda. 

Zira biz topluluk canlısıyız (gerçi topluluk canlısı olmayan hangi tür var bilmiyorum. )birbirimiz olmadan yaşamamız mümkün değil. Orada bir yerde bir zorbalık eylemi varsa, seyircileri varsa, destekçileri varsa bundan herkes sorumlu. Bütün sınıf bütün okul nihayetinde bütün dünya. 

Kötülük yok mudur vardır ama kötülüğün bataklığını kurutmak ve iyiliğin gücünü ortaya çıkarmak iyilikten, yani iyi insanların, eşitlik haktır diyenlerin, dayanışanların ve onun gücüne inananların, zorbalığın karşısında duranların, güce pirim vermeyenlerin elinde…

‘Göçmenler ülkemizden gitsin, Kürtler terörist, lgbti’ ler sapkın,  affedersin Ermeni’ cümlelerinin kurulduğu ve katillerinin sokağa salındığı, bu dünya güçlüler için dönüyor dediğimiz ve bunu çocukların kulağına üflediğimiz sürece “okullarda akran zorbalığı artıyor” haberini yapma ve okuma hakkına sahip değiliz. Önce herkes içindeki zalimle yüzleşsin sonra ‘ah vah gençlik ne hale geldi’ desin. Gençliğin bi hale geldiği yok onlar bize ayna tutuyor sevgili yetişkinler. Ama bizim aynaya bakmaktan ödümüz kopuyor. Her zaman ve her yerde yaptığımız gibi bir suçu arıyor ve sorunun etrafında dolanıyoruz…

Çocukların yakasından düşüp kendi yakamıza yapışma zamanı ne zaman gelecek? 

Firdevs Hoşer- emekli öğretmen

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir