Eğitimde toplumsal cinsiyet eşitliğinin iki boyutu var: İlki eğitime erişim ve devamından cinslerin eşit yararlanabiliyor olması, ikincisi ise müfredat, ders kitaplarının içeriği ve okul hayatının yapılandırılması. Eğitim temel bir insan hakkıdır ve eğitime erişimde fırsat eşitliğinin, ayrım gözetmeme ilkesinin yasal dayanakları başta Anayasa olmak üzere çeşitli kanunlarla tanımlanıyor.
Mine Özdemir Güleli’nin Milliyet gazetesindeki Türkiye’deki eğitim ve bilim kurumlarındaki cinsiyet eşitsizliğine dair, eğitimci Alaaddin Dinçer’in kurumların internet siteleri, MEB ve YÖK istatistikleri ile Ege Üniversitesi’nden Yaşar Aldırmaz’ın “Türkiye’de Akademide Cinsiyet Eşit(siz)liği Raporu: 2020” başlıklı makalesinden elde edilen veriler ışığında yer verdiği yazısı, bir kez daha gerçekliği sayılarla ortaya koyuyor.
Bu verilere göre Milli Eğitim Bakanlığı’nda yöneticiler arasında kadınlar yok. Bakanın üç yardımcısı var ve yine aralarında kadın yok. Benzer durum Bakanlığa bağlı alt kademelerde de geçerli. Örneğin Türkiye genelindeki İlçe Milli Eğitim Müdürlerinin 907’si erkek,15’i kadın. YÖK, TÜBİTAK, üniversitelerdeki rektörler gibi çok geniş alandan verilmiş istatistik değerlerde bu sayısal uçurumlar maalesef korunuyor.
Kadına uygun meslek
Kamu okullarında görev yapan kadın öğretmen yüzde oranının erkek çalışan yüzde oranına yakın olduğunu görüyoruz ve bunun nedeni toplumsal cinsiyet rollerinin bir sonucu kadına biçilen ‘uygun meslek’ cinsiyetçi geleneksel bakışın bir tezahürü olduğunu biliyor, -böylece sadece bir yönüyle olmak üzere- geleneksel-ataerkil yargı kalıplarının eğitim kurumlarında kendine yeniden güç topluyor oluşuyla da tekrar tekrar yüzleşiyoruz.
Neoliberal politikalarla, öğretmenliğin kendisine ‘layık’ görülen meslek olma kıskacına bir de atanamamak, güvencesiz sözleşmeli atama, ücret karşılığı geçici görevlendirme gibi çalışma biçimleri de eklenerek kadınlar daha fazla baskılanıyor.
Bu sayısal değerler eğitim öğretimin tüm süreçlerindeki erk kıyımını ve eğitime erişimdeki eşitsizliği ve en temel hakların yasalarla güvence altına alınamadığını gösterir. Yasalarla tanımlanan haklar biçimsel kaldığı sürece, bu hakların yaşam bulmasının toplumsal engellerini kaldıran işler yapılmadığı sürece, cinsiyetçi ve ayrımcı yaklaşım kendine alan buluyor. Eğitimde fırsat eşitliği demek tek başına eşitliği sağlayan bir şey değildir, yalnızca eşitlik için bir ön koşuldur.
Fırsat ve erişim eşitliği, toplumsal eşitsizliklerin, toplumsal koşulların erişim üzerinde belirleyen olmaması demektir. Yoksulluğun, etnik ve dini kimliğin, göçebe ve savaş mağdurluğun, rengin, cinsiyetin, cinsel yönelimin mağduriyete dönüşmemesi için politikalar geliştirmek, destekler sunmaktır.
Pandemi fırsatçılığı
Pandemi dönemi, eğitimi yönetememe, sürekli plansızlık, verilen kararların yeni kaoslar oluşturması mağduriyetleri defalarca artırıp derinleştirirken aslında eğitimde eşitsizliği tüm çıplaklığı ile ortaya seriyor. Ve bu eşitsizliklerden en fazla görmemezlikten gelinen cinsiyet eşitsizliğidir. Dindar nesil yetiştirme ideolojisinin Milli Eğitimlerin çeşitli vakıflarla, cemaatlerle yaptığı protokollar, bazı köylerde EBA Destek Merkezleri kurulup imam veya imam eşlerinin ücretli görevlendirmeleri kamusal, bilimsel ve laik eğitim öğretime karşı pandemi fırsatçılığını gösteriyor.
Eğitimde cinsiyet eşitsizliğinin diğer boyutu okul içi ilişkilerin yapılanması, ders kitapları ve müfredat içeriği ile ilgili ayrımcı ve ötekileştirici boyut. Maalesef ki kurumsal yapının değişimin önüne geçtiği; psiko-sosyal ve kültürel ve emek üreten, her biri kendine özgü farklılıkların, üstüne kapanan bir yapıya dönüşebiliyor okullarımız.
Standart dışıysan
Cinsel yönelimi ‘standart’ın dışında olan öğretmenin kendini arkadaşlarına ifade edebilmesi barındırdığı riskler dışında, nasıl bir kabulsüzlükle karşılaşacağı böyle bir yapının ürünüdür. İş bölümündeki hiyerarşik yapılanmadan, müfredatlardaki tek boyutlu ve ezberci içerikten, ders kitaplarındaki ayrımcı dil ve örneklerle beslenen, ataerkilliğin mikro örneği bu ötekileştirici ortam kolaylıkla kurulabiliyor.
Öğretmenlerin öğrencilerin etek boyu ve makyajı ile uğraştığı, ahlak polisliğine soyunduğu, öğrencinin bedenindeki farklılığı bir ceza gibi suç gibi yaşamasına yol açan ortamlara dönüşebiliyor eğitim kurumları. Ve de yoksulluk, etnisite, göçmen gibi yaşam koşulları bir ceza sitemine dönüşebiliyor acımasızca.
Mücadele
Toplumsal cinsiyet eğitimi almış veya kendini geliştirmiş öğretmenler dışında maalesef ki çoğu yaklaşım buna yol açıyor. Oysa okullar öğretmenlerin emeği üzerinde yaşam bulan ortamlar. Oysa eğitim yerleri geleneksel ataerkil kalıpların yıkımına, değişim ve dönüşüme kapıları açan, her üyesinin kendini ve ortamı karşılıklı gerçekleştirdikçe dönüştürmeye büyük olanaklar sunan mekanlardır. Daha fazla geç olmadan öğretmenler olarak mevcut yapıyı eleştirel gözle alan atölye çalışmalarına başlamalı ve farklı eğitim modellerini oluşturmalıyız. Eleştirel düşünceye olanak sağlayan duygu ve düşünceleri bedenlerin içine hapsetmeyip duyguların akışkan ve özgür doğasına kavuştuğu ortamları inşa etmeye kolları sıvamalıyız.
Spinoza’nın sözünü daha çok aklımıza getirerek: “Biz hala bir bedenin neler yapabileceğini bilmiyoruz.”
(AŞ/NÖ)
Arzunur Şimşek
1975 Seydişehir doğumlu. 1996 Konya Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi kimya bölümü mezunu. Öğretmen olarak 25 yıldır görev yapıyor. Şu anda Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası EĞİTİM-SEN’in Toplu Sözleşme (TİS) ve Hukuk Sekreterliği görevini yapıyor.