Duyurular Eğitim Ekoloji

Marx’ın Kapital’inde Cinsiyet Üzerine Notlar- Silvia Federici

Çeviri: Serap Güneş

Marx’ın ev işine olan ilgisizliğinin, bu işin endüstriyel emeğe kıyasla, sanayileşmenin ilerlemesiyle yakında kaybolacak arkaik bir iş biçimi olarak görünmesine neden olan, hem doğallaştırılmış hem de değersizleştirilmiş olmasından kaynaklı daha derin kökleri olduğu sonucuna varmalıyız. Ne olursa olsun, Marx’ın ev içi iş üzerine teorik olarak yeterince eğilmemesinin sonucu, kapitalist sömürüye ilişkin açıklamasının ve komünizm anlayışının, bu gezegendeki en büyük faaliyeti ve işçi sınıfı içindeki bölünmelerin başlıca bir zeminini görmezden gelmesidir.

Öz

Marksizm’e ve feminizme olan ilgi yeniden canlanırken ve Marx’ın ‘cinsiyet’ (gender) hakkındaki görüşleri yeni bir ilgi görürken, feministler arasında konuya yaklaşımımı da şekillendiren bazı uzlaşma alanları ortaya çıkıyor.1 Birincisi, cinsiyet eşitsizlikleri ve aile ve toplumdaki ataerkil kontrolün eleştirisi erken dönem çalışmalarından itibaren eserlerinde mevcut olsa da, Marx’ın “cinsiyet ve aile üzerine söyleyecek fazla bir şeyi olmadığı”2 ve Kapital’de bile bu konudaki görüşlerinin eserin içindeki farklı vurgulardan toparlanması gereken dağınık gözlemlerden ibaret olduğu konusunda bir fikir birliği mevcuttur. Bununla birlikte, esas olarak konuyla ilgili doğrudan açıklamalarına dayanmasa da, Marx’ın eserleri, feminist teorinin gelişimine önemli bir katkı sağlamıştır. Onun tarihsel maddeci yöntemi, yalnızca cinsiyet hiyerarşilerinin ve kimliklerinin inşa edilmiş karakterini göstermeye yardımcı olmakla kalmamıştır,3 kapitalist birikim ve değer yaratma analizi, benim kuşağımdaki feministlere, kapitalist toplumda kadınların maruz kaldığı belirli sömürü biçimlerini ve “cinsiyet, ırk ve sınıf” arasındaki ilişkiyi yeniden düşünmek için güçlü araçlar da sağlamıştır.4 Bununla birlikte, feministlerin Marx’tan aldığı yardım, onları, en iyi ihtimalle, Marx’ın izlediğinden farklı bir güzergaha yönlendirmiştir.

***

Kapital’de cinsiyet üzerine yazmak, o zaman, iki farklı Marx, ve ekliyorum, cinsiyet ve sınıf mücadelesi üzerine iki farklı bakış açısıyla uğraşmak demek. Buna göre, takip eden kısım iki bölüme ayrılmıştır.

1. bölümde, 1. Cilt’te ifade edildiği şekliyle, endüstriyel emekte kadın istihdamı analizinde Marx’ın cinsiyet görüşünü inceliyorum. Ayrıca, yazıları sırasında düşüncesini yapılandıran hususlar hakkında anlamlı oldukları için, sessiz kaldığı noktalara dair de (özellikle de ev işleri olmak üzere) yorum yapıyorum.

Buradaki temel argümanım, Marx’ın cinsiyet sorununu teorileştirmemiş olduğu. Bu argümanımın dayanağı, kısmen, “kadınların kurtuluşu”nun onun politik eserlerinde periferik bir öneme sahip olması, dahası ev işini doğallaştırması ve bir bütün olarak Avrupa sosyalist hareketi gibi, endüstriyel emeği toplumsal üretimin normatif biçimi ve toplumsal eşitsizliklerin potansiyel bir dengeleyicisi olarak idealize etmesidir. Bu yüzden, zaman içinde cinsiyet ve yaşa dayalı ayrımların ortadan kalkacağına inanıyordu ve hem kapitalist gelişme hem de ona karşı mücadele için, cinsellik, üreme ve her şeyden önce kadınların ücretsiz ev içi emeğinden başlayarak yaşamlarımızın ve emek-gücümüzün yeniden üretildiği faaliyet ve ilişkiler alanının stratejik önemini göremedi.

Kadınların yeniden üretim işinin önemine ilişkin bu “göremeyişler”, ataerkil ilişkileri eleştirmesine rağmen, bize onun eril bir bakış açısıyla yürütülen bir sermaye ve sınıf analizi bıraktığı anlamına geliyordu – Enternasyonal’in adına kurulduğu ve insan özgürlüğüne yönelik evrensel bir özlemin taşıyıcısı olarak kabul edilen ücretli sanayi işçisinin, yani erkek işçinin bakış açısı. Ayrıca, birçok Marksistin cinsiyeti (ve ırkı) kültürel meseleler olarak ele alma, onları sınıftan ayırma konusunda haklı olduğunu hissettiği ve feminist hareketinse işe Marx’ın eleştirisiyle başlaması gerektiği anlamına geliyordu.

Bu nedenle, bu makale Marx’ın ana metninde cinsiyetin ele alınmasına odaklanırken, 2. bölümde, 1970’lerde feministler tarafından geliştirilen Marksist kategorilerin, özellikle de parçası olduğum Ev İşi İçin Ücret Hareketi’nde yeniden kurgulanmasını kısaca yeniden ele alıyorum. Ev İşi İçin Ücret feministlerinin Marx’ta, kadınların ücretsiz ev içi emeğe karşı mücadelesine odaklanan feminist bir teorinin temelini bulduğunu iddia ediyorum, çünkü kapitalizm analizini, doğrudan kişisel bir deneyimden gelerek, ev içi ilişkileri reddimize cevaplar arayarak, politik olarak okuyoruz. Marx’ın teorisini, Marx’ta gizli kalmış olan yerlere bu şekilde götürebildik. Aynı zamanda, Marx’ı politik olarak okumak, Marx’ın teorik çerçevesinin sınırlarını da ortaya çıkardı ve feminist bir anti-kapitalist perspektifin, onun çalışmalarını (en azından kapitalizm egemen üretim tarzı olarak kaldığı sürece) görmezden gelemeyeceğini,5 ancak onun ötesine geçmesi gerektiğini de gösterdi.

1.Marx ve Endüstriyel Üretimde Cinsiyet

Marx’ın çalışmasının sınırları, Kapital’in 1. cildinde en açık biçimde göze çarpmaktadır; çünkü Marx cinsiyet meselesini ilk kez burjuva ailesi içinde kadınların boyun eğdirilmesiyle ilgili olarak değil, sanayi devrimindeki kadınların fabrika çalışmasının koşullarıyla ilgili olarak bu çalışmada incelemiştir. Bu, Kanal’ın her iki yakasında “kadın sorunu”nun gündem olduğu bir dönemdi6; ekonomistler, politikacılar ve hayırseverler, sanayi devriminin aile yaşamında neden olduğu yıkıma, kadınlara verdiği yeni bağımsızlığa ve Sendikaların ve Çartizmin yükselişinde kendini gösteren, işçi protestolarına katkısına karşı yaygara koparıyorlardı.

Yani Marx yazmaya başladığında reformlar devam ediyordu ve esas olarak fabrika müfettişlerinin 1840’larda İngiliz hükümetinin kadınların ve çocukların çalışma saatlerine dayatılan sınırların gözetilmesini sağlamak için kullandığı raporlardan oluşan konuyla ilgili çok sayıda literatürü inceleme imkanına sahipti.7

Bu raporların tüm sayfaları, 1. Cilt’te, özellikle de kapitalist üretimin yapısal eğilimlerini (işgününü işçilerin fiziksel dayanımının sınırlarına kadar zorlama, emek gücünü değersizleştirme, asgari işçi sayısından azami emeği çıkarma eğilimi) göstermeye hizmet eden “İş Günü” ve “Makine ve Büyük Ölçekli Sanayi” bölümlerinde, kadınların ve çocukların endüstriyel gelişimin her aşamasında maruz kaldığı dehşeti kınamak için alıntılanmıştır.

Bu bölümlerde, aşırı çalışmadan, havasızlık ve kötü beslenmeden ölen dikişçi kadınları,8 günde on dört saat yemeksiz çalışan ya da kömürü yüzeye çıkarmak için madenlerde yarı çıplak sürünen genç kızları, gecenin bir yarısında yataklarından sürüklenen çocukların “karın tokluğuna çalışmaya zorlandığını”,9 “sömürülecek tek bir kas, eklem veya kan damlası kalana kadar” hayatlarını tüketen vampir benzeri bir makine tarafından “katledildiğini” öğreniyoruz.10

Çok az sayıda siyasi yazar, kapitalist çalışmanın –köleliğin dışındaki– vahşetini Marx’ın yaptığı gibi tavizsiz bir şekilde tanımlamıştır ve bunun için övgüyü hakkeder. Özellikle etkileyici olanı, çocuk işçiliğinin barbarca sömürüsüne karşı, Marksist literatürde eşi benzeri olmayan kınamasıdır. Ama etkili olmasına rağmen, anlatımı genellikle analitik olmaktan ziyade betimleyicidir ve ortaya çıkardığı cinsiyet sorunlarına dair herhangi bir tartışmanın yokluğuyla da dikkat çekicidir.

Örneğin, kadınların ve çocukların fabrikalarda çalıştırılmasının işçi mücadelelerini nasıl etkilediği, işçi örgütlerinde hangi tartışmalara yol açtığı veya kadınların erkeklerle ilişkilerini nasıl etkilediği bize aktarılmaz. Bunun yerine, fabrika emeğinin “gevşek” davranışları teşvik ederek kadınların “ahlaki karakterini” bozduğu ve annelik görevlerini ihmal etmelerine neden olduğu yönünde çeşitli ahlakçı yorumlarımız vardır. Kadınlar neredeyse hiçbir zaman kendi adlarına savaşabilecek aktörler olarak tasvir edilmezler.11 Çağdaşları bağımsızlıklarını, yaygaracı davranışlarını ve fabrika sahiplerinin çalışma şartlarını değiştirme girişimlerine karşı çıkarlarını savunma kapasitelerini gösterseler de, onlar çoğunlukla kurban olarak resmedilirler.12

Marx’ın işyerinde cinsiyet meselesine dair aktarımında ayrıca eksik olan, proleter topluluklarda ev işinin neredeyse yok olmasının, kapitalist ilişkilerin genişlemesi açısından neden olduğu krizin ve sermayenin kadın emeğinin optimal yeri ve kullanımı konusunda –şimdi olduğu gibi o zaman da- karşı karşıya kaldığı ikilemin bir analizidir. Bu kör noktalar özellikle önemlidir, çünkü bahsettiğim bölümler cinsiyet ilişkileriyle ilgili konuların var olduğu tek bölümlerdir.

Cinsiyet konularının Kapital’de marjinal bir yeri vardır. Binlerce sayfalık üç ciltlik bir metinde, sadece yaklaşık yüz sayfada, aileye, cinselliğe, kadınların çalışmasına ve sık sık geçen gözlemlere referanslar buluyoruz. Cinsiyete yapılan atıflar, toplumsal işbölümü veya ücretlerle ilgili bölümlerde olduğu gibi, en çok beklendikleri yerlerde bile eksiktir.

Cinsiyet politikasına ilişkin ipuçlarını ancak, Makine ve Büyük Ölçekli Sanayi bölümünün sonunda, Marx’ın, Birinci Enternasyonal’in sekreteri olarak, kadınları fabrika istihdamından dışlama girişimlerine karşı çıktığı siyasi çalışmasında savunduğunu bildiğimiz tutumunda buluyoruz.13 Bunlar, Marx’ın -tüm şiddetine ve vahşetine rağmen- kapitalizmin zorunlu bir kötülük ve hatta ilerici bir güç olduğuna dair yaşam boyu süren inancıyla tutarlıdır çünkü ona göre kapitalizm, üretici güçleri geliştirerek, daha yüksek bir toplum biçiminin, her bireyin tam ve özgür gelişiminin egemen ilke olduğu bir toplumun gerçek temelini oluşturabilecek maddi üretim koşullarını yaratır.14

Cinsiyete uygulandığında bu, emeği uzmanlaşmanın kısıtlamalarından ve fiziksel güç ihtiyacından “özgürleştirerek” ve kadınları ve çocukları toplumsal üretime çekerek, özellikle kapitalist kalkınma ve sanayileşmenin daha eşitlikçi cinsiyet ilişkilerine giden yolu açtığı anlamına geliyordu. Çünkü bir yandan kadınları ve çocukları – ev içi sanayinin alameti farikası olan – emeklerinin kişisel bağımlılığından ve ebeveyn sömürüsünden kurtarırken, öte yandan da toplumsal üretime erkeklerle eşit temelde katılmalarını sağlıyordu.

Marx’ın belirttiği gibi, çocuk fabrika işçileri için ilköğretimin getirilmesini tartışırken:

[Dolayısıyla] Eski ailenin kapitalist sistem içinde çözülmesi ne kadar korkunç ve tiksindirici görünse de, büyük ölçekli sanayi, toplumsal olarak örgütlenmiş üretim süreçlerinde, ev içi ekonomi alanının dışında, kadınlara, gençlere ve her iki cinsiyetten çocuklara önemli bir pay vererek, yine de ailenin ve cinsiyetler arasındaki ilişkilerin daha yüksek bir biçimi için yeni bir ekonomik temel oluşturur.15

Bu yeni ailenin neye benzeyeceği, “üretim ve yeniden üretim”i nasıl uzlaştıracağı ise, Marx’ın araştırdığı bir mesele değildir. Sadece ihtiyatlı bir şekilde şunları ekler:

… kolektif çalışma grubunun her iki cinsiyetten ve her yaştan bireylerden oluşması, uygun koşullar altında insani bir gelişme kaynağına dönüşmelidir, ancak kendiliğinden gelişmiş, acımasız, kapitalist biçiminde, sistem ters yönde işler… 16

Açıkça ifade edilmemiş olsa da, Marx’ın ev içi sanayinin yerini büyük ölçekli sanayinin almasının daha insancıl bir toplum yaratacağı varsayımının anahtarı, kuşkusuz, endüstriyel çalışmanın üretim gücünün bir çarpanı ve (muhtemelen) toplumsal bolluğun garantörü olmaktan daha fazlası olduğu yönündeki (Kapital’in çeşitli bölümlerinde geri döndüğü) fikriydi. Potansiyel olarak – farklı bir kooperatif birliğinin ve farklı bir insan türünün yaratıcısıdır, kişisel bağımlılıktan kurtulmuştur ve herhangi bir beceri kümesinde “sabit” değildir, böylece geniş bir faaliyet yelpazesine ve emek sürecinin “rasyonel” bir organizasyonunun gerektirdiği düzenli davranış türüne katılabilir.

Komünizmi işbölümünün sonu olarak kavrayışına ve Alman İdeolojisi’nde insanların [erkeklerin] sabahları balık tutup avlanıp akşamları şiirler yazacağı bir toplum vizyonuna paralel olarak,17 (Komünist Manifesto’daki kışkırtıcı bir beyanını yeniden yorumlarsak)18 cinsiyet farklılığının işçi sınıfı içinde tüm “toplumsal geçerliliğini” kaybedeceği endüstriyel, kooperatif, eşitlikçi bir toplum fikrine varması cazip görünebilir ve şaşırtıcı olmayan bir şekilde, feminist de dahil olmak üzere kuşaklar boyu sosyalist aktivistlere ilham kaynağı olmuştur.

Yine de, 1970’ler feministlerinin keşfettiği gibi, bu perspektifin büyük sınırlılıkları vardır. Bu sınırlılıklardan, Marx’ın sanayileşme ve kapitalist gelişmeyi insan kurtuluşu için özgürleştirici güçler ve koşullar olarak kavramasıyla ilgili olarak, hepsi de cinsiyetin ötesinde etkileri olan dördü, kayda değerdir.

Marx, modern sanayiyi, kadınları hem ev işinin hem de ataerkil egemenliğin prangalarından kurtardığı ve toplumsal üretime katılımlarını mümkün kıldığı için överek, şunları varsaymıştır:

  • kadınlar daha önce hiç toplumsal üretime katılmamışlardır, dolayısıyla yeniden üretim işi, toplumsal olarak gerekli emek olarak görülmemelidir,
  • geçmişte işe katılımlarını sınırlayan şey fiziksel güç noksanlıklarıdır;
  • cinsiyet eşitliği için esas olan teknolojik gelişmedir ve
  • en önemlisi, Marksistlerin kuşaklar boyu tekrarlayacağı şu argüman: “fabrika işi toplumsal üretimin paradigmatik biçimidir, dolayısıyla anti-kapitalist mücadelenin alanı topluluk değil, fabrikadır.”

Bu dört nokta da sorgulanmalıdır.

Cinsiyet ayrımcılığının açıklaması olarak “fiziksel güç” argümanını hemen bertaraf edebiliriz. Marx’ın kadınların ve çocukların endüstriyel istihdam koşullarına ilişkin kendi tanımının buna karşı bir argüman olduğunu söylemek yeterli olacaktır. Alıntı yaptığı fabrika raporları, kadınların endüstriyel işlerde çalıştırılmasının, otomasyon onların emek yükünü azalttığı için değil,19 onlara daha düşük ücret verilebildiği için, daha uysal ve tüm enerjilerini işe vermeye daha yatkın sayıldıkları için olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Ayrıca, sanayileşmenin ortaya çıkmasından önce kadınların üretime katkısının ev işleri ile sınırlı olduğu fikrini de kenara atmalıyız. Çünkü kadınların kurtulup özgürleştiği ev içi sanayi, kadın proletaryasının yalnızca küçük bir bölümünü temsil ediyordu ve bizzat kendisi, zanaatkar loncalarının çöküşünden kaynaklanan oldukça yeni bir olguydu.20 Gerçekte, sanayi devriminden önce ve sanayi devrimi sırasında kadınlar, tarım işinden ticarete, ev hizmetine ve ev işine kadar birçok farklı işte çalışıyorlardı. Dolayısıyla, Bock ve Duden’in belgelediği üzere, “kapitalizmin gelişimi, kadınların giderek artan endüstriyel (üretken) çalışması ile onları ev işinin ve erkek vesayetinin çağlar boyu süren feodal boyunduruğundan kurtarır ve özgürleştirir” şeklindeki – Marx’ın ve diğer sosyalistlerin de benimsediği – fikrin tarihsel bir temeli yoktur.21

Marx ayrıca, büyük ölçekli sanayiyi toplumsal ve biyolojik ayrımların bir dengeleyicisi olarak kavrayışında, kadınların fabrika işini erkeklerinkinden farklı olarak belirli şekillerde deneyimlemelerini sağlayan kalıtsal ve yeniden kurgulanmış cinsel hiyerarşilerin ağırlığını da küçümsemiştir.

Marx, cinsiyet varsayımlarının endüstriyel işlerde öne çıkmaya devam ettiğini, örneğin kadınların ücretlerini erkeklerinkinden daha düşük tutmayı haklı çıkarmak için kullanıldığını ve ‘gevşek’ çalışma koşullarının cinsel istismara karşı savunmasızlık anlamına gelebileceğini ve bunun genellikle çok erken yaşta hamilelikle sonuçlanabileceğini not etmiştir.22 Ancak (yukarıda gördüğümüz gibi) işçiler siyasi iktidarı ele geçirip endüstrinin hedeflerini kendi refahlarına yönlendirdiğinde, bu istismarların üstesinden gelineceğini varsaymıştır. Bununla birlikte, iki yüzyıllık sanayileşmeden sonra, kapitalizmin sonu halen ufukta yokken, her nerede ulaşıldı ya da yaklaşıldıysa, işyerinde eşitliğin, makinenin bir armağanı değil, kadın mücadelelerinin bir ürünü olduğunu görebiliriz.

Daha da önemlisi, Marx’ın endüstriyel emeği normatif çalışma biçimi ve ayrıcalıklı toplumsal üretim alanı olarak tanımlamasının, (Fortunati’nin işaret ettiği üzere, Marx’ın yalnızca, sermayenin kadınları tüm zamanına el koyarak mahvettiğini belirtmek için bahsettiği) ev içi yeniden üretim faaliyetlerinin herhangi bir değerlendirmesine yer bırakmamasıdır.23

Burada, neo-klasik ekonominin babası Alfred Marshal’ın çalışmalarındaki fabrika-ev ilişkisine yaklaşımla ilginç bir karşıtlık var. Marx’ın endüstriyel emeği daha rasyonel bir çalışma türü olarak görmesi, Marshall’ın [o zamanlar] dünyada çok az işçinin sahip olduğu yeni bir yetkinlik olarak tanımladığı “genel çalışma yeteneğini” hatırlatıyor:

‘Herhangi bir mesleğe özgü olmayan’ ama herkes tarafından istenen, işçilerin her türlü işte uzun süre kalmalarını, “aynı anda birçok şeyi akıllarında bulundurmalarını… yapılan işin detaylarındaki değişikliklere hızlı bir şekilde uyum sağlamalarını, istikrarlı ve güvenilir olmalarını” sağlayan bir yetenek.24

Ancak Marshall, çağdaş reformcularla aynı doğrultuda, bu ‘genel yeteneğin’ üretimine en çok katkıda bulunanın ev hayatı ve özellikle annenin etkisi olduğuna inanıyordu.25 Bu yüzden kadınların dışarıda istihdamına şiddetle karşı çıktı. Aksine, Marx, ev işine çok az önem verir. Ailedeki iş bölümünün fizyolojik bir temeli olduğunu belirtmekle yetindiği toplumsal işbölümü analizinde, bu konuda hiçbir tartışma yoktur.26 Daha da dikkat çekici olanı, “Basit Yeniden Üretim” başlıklı bölümde, emek-gücünün yeniden üretimi analizinde kadınların ev işi konusundaki sessizliğidir.27

Burada kapitalizmde değer yaratma sürecini anlamak için çok önemli olan bir temaya yönelmiştir. Yani: emek-gücü, çalışma kapasitemiz, verili bir şey değildir. İş-sürecinde her gün tüketilen, sürekli (yeniden) üretilmelidir ve bu (yeniden) üretim, sermayenin değerlenmesi için “makinelerin temizlenmesi” kadar önemlidir, çünkü “bu, kapitalistlerin en değerli üretim araçlarının, işçinin kendisinin üretimidir.” 28

Başka bir deyişle, daha sonra Kapital’de de Artı-Değer Teorileri29 olarak yayınlanan notlarda da öne sürdüğü üzere, Marx, işçinin yeniden-üretiminin sermaye birikiminin temel bir parçası ve koşulu olduğunu belirtir. Ne var ki, onu yalnızca “tüketim” yönü kapsamında kavrar ve gerçekleşmesini yalnızca meta üretimi devresi içine yerleştirir. Marx’ın tahayyülündeki işçiler, ücreti yaşamın gereksinmelerini satın almak için kullanırlar ve onları tüketerek kendilerini yeniden üretirler. Marx’ta yeniden üretim, kelimenin tam anlamıyla, ücretli işçilerin, ücretli işçiler tarafından üretilen metalar aracılığıyla üretilmesidir.30 Bu nedenle, “emek-gücünün değeri, sahibinin geçimi için gerekli olan geçim araçlarının değeridir” ve işçilerin tükettiği metaların üretimi için gerekli emek-zamanı tarafından belirlenir.31

Marx, Kapital’in hiçbir yerinde, emek gücünün yeniden üretiminin, kadınların ücretsiz ev işlerini – yiyecek hazırlamak, çamaşır yıkamak, çocuk yetiştirmek, sevişmek – gerektirdiğini anladığını belirten bir şey yazmamıştır. Tam tersine, ücretli işçiyi kendi kendini yeniden üreten biri olarak resmetmekte ısrar eder. [Erkek] işçinin karşılaması gereken ihtiyaçları göz önünde bulundururken bile, onu, yaşam boyu gereksinimlerini yiyecek, barınma ve giyecek olarak sıralayıp cinselliği (ister aile ortamında elde edilsin ister satın alınsın) garip bir şekilde atlayarak, kendi kendine yeterli bir meta alıcısı olarak tasvir eder ve endüstriyel emek tarafından yalnızca kadınların ahlaki olarak lekelendiği tertemiz bir erkek işçi yaşamını ima eder.32 Dolayısıyla, fahişe bir işçi olarak reddedilir ve kadınların aşağılanmasının bir örneğine indirgenerek “artı-nüfusun en düşük tortusuna”, 18. Brumaire’de tüm sınıfların reddi olarak tanımladığı “lümpen proletaryaya”33 ait olarak resmedilir.34

Marx’ın bu sessizliği bozmaya yaklaştığı ve ücretli işçiye “tüketim” olarak görünen şeyin kadın meslektaşlarının bakış açısından yeniden üretim işi olabileceğini dolaylı olarak kabul ettiği birkaç pasaj vardır. “Makine ve Büyük Ölçekli Sanayi”de, emek-gücünün değerinin belirlenmesi üzerine bir tartışmanın dipnotunda, “burada aile içinde harcanması gereken emeğe sermaye tarafından kendini büyütme amacıyla nasıl el konulduğunu görüyoruz,”35 der ve şunları ekler:

Ailenin çeşitli işlevleri, söz gelimi çocukların bakımı ve emzirilmesi, tamamıyla baskı altına alınamayacağından, kendilerine sermaye tarafından el konulmuş anne durumundaki işçiler, bunların yerini tutacak bazı şeyler bulmak zorunda kalır. Dikiş ve sökük ve yırtık tamiri gibi ev işlerinin yerini, satın alınacak hazır eşyalar almalıdır. Bu nedenle, evdeki emek harcamalarının azalmasına, dışarıdaki para harcamalarının artması eşlik eder. Bu nedenle, işçi sınıfının üretim maliyeti artar ve gelir fazlasını alır götürür. Buna ek olarak, geçim araçlarının tüketiminde ve hazırlanmasında tasarruf ve muhakeme imkansız hale gelir.36

Bununla birlikte, “tamamıyla baskı altına alınamayan” ve satın alınan mallarla değiştirilmesi gereken bu ev içi iş hakkında başka bir şey söylenmiyor ve ayrıca, üretim maliyetinin yalnızca işçi için mi yoksa muhtemelen işçilerin daha yüksek ücretler elde etmek için yapacakları mücadeleler yoluyla kapitalist için de mi arttığını merak ediyoruz.

Marx, işgücünün kuşaklar boyu yeniden üretiminden söz ederken bile, kadınların ona katkısına hiç değinmiyor ve üremeyle ilgili olarak kendi adlarına herhangi bir özerk karar alma olasılığını dışlayıp buna “nüfusun doğal artışı” olarak atıfta bulunuyor ve ekliyor: “Kapitalist, işçi sınıfının sürekli olarak mevcut tutulması ve yeniden üretilmesi işini, işçilerin kendini ve neslini devam ettirme içgüdüsüne iç rahatlığıyla bırakabilir,”37 – kadın fabrika işçilerinin annelik görevlerini ihmal etmelerinin pratikte çocuk öldürmeye eşdeğer olduğuna dair önceki yorumuyla ne kadar çelişiyor. Ayrıca, teknolojik devrimler yoluyla sürekli bir “artı nüfus” yarattığı göz önüne alındığında, kapitalizmin kendini genişletmek için kadınların üreme kapasitesine bağlı olmadığını da ima etmektedir. Gerçekte ise, sermaye ve devlet, ‘nüfus’ hareketleriyle o kadar yakından ilgilidir ki, kapitalizmin ortaya çıkışı, her türlü doğum kontrolüne karşı bugün bile birçok durumda yürürlükte olan yasakların genişletilmesi ve üreme sürecine müdahale eden (kürtaj vb. şekillerde) kadınlara yönelik cezaların arttırılması ile mimlidir.

Önceki makalelerimde, Marx’ın, yeniden üretim işi gibi her yerde bulunan ve kendi evinde her gün gözlerinin önünde yapılıyor olması gereken bir işe karşı körlüğünü açıklamaya çalışırken, Marx’ın eserlerini yazdığı dönemde tüm ailenin güneşin doğuşundan batışına kadar fabrikalarda çalıştığı göz önüne alındığında, proleter evlerinde ev içinde gerçekleşen yeniden üretim işinin neredeyse yokluğunu vurgulamıştım.38 İngiliz hükümeti tarafından sanayi bölgelerinin sağlık durumunu değerlendirmek üzere gönderilen bir doktordan alıntı yaparak, bu çıkarımı bizzat Marx’ın kendisi yapmaktadır aslında: Amerikan İç Savaşı yüzünden pamuk fabrikalarının kapatılmasının, en azından bir faydalı etkiye sahip olduğunu belirtmektedir. Kadınlar artık:

bebeklerini Godfrey’s Cordial (bir afyon) ile zehirlemek yerine emzirmek için yeterli boş zamana sahipti. Ayrıca yemek yapmayı öğrenmek için de zamanları vardı. Ne yazık ki, bu becerinin kazanılması, pişirecek hiçbir şeyleri olmadığı bir zamanda gerçekleşti. … Bu kriz aynı zamanda dikiş okullarındaki işçilerin kızlarına dikiş öğretmek için de kullanıldı. … Bütün dünya için iplik eğiren işçi kızların dikiş dikmeyi öğrenebilmesi için bir Amerikan devrimi ve evrensel bir kriz gerekmiştir!39

Fakat işçilerin yeniden üretimi için gerekli zaman ve kaynakların – Marx’ın da belgelediği gibi – dipsizce azaltılması, evrensel bir koşul değildi. Fabrika işçileri, çalışan kadın nüfusun sadece %20 ila %30’unu oluşturuyordu. Onlar arasında bile birçok kadın, çocuk sahibi olduktan sonra fabrika işini bırakıyordu. Buna ek olarak (görmüş olduğumuz üzere) fabrika işi ile kadınların “yeniden üretim görevleri” arasındaki çatışma, alıntıladığı fabrika raporlarının ve ürettikleri reformların gösterdiği gibi, Marx’ın zamanında kilit bir konuydu.

Öyleyse bu sistematik dışlamanın sebebi ne? Ve Marx neden kadınların ve çocukların fabrika işçiliğini azaltmaya yönelik parlamenter eğilimin, sınıf mücadelesinin yolunu değiştirecek yeni bir sınıf stratejisini barındırdığını fark edemedi?

Kuşkusuz, cevabın bir kısmı, klasik politik iktisatçılar gibi, Marx’ın da ev işini, belirli bir toplumsal tarihe sahip, tarihsel olarak belirlenmiş bir iş türü olarak değil, bizim için o büyük “azık ambarı”nın ürünlerinden birinin toprak olduğu doğal bir güç ve bir kadın mesleği olarak görmesidir. Örneğin, aşırı çalışmanın ve yorgunluğun kadın fabrika işçileri ile çocukları arasında “doğal olmayan bir yabancılaşma” yarattığını söylediğinde,40 cinsiyet rollerinin doğallaştırılmış bir anlayışıyla uyumlu bir annelik imajına başvurmuştur. Kapitalist gelişmenin ilk aşamasında, kadınların yeniden üretim işinin kapitalist üretime yalnızca (onun terminolojisinde) “formel olarak dahil edildiği”ni41 söylemesi, yani henüz emek piyasasının özgül ihtiyaçlarına uyacak şekilde yeniden şekillendirilmediğini, muhtemelen ona katkıda bulunduğunu ima etmesi. Evet, Marx gibi tarihsel bakan güçlü bir teorisyen, “doğal ihtiyaçları” tamamen karşılayan asırlık bir etkinlik olarak görünmesine rağmen, ev işinin aslında tarihsel olarak çok özgül bir iş biçimi olduğunu, üretim ile yeniden üretim, ücretli emek ile ücretsiz emek arasındaki ayrımın ürünü olduğunu, kapitalizm öncesi toplumlarda ya da genel olarak değişim-değeri yasası ile yönetilmeyen toplumlarda asla var olmadığını fark etmeliydi. Ücret ilişkisinin ürettiği mistifikasyona karşı bizi uyarmış olarak, kapitalizmin, yeniden üretim faaliyetlerini, kadınların karşılığı ödenmeyen emeği biçiminde, başlangıcından itibaren, emek-gücünün üretimine tabi kıldığını ve bu nedenle, kapitalistlerin işçilerden sömürdüğü karşılığı ödenmemiş emeğin, kadınların karşılığı ödenmeyen ev işini de (minimuma indirgenmiş olsa bile) içerdiğinden, ücretli işgünü boyunca elde edilenden çok daha belirgin olduğunu görmeliydi.

Marx, daha önce de ileri sürüldüğü gibi, “ev içi emeği devrimci bir yönde dönüştürebilecek toplumsal güçleri görmediği için” mi ev içi iş konusunda sessizdi? “Marx’ı politik olarak okursak,”42 ve onun teorik üretiminin her zaman teorinin örgütsel sonuçları ve potansiyeli ile ilgili olduğunu hesaba katarsak, bu meşru bir sorudur.43 Bu onun, bu işe dikkat çekmenin, kadınları fabrika işinden dışlamak için ev emeğini yücelten işçi örgütlerinin ve burjuva reformcuların ekmeğine yağ sürebileceği korkusuyla ev işi meselesinde ihtiyatlı davranmış olma olasılığını ortaya çıkarır. Ancak 1850’lerde ve 60’larda ev işi ve aile, onlarca yıldır sosyalistler, anarşistler ve yükselen feminist hareket arasındaki canlı bir tartışmanın merkezinde yer almaktaydı ve ev ve ev işlerinde reformlar da deneniyordu.44

O halde, ev işine olan ilgisizliğinin, bu işin endüstriyel emeğe kıyasla, sanayileşmenin ilerlemesiyle yakında kaybolacak arkaik bir iş biçimi olarak görünmesine neden olan, hem doğallaştırılmış hem de değersizleştirilmiş olmasından kaynaklı daha derin kökleri olduğu sonucuna varmalıyız. Ne olursa olsun, Marx’ın ev içi iş üzerine teorik olarak yeterince eğilmemesinin sonucu, kapitalist sömürüye ilişkin açıklamasının ve komünizm anlayışının, bu gezegendeki en büyük faaliyeti ve işçi sınıfı içindeki bölünmelerin başlıca bir zeminini görmezden gelmesidir.

Burada, Marx’ın eserlerinde “ırk”ın yeri ile bir paralellik de söz konusudur. “Siyah tenli emeğin damgalandığı yerde, beyaz tenli emeğin kendisini özgürleştiremeyeceğini”45 kabul etmesine rağmen, analizinde köle emeğine ve ırkçılığın daha yoğun bir sömürü biçimini zorlamak ve doğallaştırmak için kullanılmasına fazla yer vermemiştir. Bu nedenle, Marx’ın eserleri, sosyalist harekette egemen olan, beyaz erkek ücretli işçinin çıkarlarının tüm işçi sınıfının çıkarını temsil ettiği yanılsamasına – 20. yüzyılda sömürgecilik karşıtı savaşçıların, kendi mücadeleleriyle Marksizmin ilgisiz olduğu sonucuna varmalarına yol açan bir mistifikasyon – meydan okuyamamıştır.

Yakın coğrafyasında ise Marx, böylesine güçlü bir şekilde tanımladığı acımasız sömürü biçimlerinin, en azından Avrupa’nın büyük bir bölümünde, yakında geçmişte kalacağını öngörmemişti. Sınıf savaşının ve işgücünün olası yok oluşunun tehdidi altındayken, kapitalist sınıf, bazı işçi örgütlerinin gizli işbirliğiyle, yeni bir stratejik rotaya girecek, emek gücünün ve erkek işçi ücretlerinin yeniden üretimine yatırımları artıracak, kadınları daha fazla ev işi yapmaları için evlerine geri gönderecek ve bu süreçte sınıf mücadelesinin gidişatını değiştirecektir.

Marx, kapitalist sistemin ürettiği muazzam yaşam israfının farkında olmasına ve fabrika reformu hareketinin insani eğilimlerden hareket etmediğine ikna olmasına rağmen, “koruyucu yasa”nın geçirilmesinde söz konusu olanın fabrika işinde bir reformdan daha fazlası olduğunun farkında değildi. Kadın emeğinin saatlerini azaltmak, proleter kadınları fiziksel metalar değil, işçiler üretmek için eve geri gönderen yeni bir sınıf stratejisine giden yoldu.

Bu hamle sayesinde sermaye, işçi sınıfı ayaklanması tehdidini ortadan kaldırmayı ve yeni bir işçi türü yaratmayı başardı: daha güçlü, daha disiplinli, daha esnek, sistemin hedeflerini kendi hedefleri haline getirmeye daha yatkın – o kadar ki, kapitalist üretimin gerekliliklerine “apaçık doğal yasalar” olarak bakacak bir işçi tipi.46 Bu, yüzyılın sonundaki İngiliz ve ABD kapitalizminin hafif sanayiden ağır sanayiye; tekstilden çeliğe; işgününün uzatılmasına dayanan sömürüden, sömürünün yoğunlaşmasına dayanan bir sömürüye kadar, teknolojik ve toplumsal bir geçiş yapmasını sağlayan işçi türüydü. Yani, işçi sınıfı ailesinin ve tam zamanlı proleter ev hanımının yaratılması, mutlak artı değerden nispi artı değer sömürüsüne geçişin temel bir parçası ve koşuluydu. Bu süreçte, ev işinin kendisi, ilk kez, onu işgücü piyasasının ve kapitalist çalışma disiplininin ihtiyacına daha sıkı sıkıya bağlayan belirli bir devlet girişiminin nesnesi haline gelerek, bir [daha alt konumda] “gerçek kapsanma” sürecinden geçti.

Britanya’nın (ülkeye işçilerin maaş çeklerini artıran muazzam zenginlikler getiren) emperyal genişlemesinin en parlak dönemine denk gelen bu yenilik salt işgücünün pasifleştirilmesi amacını taşımıyordu elbette. Ancak bu, daha sonra Fordizm ve Yeni Düzen ile doruğa ulaşan, kapitalist sınıfın daha disiplinli ve üretken bir işgücü elde etmek için işçilerin yeniden üretimine yatırım yapacağı stratejiyi başlatan çığır açıcı bir olaydı. Uluslararası alanda kadın mücadelelerinin yükselişinin ve feminist hareketin ona son vereceği 1970’lere kadar süren yeni “düzen/anlaşma” buydu.

1.Feminizm, Marksizm ve “Yeniden Üretim” Meselesi

Çoğunlukla endüstriyel emek olarak anlaşılan toplumsal üretime katılım yoluyla “kadınların kurtuluşu”nun bir savunucusu olarak Marx, kuşaklar boyu sosyalistlere ilham verirken, 1970’lerde, ev işine, aile yaşamına, erkeklere ekonomik bağımlılığa karşı isyan ederek, kadınların ezilmesinin köklerini sınıfsal bir bakış açısıyla açıklayabilecek bir teori arayışında olan feministler tarafından farklı bir Marx keşfedildi. Sonuç, hem Marksizmi hem de feminizmi değiştiren teorik bir devrim oldu.

Mariarosa Dalla Costa’nın ev içi işi emek-gücünün üretiminde anahtar unsur olarak çözümlemesi;47 Selma James’in ev hanımını, yine de sermaye birikimi sürecinin merkezinde yer alan “dünyanın ücretsizleri”48 ile bir süreklilik içinde konumlandırması; hareketin diğer aktivistleri tarafından, ücret ilişkisinin, tüm sömürü alanlarının doğallaştırılması ve proletarya içinde yeni hiyerarşilerin yaratılması için bir araç olarak yeniden tanımlanması: onların teoride yaptığı tüm bu katkılar ve bunların yarattığı tartışmalar, o dönem, genellikle ev işinin üretken olup olmadığı sorusuna odaklanan “ev tartışması” olarak tanımlanmıştır. Ancak bu muazzam bir çarpıtmadır. Kadınların evdeki ücretsiz emeğinin işgücünün üretimindeki merkeziliğinin kavranmasıyla yeniden tanımlanan şey, yalnızca ev işi değil, kapitalizmin kendisinin doğası ve ona karşı mücadeleydi.

Kapitalist sınıfın, onu sömürme olanağını görmemiş olsaydı, bu kadar çok ev işinin devam etmesine asla izin veremeyeceğine dair kuşkumuzun teyidi olarak, Marx’ın “basit yeniden-üretim” tartışmasının bu süreçte teorik bir aydınlanma olması şaşırtıcı değildir. Emek gücünü yeniden üreten faaliyetlerin kapitalist birikim için gerekli olduğunu okumak, reddimizin sınıfsal boyutunu ortaya çıkardı. Bu, sosyalistler tarafından her zaman geri kalmış bir iş biçimi olarak reddedilen, her zaman göz ardı edilen bu işin, gerçekte kapitalist çalışma örgütlenmesinin temel direği olduğunu gösterdi. Bu, cinsiyet ve sınıf arasındaki ilişkiye dair can sıkıcı sorunu çözdü ve bize yalnızca ailenin işlevini değil, kapitalist toplumun köklerindeki sınıf çelişkisinin derinliğini kavramsallaştırmak için de araçlar verdi. Pratik bir bakış açısından, kadınlar olarak, işçi sınıfının bir parçası olmak ve antikapitalist bir mücadele vermek için fabrikalardaki erkeklere katılmak zorunda olmadığımızı doğruladı. İşgücünün üretiminin “sinir merkezi” olan49 evdeki kendi işimizden başlayarak, özerk bir şekilde mücadele edebilirdik. Ve mücadelemizin önce kendi ailelerimizin erkeklerine karşı yürütülmesi gerekiyordu, çünkü kapitalizm erkekleri erkek ücreti, evlilik ve aşk ideolojisi aracılığıyla ücretsiz emeğimize hükmetme ve zamanımızı ve mekanımızı disipline etme konusunda yetkelendiriyordu.

Dolayısıyla, ironik bir şekilde, Marx’ı baş aşağı çevirmemiz ve analizimize ve mücadelemize tam da onun çalışmalarından dışladığı “toplumsal fabrika”nın bu kısmından başlamamız gerektiğine dair kesin kanıtları da, Marx’in emek-gücünün yeniden üretimi teorisiyle karşılaşmamız ve onu Marx’ın feminizm için önemini kutsayan bir şekilde sahiplenmemiz sağladı.

Yeniden üretim işinin sermaye birikimi için merkeziliğini keşfetmek, kapitalist gelişme tarihinin, ücretli proletaryanın oluşumu açısından değil, emek-gücünün günlük ve kuşaklar boyu üretildiği mutfaklar ve yatak odaları açısından bakıldığında nasıl olacağı sorusunu da gündeme getirdi.

Kapitalizmin tarihine –’kadın tarihi’nin ya da ücretli emek tarihinin ötesinde- cinsiyete dayalı bir perspektiften bakma ihtiyacı, beni, diğerlerinin yanı sıra, Marx’ın ilkel birikim hakkındaki açıklamasını yeniden düşünmeye ve kadın emeğinin değersizleştirilmesinde ve özellikle kapitalist bir cinsel iş bölümünün yükselişinde temel anlar olarak 16. ve 17. yüzyıl cadı avlarını keşfetmeye iten şeydir.50

Eşzamanlı olarak, ilkel birikimin Marx’ın öngörüsünün aksine kalıcı bir süreç haline gelmiş olduğunu fark etmem de, Marx’ın kapitalizm ile komünizm arasındaki zorunlu ilişki anlayışını sorgulamama neden olmuştur. Bu, Marx’ın, sanayileşmenin özgürleştirici rolüyle özgürlük dünyasına giden yolda kapitalizmin yaşamamız gereken bir araf, bir ara dönem olarak tasvir edildiği aşamacı tarih görüşünü geçersiz kıldı. Marx’ın kadınları ve yeniden üretimi değersizleştirmesini, onun insanlığın tarihsel misyonunun doğaya hükmetmek olduğu görüşüyle ilişkilendiren eko-feminizmin yükselişi, duruşumuzu güçlendirdi. Maria Mies ve Ariel Salleh’in, Marx’ın yeniden üretim faaliyetlerini geri plana atmasının, Kapital’e biçtiği görevlere bağlı olarak rastlantısal değil, sistemsel bir unsur olduğunu gösteren çalışmaları özellikle önemlidir. Salleh’in belirttiği gibi, Marx’taki her şey, erkek ve teknoloji tarafından yaratılan şeyin daha yüksek bir değere sahip olduğunu ortaya koyar: tarih, ilk üretim eylemiyle başlar, insanlar kendilerini çalışma yoluyla gerçekleştirirler, kendilerini gerçekleştirmelerinin bir ölçüsü, doğaya hükmetme ve onu insan ihtiyaçlarına uyarlama kapasiteleridir ve tüm olumlu dönüştürücü faaliyetler eril formda tahayyül edilmiştir: emek baba, doğa ise anne olarak tanımlanır,51 toprak da kadınsı olarak görülür – Marx’ın sözleriyle, Mösyö le Kapital’e (Bay Sermaye) karşı Madam la Terre (Bayan Toprak). Eko-feministler, ev işinin göz ardı edilmesi, doğanın değersizleştirilmesi ve insan endüstrisi ve teknolojisi tarafından üretilenlerin idealize edilmesi arasında derin bir bağlantı olduğunu göstermiştir.

Bu antroposantrik (insan-merkezci) görüşün kökenlerini ele almanın yeri burası değil. Marx’ın ve Marksist sosyalist kuşakların sanayileşmenin özgürleştirici etkileri konusunda yaptıkları muazzam yanlış hesaplamaların bugün çok açık olduğunu söylemek yeterlidir. Bugün hiç kimse, August Bebel’in Sosyalizmde Kadın’da (1903) yaptığı gibi, yiyeceklerin kimyasal olarak üretileceği ve herkesin yanında, günün hangi saati veya hangi mevsim olursa olsun, albümen, yağ ve karbon hidratlarından oluşan yiyecek tedarikini sağlayacak küçük bir kimyasal kutu taşıyacağı günü hayal etmeye cesaret edemezdi.52

Sanayileşme yeryüzünü yiyip bitirirken ve kapitalist gelişmenin hizmetindeki bilim adamları yaşamın kadın bedenlerinin dışında üretimiyle uğraşırken, sanayileşmeyi tüm yeniden üretim faaliyetlerimize genişletme fikri, tarımın sanayileşmesiyle deneyimlediğimizden daha kötü bir kabustur.

Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, siyasi faaliyetimizin, “tarihsel ilerlemenin” itici gücü olarak Makine’ye umut bağlamak yerine, yaşamlarımızın yeniden üretimine ve içinde yaşadığımız ekosistemlerin yaşamına bağlı konulara, değerlere, ilişkilere yeniden odaklanmasıyla birlikte, radikal çevrelerde bir “paradigma değişimine” tanık oluyoruz.

Bize, Marx’ın da yaşamının son yıllarında tarihsel perspektifini yeniden gözden geçirdiği ve Amerikan Kuzey Doğusu’nun eşitlikçi, anaerkil topluluklarını okurken, kapitalist, endüstriyel gelişmeyi idealize edişini yeniden değerlendirmeye ve kadınların gücünü takdir etmeye başladığı söyleniyor.53

Bununla birlikte, Marx’ın ve tüm Marksist geleneğin teşvik ettiği Promete’ci teknolojik gelişme görüşü, çekiciliğini kaybetmek şöyle dursun, dijital teknolojinin Marx’ın otomasyona biçtiği aynı özgürleştirici rolü oynamasıyla birlikte, feministlerin dönüşüm ve mücadele alanı olarak değerini geri kazandırdıkları yeniden üretim ve bakım işini teknolojik gelişmenin yeniden gölgesinde bırakma riskini bir kez daha ortaya çıkararak, bir geri dönüş yapıyor. Bu nedenle, Marx eserlerinde cinsiyet teorilerine sınırlı bir yer ayırmış ve muhtemelen daha sonraki yıllarda bazı görüşlerini değiştirmiş olsa da, bunları tartışmak ve bu makalede yapmaya çalıştığım gibi, bu konudaki sessizliklerinin bir görmeyiş olmadığını, onun teorik ve politik çalışmasının üstesinden gelemeyeceği ama bizimkinin aşması gereken bir sınırın işareti olduğunu vurgulamak önemlidir.

Notlar

1 Marx’ın cinsiyet teorisine olan yeni ilginin işaretleri, Heather A. Brown’ın Marx on Gender and the Family (Cinsiyet ve Aile Üzerine Marx) (2012) ve Shahrzad Mojabed’in Marxism and Feminism (Marksizm ve Feminizm) (2015) adlı son yayınlarıdır. Bu sonuncusu, Rosa Lüksemburg Vakfı’nın aynı yıl Berlin’de düzenlediği konferansla eş zamanlı olarak yayımlandı.

2 Heather Brown, a.g.e., s.143.

3 Kadınların doğasına dair Marksist bir teori için bkz: Nancy Holmstrom, a.g.e.

4 Buradaki alıntılar Selma James’in bu konudaki makalesine atıfta bulunmaktadır, a.g.e.

5 Burada Martha Gimenez’in a.g.e., s. 11-12’de belirttiği bir noktayı tekrarlıyorum.

6 19. yüzyıl İngiltere’sinde “Kadın Sorunu” olarak kadınların endüstriyel emeğinin sonuçları hakkındaki tartışma üzerine bkz: Judy Lown, a.g.e., s.1-4.131.214, 2010-218. Fransa’daki aynı tartışmalar için bakınız: Joan Wallach Scott, a.g.e., özellikle bölüm 7, s.139-166.

7 İngiltere’de kadın ve çocuk işçiliği reformu hakkında, Kapital Cilt 1’in yanı sıra, bakınız: Judy Lown, a.g.e. ve Laura Levine Frader, a.g.e.

8 Kapital Cilt 1, s.365.

9 Cilt 1: s.353

10 Cilt 1: s.416

11 Kadın fabrika işçilerinin mücadelesine yapılan tek atıf, Wiltshire’da zaman tutma sorunu üzerine greve giden dokuma tezgahı işçilerinden bahsettiği s.551’dedir.

12 Hewitt, a.g.e. ve Lown, kadın işçilerin 1830’larda önerilen Fabrika Yasaları’na muhalefetinden (s.214) ve ipek işçilerinin “çalışan kadınların çocuk bakımı, kişisel hijyen ve giyinme deneyimlerinin her zaman merkezinde yer alan yaşamın bu yönleri üzerindeki kontrolünü sürdürmek” mücadelesinden söz eder. (a.g.e., s.162). “Kadın türü için yeni bir bağımsızlık ve özgürlüğü temsil eden” fabrika kızları hakkında bkz: Lown, a.g.e., 43ff. ve Seccombe a.g.e., s.121.

13 Bkz. Brown s.115.

14 Cilt 1: s.739.

15 Cilt 1, s. 620-1.

16 Aynı yerde, s.621.

17 Alman İdeolojisi, a.g.e., s.53.

18 Komünist Manifesto, a.g.e., s.88. Sonuç olarak, proletarya saflarındaki farklı çıkarların ve yaşam koşullarının, makine emeğin tüm ayrımlarını ortadan kaldırırken, orantılı olarak, giderek daha fazla eşitlendiğini ekledi (aynı yerde).

19 Bkz. Cilt.1, s.527.

20 Bu konuda bkz. Bock ve Duden, a.g.e.; ve Henninger, a.g.e., s.296-7.

21 Aynı yerde, s.157.

22 Kapital., Cilt.1, s.852.

23 Fortunati, Marx’ın kadınların yeniden üretim işini “[fabrika işinin] ev işlerini gasp etmesinin yarattığı sorunu çok daha önce fark etmiş olan hükümetin raporlarını okuyarak” gördüğünü ekler. The Arcane of Reproduction, a.g.e. s.169.

24 A. Marshall, Principles of Economics (1890), s.206-7.

25 Aynı yerde, s. 207.

26 Cilt 1, s. 471: “Aile içinde… doğal olarak, cinsiyet ve yaş farklılıklarının neden olduğu ve dolayısıyla saf bir fizyolojik temele dayanan bir işbölümü ortaya çıkar.”

27 Bkz. K. Marx, Kapital, Cilt 1, Bölüm 7, Bölüm 23.

28 Aynı yerde, s.718.

29 K. Marx, Artı-Değer Teorileri, Bölüm 1., s. 172. “Bu nedenle üretken emek, meta üreten ya da doğrudan doğruya emek-gücünün kendisini üreten, eğiten, geliştiren, sürdüren emek gibi bir emek olacaktır.” Daha sonra göreceğimiz gibi, bu, feministler tarafından, ev içi işin Marksist anlamda “üretken çalışma” olduğunu belirtmek için alınmıştır.

30 Burada Piero Sraffa’ya atıfta bulunulur: Principles of Economics. Cambridge University Press, 1960.

31 Bkz. Cilt.1, s. 274.

32 Aynı yerde, s. 275.

33 Kapital, Cilt. 1, s.797.

34 18. Brumaire, a.g.e. s.75.

35 Kapital Cilt 1, s.518, n.38.

36 Aynı yerde, s.518not.

37 Cilt 1: s.718.

38 Federici, Sıfır Noktasında Devrim, a.g.e. s.94.

39 Kapital, Cilt 1: s. 517-8 dipnot.

40 Kapital, Cilt.1, s.521.

41 Marx, kapitalist birikimin ilk aşamasında sermayenin, “emek sürecinin gerçek doğasında herhangi bir değişiklik olmaksızın” emeğe “onu bulduğu gibi” el koyduğu süreci tanımlamak için “gerçek/reel” yerine “biçimsel/formel” kapsama/boyunduruk kavramını kullanır. Cilt.1: 1021. Bunun aksine, sermaye emek/üretim sürecini doğrudan kendi amaçları için şekillendirdiğinde “gerçek/reel bir kapsama/boyunduruk” gerçekleşir.

42 Burada referansım, Harry Cleaver’ın Reading Marx Politically’sine (Marx’ı Politik Olarak Okumak). A.g.e.

43 Bu, A. Negri’nin Marx Ötesi Marx’ta ısrar ettiği bir noktadır, a.g.e.

44 Bu konuda bkz: Dolores Hayden, The Grand Domestic Revolution.

45 Cilt 1: 414.

46 Cilt 1.: 899.

47 Bkz. “Women and the Subversion of the Community,” The Power of Women içinde…a.g.e.

48 Bkz. Sex, Race, and Class, a.g.e.

49 Bkz. Fortunati, a.g.e.

50 Bkz. Caliban ve Cadı.

51 Salleh, a.g.e., s.72-76.

52 Bebel, a.g.e., s.287-8.

53 Bu konuda bkz. Marx’s Ethnological Notebooks, Heather Brown’ın tartışması, a.g.e. , altıncı ve 7. bölümler.

Bibliyografya

Gisela Bock and Barbara Duden. (1980). “Labor of love – Love as labor: On the genesis of housework in capitalism.” In Edith Hoshino Altback, ed., From Feminism to Liberation. Revised edition. Cambridge (Mass). Schenkman Publishing Company, Inc., pp. 153-192.

Heather A. Brown. (2012). Marx On Gender and the Family. A Critical Study. Leiden-Boston: Brill. Historical Materialism Book Series Vol. 39.

Harry Cleaver. (2000). Reading Capital Politically. Leeds: Anti/Theses.

Peter Custer. (2012). Capital Accumulation and Women’s labor in Asian Economies. New York: Monthly Review Press. (First edition 1995).

Mariarosa Dalla Costa (1975). “Women and the Subversion of the Community.” In M. Dalla Costa and S. James, The Power of Women and the Subversion of the Community. Bristol: Falling Wall Press.

  1. Engels. The Condition of the Working-Class in England. Moscow: Progress Publishers.

Silvia Federici. (2004). Caliban and the Witch. Women, the body and primitive ccumulation. Brooklyn: Autonomedia

_______. (2012). Revolution at Point Zero. Housework, Reproduction and Feminist Struggle. Oakland: PM Press.

_______. (2014). “Marxism, Feminism, and the Construction of the Commons. “In Shannon Brincat ed., Communism in the 21st Century. Vol. 1 The Father of Communism. Rediscovering Marx’s Ideas. Oxford (England): Praeger, pp.171-194.

Nancy Folbre. [1991]. “The Unproductive Housewife: Her Evolution in Nineteenth-Century Economic Thought.” Signs, Spring 1991, Vol.16, N.3, pp.463-483.

Leopolda Fortunati. (1997). The Arcane of Reproduction. Housework, Prostitution, Labor and Capital. Autonomedia (Translated from the Italian, 1981).

Selma James. (1975). Sex, Race and Class. Falling Wall Press.

Martha Gimenez E. (2005). “Capitalism and the Oppression of Women: Marx Revisited.” Science and Society 69, 1:11-32.

Dolores Hayden, (1985). The Grand Domestic Revolution. Cambridge: MIT Press.

Max Henninger. (2014). “Poverty, Labour, Development: Toward a Critique of Marx’s Conceptualizations.” In Marcel van der Linden and Karl Heinz Roth eds., Beyond Marx. Theorising the Global Labour Relations of the Twenty-First Century. Brill, pp. 281-304.

Nancy Holmstrom. (2002) “A Marxist Theory of Women’s Nature.” In Nancy Holmstrom ed. (2002), pp. 360-376.

Nancy Holmstrom ed. (2002). The Socialist Feminist Project. A Contemporary reader in Theory and Politics. Monthly Review.

Laura Levine Frader. (1987). “Women in the Industrial Capitalist Economy.” In Becoming Visible, Women in European History. 2-ed., eds. Renate Bridenthal, Claudia Koonz, and Susan Stuard. Boston: Houghton Mifflin Co., pp. 309-331.

Alfred Marshall. (1938). Principles of Economics. An Introductory Volume. London: MacMillan and Co., Ltd. (1938-First edition 1890).

Karl Marx and Friedrich Engels. (1967). The Communist Manifesto. Penguin Classics.

______. (1988). The German Ideology. Edited by C. J. Arthur. International Publishers.

Karl Marx. (1968). The 18th of Brumaire of Louis Bonaparte. International Publishers.

______. (1973). The Grundrisse. Foundations of the Critique of Political Economy. Translated with a Foreword by Martin Nicolaus. Harondworth: Penguin.

Karl Marx. (1990). Capital, Vol.1. London. Penguin.

______. (1990). Capital Vol. 2. London. Penguin.

______. (1990).Capital Vol. 3. London. Penguin.

______. (1969). Theories of Surplus Value, Part 1. Moscow: Progress Publishers.

Maria Mies. (1986). Patriarchy and Accumulation on a Large Scale. Zed Books.

Antonio Negri. (1991). Marx beyond Marx. Lesson on the Grundrisse. Autonomedia. Translated from the Italian. Original Publication in 1984.

Shahrzad Mojab ed. (2015). Marxism and Feminism.

Ivy Pinchbeck (1930). Women Workers and the Industrial Revolution. 1750-1850. F.S. Crofts & Co.

Ariel Salleh. (1997). Ecofeminism as Politics. Nature, Marx and the postmodern. Zed Book.

Wally Seccombe. (1986), “Patriarchy stabilized: The Construction of the Male Breadwinner Wage Norm in Ninenteenth Century Britain.” Social History (1986) 11, pp. 53-76.

______. (1993). Weathering the Storm. Working Class Families From the Industrial Revolution to the Fertility Decline. Verso.

Joan Wallach Scott. (1998). Gender and the Politics of History. Columbia University Press.

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir