Ekoloji Haberler Manşet

EKOLOJİ ÖRGÜTLERİ 1. YIL DEPREM RAPORU

5 ŞUBAT 2024

EKOKIRIM SUÇ MAHALLİ ALANLARI BİR YIL SONUNDA DAHA FAZLA GENİŞLEDİ: ENKAZLARIN KALDIRILMASI, HAFRİYATIN TAŞINMASI VE MOLOZ ALANLARI

Yıkım ve taşıma sonucu meydana gelen tozuma, bir sis bulutu gibi kent silüetinin ayrılmaz parçası olmuştur. Malatya’daki ekoloji aktivistleri ve yerelden halkın aktarımlarına göre; yeraltı sularında kirlilik artmış, asbestin ve enkaz tozlarının etkileriyle Beydağları bölgesinde gözle görünür boyutta hava kirliliği, sis çoğalmış ve bugüne kadar hiç görülmemiş kapalı hava durumlarıyla karşılaşılmıştır. Hatay’da molozlar Asi Nehri’nin kenarlarına, tarım arazilerine ve geçici yaşam alanlarının yakınlarına dökülmüştür. Hatay’da Harbiye Şelalesi dolaylarına moloz dökme durumuna karşı halkın gösterdiği tepki karşısında bu durumun önüne geçilmiş, toplumsal örgütlülükle önüne geçilen bu doğakırımmamureı az da olsa umudu artırmıştır. Hatay’dan aktarım yapan ekolojistlerin verileri moloz dökümü için önceden bir karar dahi alınmadan kimi zamanlarda molozun döküleceği yere şoförün karar verdiği absürt bir durumla karşı karşıya olduğumuzu ortaya koymaktadır. Mileyha Sulak Alanı moloz döküm alanı olarak seçilmiş, yerel halk ve ekolojistlerin tepki göstermesi sonucu moloz dökme işlemi sonlandırılmıştır. Kirletici ögelerden denizel alan da nasibini almış, deniz kenarları moloz döküm alanı olarak kullanılmıştır. Depremin ilk zamanlarında Deniz Stadyumu’na kurulan çadırkentteki yaşam hiçe sayılmış, hemen yanı moloz döküm alanı olarak seçilmiştir. Süreç içerisinde çadır kent alandan çıkarılmış ama moloz dökme ve ayrıştırma işlemleri devam etmektedir. Karapınar Mezarlığı yanı döküm alanı olarak seçilmiştir. Kayıplarının mezar ziyaretine giden halkın orada da yıkılan evlerinin enkazı ile karşılaşması bir toplumu yasını yaşarken ağırlaşmış bir travmayla karşı karşıya bırakmaktır. Şehir merkezine 5 km uzaklıktaki 3 köyün ortasına; tarım arazilerini sulayan, Urfa’nın içme suyunu karşılayan Atatürk Barajı’na kavuşan Ziyaret Çayı’nın yanı döküm ve ayrıştırma yeri olarak seçilmiştir. Yine çimento fabrikasının etkisini yıllardan beri yaşayan Börgenek Köyü, bu sefer de moloz döküm alanının yıkıcı etkisiyle mücadele etmektedir.

Asbest: Dünya Sağlık Örgütü’ne göre “kesin olarak kanserojen” olarak sınıflandırılan asbest, mezotelyoma yani akciğer zarı kanseri dahil birçok hastalığa yol açabilmektedir. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı yetkililerince havada asbest olmadığı bilgisi verilerek yurttaşlara rahat olun çağrısı yapılmıştır. Asbest içeren katı maddelerle ilgili gerekli tedbirleri alma sorumluluğu ise yüklenici firmalara verilmiştir.

ANALİZ: Yasal mevzuatlara uymayan yıkım işlemleri sonucu bölgede bulunan canlıların sağlığı riske edilmekte, kümülatif etki ekosistemi kuşatmaktadır. Depo sahaları olarak dere yatakları, tarım arazileri, zeytinlikler ve deniz kıyısına yakın alanlar seçilmiştir. Bu seçim hiçbir yasal, bilimsel ve teknik esasa uygun yapılmamıştır. Görülen en yakındaki “çukur”, depo sahası olarak değerlendirilmiştir. Depo sahalarında zemin uygulamaları yapılmamış, sızdırmazlık, şev duyarlılığı ve stabilitesi araştırılmamış, tozuma, gürültü önleyici işlemler yapılmamıştır.Bina yıkımlarında ilgili yönetmeliğe dahi uyulmadığı, sulu yıkımın yapılmadığı görülmüştür. Bu yanlış uygulamalar doğa tahribatına neden olurken halk sağlığını ciddi şekilde tehdit etmektedir. Merkezi anlayışın, iktidar üreten devlet sisteminin toplumun yaralarını sarmak bir yana yarayı derinleştiren ana etken olduğu görülmüştür.

YIKIM PROJELERİ DEPREM BÖLGESİNİN TOPARLANMASINA ENGEL

Çevre Etki Değerlendirme Süreçleri: Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın, Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) duyuru sayfasından elde ettiğimiz 2022-2023 arasındaki iki yıllık veriler sınıflandırma yapılarak tabloya dönüştürülmüştür.

  • Maden başlığında; Hatay ve Adıyaman Merkez 14, İskenderun 11;
  • GES başlığında Şanlıurfa 59, Gaziantep 17;
  • Petrol arama başlığında ise Diyarbakır 23, Urfa 5 ÇED dosyası ile en fazla artış olan iller arasında dikkat çekmektedir.
  • Hazır beton/çimento santrallerinin ise Doğanşehir, Birecik, Eyyübiye, Osmaniye Polateli, Kilis merkez, Nizip, Bağlar, Bismil, Eğil, Türkoğlu’da,
  • Arsuz, Erzin, İskenderun, Kırıkhan, Payas, Reyhanlı, Samandağ, Defne 1, Dulkadiroğlu’nda 2, Onikişubat’ta 3, Antakya’da 4, Şehitkamil’de 6 olmak üzere geniş bir yayılıma sahip olduğu görülmektedir. Hazır beton/çimento santrallerinin 12 adetinin Hatay sınırları içinde olması yine dikkat edilmesi gereken bir veridir.
  • Antakya 14 maden, 4 beton/çimento santrali;
  • Onikişubat 8 maden, 2 GES, 3 beton/çimento santrali;
  • Şehitkamil 4 maden, 1 RES, 17 GES, 6 beton/çimento santrali ÇED dosyası bulunan iller olarak deprem yıkıcılığına maruz kalmanın yanında, bu projeler nedeniyle ağır bir ekosistem yıkımı tehdidi altındadır.

YASAL DÜZENLEMELER HAK GASPLARINI ARTIRIYOR, YENİDEN YAPILAŞMA Sorumluların yargılanması: Resmi rakamlara göre en az 50 bin kişinin hayatını kaybettiği depremle ilgili dosyalarda henüz hiçbir kamu görevlisi sanık sıfatıyla yer almamıştır. Yapılaşma: Binaların %72’si yıkılan Malatya’da TMMOB’un, yeni inşa edilecek yapıların 5 kat üzeri yapılmaması gerektiği önerisine karşın Yeşilyurt Belediyesi 7 kat için ısrar etmiş ve bu durum mahkemeye taşınmıştır.Merkezi iktidar Elbistan’da 2.000 TOKİ evi teslim edeceğini söylemiş ancak henüz teslim edilen bir tane ev dahi olmamıştır. Konut teslimlerinin yerel seçim süreci ile birlikte hızlanacağı tahmin edilmektedir. Yasal değişiklikler: Temmuz ayında çıkarılan “torba kanunla” yeni yerleşim yerleri bahane edilerek zeytinlik, ormanlık alan ve meralar imara açılmıştır.Depremin ardından sürdürüle gelen uygulamalar hem yaşam alanları/yaşama hakkı hem de ceza hukuku alanlarında kayba yol açmaktadır. Olağanüstü hal, olağandışı uygulamaların normalleştirilmesine dönüşmüştür. Yaşanılan ağır zorlukların çözümünün, oy verme davranışına göre şekilleneceği tehdidi sosyal devlet ilkesiyle bağdaştırılamamakta, etik anlamda doğru bulunmamaktadır.

ANALİZ: Hayvanların insanlara terapi amaçlı hizmet ettirilerek araçsallaştırıldığı psikolojik sömürü boyutu deprem bölgesinde de artmıştır. Legal olarak yapılan işkence ve kentten ve sosyal alandan çeşitli etiketlerle koparıp kriminalize edilen köpekler ve diğer canlılara yönelik tür kırımı operasyonu gerçekleştirilmektedir.

BARINMA HAKKI GASP EDİLİYOR: SAĞLIKSIZ VE GÜVENLİKSİZ KOŞULLARDA, EKOKIRIM SUÇLARI ÜZERİNE İNŞA EDİLEN GEÇİCİ YAŞAM ALANLARI

Deprem bölgelerindeki güvenli konut ihtiyacının karşılanması için üç yol izlenmektedir: TOKİ aracılığı ile üretilecek binalar, müstakil evlerin yerinde dönüşmesi ve bina güçlendirmeleri. Depremin ağır yaralarından biri de bina hasar durumları için verilen çelişkili raporlardır ve kentleri bekleyen en önemli tehlike hasarlı yapıların güçlendirilmesi noktasında yoğunlaşmaktadır.

ANALİZ: Depremin yıkıcılığı, onarıcı/katılımcı sosyal devlet politikalarının uygulanmayışı bölge halkını Maslow İhtiyaçlar Hiyerarşisinin birinci ve ikinci basamağına hapsetmiştir. Fizyolojik gereksinimler ile güvenlik gereksinimlerini karşılama mücadelesi; ait olma, sevgi, sevecenlik ve saygınlık gereksinimlerinin talep dahi edilemeyişi birey/toplum sağlığını ciddi şekilde tehdit etmektedir. Hayatın uzun süre yardımlara bağlı sürdürülmesi, geçimlik nafakayı elde etmedeki zorluk, sunulana razı olma, dolayısı ile hak talep edememe halini doğurmuştur. İktidarın emek karşısında izlediği politikalardan anlaşılacağı gibi kapital üzerine inşa edilmiş bir irade için verilene, var olan bir emek gücü gerçekte arzu edilen sonuçtur. İnşaat ve madencilik faaliyetleri üzerine konumlandırılmış bir ekonomi için ucuz iş gücü tam da hedeflenendir. Hem yaşam alanlarını yıkıma uğratacak projelere itiraz edilmemesi hem de karlılığın sermaye lehine maksimize edilmesi depremin yarattığı bir fırsata olarak görülmektedir. Geçim sıkıntısı yaşayan emek gücü, yeni ekolojik suç projelerinde çalıştırılarak suça ortak edilmektedir.

SONUÇ: EGEMEN AKIL YAŞAMI BOZUMA UĞRATMAYA DEVAM EDİYOR, NE YAPMALI? NASIL YAPMALI?

Merkezi yönetim biçimine dayalı yanlış demokrasi anlayışıyla kentler ile ilgili kararlar alınsa dahi toplumun kolektif bir pratik ve vicdanla yönetim biçimlerini demokratikleştirme gücü bulunmaktadır. Kent; tarihte ilk ortaya çıkışında aldığı ad olan “polis” kelimesiyle demokratik, ahlaki-etik ilkeleri olan bir toplum ve “yaşam alanı” anlamlarını içeriyordu. Tahakküm ve rant odağında inşa edilen devlet sistemlerinde kentlerin, “yaşam alanı” olmadığı, doğaya uyumlu inşa edilmediği ve demokratik-etik ilkelerle değil kâra dayalı bir anlayışla inşa edildiği ortadadır. 6 Şubat depremlerinin sonuçlarının bu yanlış bakışla ilgili olduğunu unutmamak gerekir. Aradan geçen 1 yıla karşın egemen aklın pratiğinin değişmediği, aksine yıkıma uğrayan kentleri ve doğayı yeni rant alanları olarak tekrar projelendirip ekosistemin renkliliğini bozuma uğrattığı görülmektedir. Toplumsal alanda çok inançlı, çok kültürlü kentleri hedefine alarak zorunlu göç, insansızlaştırma politikalarıyla bu Kentleri kimliksizleştirmeye çalıştığı görebildiğimiz en net hakikattir.

Peki, bizler şimdi bu hakikat karşısında ne yapacağız?

Demokratik, dayanışmacı, hak arama talebinden vazgeçmeyen toplumları oluşturmak artık yaşamsal bir zorunluluktur. Birlikte düşünme, karar alma, her canlının iradesinin yaşama etki etme halinin evden mahalleye, mahalleden ilçeye ve kente yansımasını birlikte deneyimleyeceğiz. Büyük depremlerin yaşandığı deprem bölgelerinde kimi kentlerin başka alanlara taşınma durumu konuşuluyor. Kentlerle ve tüm yaşam süreçleriyle ilgili orada yaşayanlarca, uzmanların görüşleri alınarak ve ekolojik, bilimsel demokratik ilkeler gözetilerek bir karara varılması gerekirken yine yaşam alanlarıyla ilgili kararlar halkın bilgisi dahi olmadan merkezi bir masada, doğal toplumsal gerçekler göz önünde bulundurulmadan alınıyor. Bu uygulamalara karşın bizler ekoloji örgütleri, hak savunucuları, emek ve meslek örgütleri ve bütünüyle o kentteki halk olarak bir araya gelip birlikte tartışmalı, alternatif üretmeli, hakikati yılmadan savunmalı ve pratiğe geçirmeliyiz. Yerel tohumdan yanaysak kooperatifleşmeli; demokratik, özgür toplum-doğa diyorsak bunun pratiğini oluşturmalı; ekolojik-demokratik bir yerel yönetim anlayışını belediyelerin önüne görev ve sorumluluk olarak koyabilmeliyiz.

Depremin birinci yılında gelinen noktada;

Hem toplumsal alan hem de doğa tahribatının artması, kendi yaşam alanımızı kültürel ve toplumsal değerlerimizi daha fazla koruma, dayanışma, haklarını arayamayan diğer canlılar için de mücadele etmeyi zorunlu kılıyor. Havamızı, suyumuzu, toprağımızı, kentlerimizi, köylerimizi, mahallerimizi ve tüm canlılar olarak birbimizi korumak zorundayız.Hatay’da bir yıldır dayanışma örgütleyen bir gencin dediği “nasıl ki bizim ilkemiz depremde suçu olmayan herkesle dayanışma ağlarını örmek üzere birlikte çalışmaksa onlarınkisi de para ve rant” gerçeğinden hareketle işlenen tüm suçlara karşı dayanışmak ve yeni toplumsallıkları yaratmak zorundayız.

Doğanın bizlerden beklediği bu, bu aynı zamanda tüm canlılara da borcumuz…

Ekoloji Örgütleri

Ekoloji Birliği ve İklim Adaleti Koalisyonu

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir