Ahmet Hamdi Tanpınar’ın deyimi ile “şiirimize tatlı anlaşmazlığı ve lezzeti getiren Türk şiirinin en özgün ve yenilikçi şairlerinden olan Orhan Veli, eserlerinde hicivsel bir üslupla mizah ögelerinden yararlandı. Ağır sanat ifadeleri kalıplaşmış benzetmeler yerine daha basit ve yalın olan halk dilini kullanmayı benimsedi.”
Orhan Veli 13 Nisan 1914 tarihinde doğmuş ve 14 Kasım 1950 de henüz 36 yaşında iken bu dünyadan göçtü gitti. Ankara’da Belediyenin kablo açmak için açtığı çukura düşüp başından yaralanmıştı ve kısa süre sonra beyin kanaması geçirip elveda demiştir.
Şiirlerini okuduğunuzda kendi dünyanızdan çıkıp anlattığı gerçeklere doğru yönelir ve kendinizi sorgulama ihtiyacı duyabilirsiniz. Burada hayat hikâyesine girmeden söze devam edelim.
Pek benzeri olmayan hayata bakışı ve cımbız ile insanların sıkıntılarını yaşadıkları çevre ve toplumun problemlerini çekip kısa ve derin anlamlı sözlere aktarabilmesi bir ustalık yapısıdır.
“Handan, hamamdan geçtik,
Gün ışığında hissemize razıydık;
Saadetinden geçtik,
Ümidine razıydık;
Hiçbirini bulamadık;
Kendimize hüzünler icat ettik,
Avunamadık
Yoksa biz…
Bu dünyadan değil miydik?”
Şu söylem ülkemizin birçok döneminde güncel olmuştur. Aslında cumhuriyet kuruluşundan sonra yaşanan sıkıntılardan çıkıp 2. Savaşın da bitmesiyle güzel bir Türkiye inşası için ne çok imkân vardı. Ama geldik 2022’ye, hala Orhan Veli ve şiirleri gündemde ise, gündem değişmemiş demektir.
İnsanları şiirleriyle konuşturmuş, aşklarını ve yalnızlıklarını dile getirmiş ve yakarış yerine durumu kelimelere dökmüştür.
“Bilmezler yalnız yaşamayanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana;
İnsan nasıl konuşur kendisiyle;
Nasıl koşar aynalara,
Bir cana hasret,
Bilmezler.”
Özlemini bir nefeste verebilmek nasıl bir şeydir?
“Bekliyorum
Öyle bir havada gel ki,
Vazgeçmek mümkün olmasın.”
Sevgiyi bir inada döndürürken yine de beklentisini araya sıkıştırmak….
“Şimdi kılıksızım, fakat
borçlarımı ödedikten sonra
ihtimal bir kat da yeni esvabım olacak
ve ihtimal sen
yine beni sevmeyeceksin.
Bununla beraber pazar akşamları
sizin mahalleden geçerken,
süslenmiş olarak,
zannediyor musun ki ben de sana
şimdiki kadar kıymet vereceğim?”
Timur Selçuk (saygıyla analım 2020 yılında kaybettik), Orhan Veli şiirlerinden şarkılar yapmış ve hem plaklara dökülmüş hem de konserlerinde her daim çalmıştır. Eleştirel gözle insanların hallerini dile getiren Orhan Veli’ye nazire yaparcasına Selçuk da hiciv şarkıları yapmada ustalığını göstermiştir. Piyanosundan ve o güçlü gelen uyum içindeki şarkılar ile ülke insanlarımızı yaşadıkları hayatı sorgulamaya davet etmiştir.
“Pireli…
Bu ne acaip bilmece!
Ne gündüz biter, ne gece.
Kime söyleriz derdimizi;
Ne hekim anlar, ne hoca.
Kimi işinde gücünde,
Kiminin donu yok kıçında.
Ağız var, burun var, kulak var;
Ama hepsi başka biçimde.
Kimi peygambere inanır;
Kimi saat köstek donanır;
Kimi kâtip olur, yazı yazar;
Kimi sokaklarda dilenir.
Kimi kılıç takar böğrüne;
Kimi uyar dünya seyrine:
Karı hesabına geceleri,
Gündüzleri baba hayrına.
Bu düzen böyle mi gidecek?
Pireler filleri yutacak;
Yedi nüfuslu haneye
Üç buçuk tayın yetecek?
Karışık bir iş vesselâm.
Deli dolu yazar kalem.
Yazdığı da ne ? Bir sürü
ipe sapa gelmez kelâm”
Edebiyat dünyasına Fransız şairlerini okuyarak ve onların etkisinde kalarak giren Orhan Veli’nin ilk şiirlerinde, duygusal ve ferdi bir tutumu vardı. Gerçeklerden çok düşler ağır basıyordu. Geçmişe özlem, doğa sevgisi, umutsuzluk temalarını işledi. Bu şiirlerden sonra Orhan Veli’nin ilk yeni şiirleri yayınlanmaya başladı. Geleneksel şiirle, yerleşmiş kalıplarla, şairanelikle bağlarını koparan, yürekten çok kafaya seslenen, ince bir alayla bezenen bu şiirler; Orhan Veli’nin daha sonra Oktay Rifat ve Melih Cevdet ile çıkarağı ‘Garip’ adlı kitapta toplanacak olan, şaşırtıcı şiirlerin ilk örnekleriydi.
Hiciv bir zeka edebiyatıdır; ince düşünmenin şaşırtıcı ifadesidir. Orhan Veli daha kalemi eline alırken diline dolanan ilk satırın ardından gelecek tüm söylemi hazır etmiş olsa gerek.
“Cep delik cepken delik
Kol delik mintan delik
Yen delik kaftan delik
Kevgir misin be kardeşlik”
Vezinsiz, kafiyesiz, edebi sanatlara yer vermeyen, duyguya değil, kafaya hitap eden ve azınlığın değil, çoğunluğun zevkine seslenmek isteyen şiirleri, edebiyat çevrelerinde geniş yankılara yol açtı, eleştirilere hedef oldu. Özellikle, “Yazık oldu Süleyman Efendi’ye” mısrası dillerden düşmedi. O günleri yaşayan Melih Cevdet, olayı şöyle özetledi: “Bir mısranın kavuşabileceği en mutlu durum.”
Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar;
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allah’ın adını,
Günahkâr da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendi’ye.
1949’da yayınlanan ‘Karşı’, Orhan Veli’nin son şiir kitabıydı. Bu kitapta şairin duygu ve doğa şiirlerinin en gelişmiş örnekleri yer alıyor. Yaşama sevinci, insan ve doğa sevgisi, bu şiirlerin ortak konusu. Hürriyete Doğru, bence müthiş bir şiirdi ve Timur Selçuk olağanüstü bir şarkı yaratmıştı.
Gün doğmadan,
Deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola.
Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında,
İçinde bir iş görmenin saadeti,
Gideceksin;
Gideceksin ırıpların çalkantısında.
Balıklar çıkacak yoluna, karşıcı;
Sevineceksin.
Ağları silkeledikçe
Deniz gelecek eline pul pul;
Ruhları sustuğu vakit martıların,
Kayalıklardaki mezarlarında,
Birden,
Bir kıyamettir kopacak ufuklarda.
Denizkızları mı dersin, kuşlar mı dersin;
Bayramlar seyranlar mı dersin, şenlikler cümbüşler mi?
Gelin alayları, teller, duvaklar, donanmalar mı?
Heeeey!
Ne duruyorsun be, at kendini denize;
Geride bekliyenin varmış, aldırma;
Görmüyor musun, her yanda hürriyet;
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
Git gidebildiğin yere.
Orhan Veli yaşamının son yıllarına doğru şiirlerinde insanların haline doğru yönelmiş ve keskinleşti. Artık Orhan Veli’nin sanat endişeleri ile topluma ait düşünceleri birleşmişti.
Orhan Veli sevgiye ait çeşitli şiirler yazmıştı ve İstanbul sevgisini çeşitli şekillerde dile getirmişti. Kendisini de bu şehir ile özdeşleştirmişti. 15 Kasım 1950 de çok genç bir dönemde öldü.
İstanbul’da Boğaziçi’nde
Bir garip Orhan Veli’yim
Veli’nin oğluyum
Târifsiz kederler içindeyim.
Urumeli hisarına oturmuşum
Oturmuş da bir türkü tutturmuşum
İstanbul’un mermer taşları
Başıma da konuyor martı kuşları
Gözlerimden boşanır hicrân yaşları
Edâlım, Senin yüzünden bu hâlim
İstanbul’un orta yeri sinema
Garipliğim, mahzunluğum duyurmayın anama
El konuşur, sevişirmiş, bana ne
Sevdâlım, boynuna vebâlim
İstanbul’da, Boğaziçi’ndeyim
Bir garip Orhan Veli
Veli’nin oğlu tarifsiz kederler içindeyim
Bazı şiirleri öylece kısa idi ancak ardında dibinde yaşama sevincinin ne kadar büyük olduğunu böyle dile getirmişti.
Bakakalırım giden geminin ardından
Atamam kendimi denize, dünya güzel
Serde erkeklik var, ağlayamam
Bakakalırım giden geminin ardından
Olgun dönemlerindeki şu sözü Onun kaleminin nasıl oynadığını iyi anlatmaktadır: “ Şiir insanın beş duyusuna değil, kafasına hitap eden bir söz sanatıdır.” Onu okurken kendime çimdikler atıldığını hiseder, uyanık olmam gerektiğini ve söylemlerini alıp, evirip çevirip yaşamıma tekrar bakmam gerektiğini düşünürüm.
Orhan Veli’nin edebi kişiliği, geçtiği dönemler, çıkardığı kitaplar konularını dönüp incelmeniz Onu mutlu edecektir. Hatta Ona siz de bir şeyler söyleyin. Benim yaptığım gibi…
BENİ BU HAVALAR
beni bu güzel havalar mahvetti,
böyle havada istifa ettim
evkaftaki memuriyetimden.
tütüne böyle havada alıştım,
böyle havada aşık oldum.
eve ekmekle tuz götürmeyi;
böyle havalarda unuttum.
şiir yazma hastalığım;
hep böyle havalarda nüksetti.
beni bu güzel havalar mahvetti.
Orhan Veli
NAZİRE – BENİ BU HAVALAR – Orhan Veli Kanık
aşık olduğum sadece bahardır
gerisi onun türevleri
ne çalışmaya boş vermişliğim
ne sigaraya alıştığım
ne de köşe apartmandaki kıza vuruluşum
onların cazibesinden değil
baharın bana işlediğindendir
evde ekmek yokmuş tuz yokmuş
et yokmuş meyve yokmuş
kime ne
havalar var ya havalar
işte bu bahar havalarıdır
beni benden alan
beni benle buluşturan
beni benden uçuran
aşık eden
tütüne saran
işte böyle yazdıran
bahardır
vallahi billahi bahardır
bu gizemli havalardır.
Attila Turnaoğlu